12:01 pm Siyaset

Her Devrin Gavurları: Siyonistler

Yıldız Posta Caddesi’nde bir kalabalık var…

Kalabalıkta Ulus’tan, Balmumcu’dan, Akaretler’den cemiyet hayatının ünlü simaları seçilebiliyor. Bir hanımefendi, siyah patates filesi içine sakladığı ve anoreksiyadan cılız düşmüş kemikli ellerini yüzüne götürmüş halde, kötü bir oyunculukla gözyaşı döküyor. Hemen yanında insan azmanı bir kel var: çok dar takım elbisesi içinde asitlenmiş bir turşu bidonuna benziyor. Diğer tarafta seküler bir emmi göze çarpıyor: havalimanında hac kafile sorumlusunu seçemeyen yaşıtlarına göre beklenmedik derecede dinç. Herkes ortada kıvranıp duran kişiye endişeli gözlerle bakıyor: Kim bu kişi? Kalabalıktan seçmek çok güç. Ayşenur Arslan da olabilir, Barbaros Şansal da… Fakat onlar değil. Bu kendisini yere atan ve jakoben ataklarla nöbet geçiren zat, hepsi ve hiçbiri…

Dünya, yaradılıştan önce büyük nebulalarda bir toz zerresiydi. Ardından T-Rexler, eciş bücüş balıklar ve haddinden büyük hayvanların peydah olmasıyla birlikte bir ucube vitrinine döndü. “Peki, biz?” dediğinizi duyar gibiyim. Biz, ilk bilinçleriz. Primatların içinde en mahiri, tıpkı Newton’un elması gibi bir sihirli değneğe maruz kaldı ve bum! Varlık idraki bizi bizden başkasını saymayan şımarık bir canlıya çevirdi. Hırslıydık, kibirliydik, açgözlüydük… Hepimiz birbirimizi öldürdük. Hedef gözetmeden, ayırt etmeden: vur ha vur!

Savaşmak dünya için bir zamanlar mertliğin nişanesiydi. O kadar sık yaşanıyordu ki yaşanmadığı zamanlarda bir sorun olabileceği düşünülüyordu. Sonunda o kadar öldük ki artık bir arada yaşamak bizim için tercih değil mecburiyet oldu. Medeniyetler geliştirdik, felsefe yaptık. Varlığımızı, bir başkasını yaşatabildiğimiz ölçüde anlamlı saydık. Ahlak felsefesi denen bir mefhum ürettik. Kolektif yaşamayı öğrendik. Bunu yapabilmek için ortak paydalar geliştirdik. Aynı dili konuşmak, aynı tanrıya inanmak, aynı kavme mensup olmak bizi birbirimize bağlıyordu.

Nitekim uzun yıllar bu birleştirici güçlerin ekmeğini yedik.

İnsanları bir arada tutmaya yarayan bu inanç ve fikirler bir müddet sonra mukaddesimiz oldu. Cahilimiz, mukaddeslerimizi birbiriyle yarıştırdı. Hangisi kimi döver konuları hala daha tartışılmaktadır. Alimimiz ise bu katalizör görevi gören nüveleri terkiple izaha kalkıştı. Bir de hilkat garibeleri var tabii… Din, devlet ve millet üçlüsünün tamamına, her koşulda muhalefetler. Mukaddesleri yok, muarızlar. Üstelik, bir zümreye katılmamak da değil onlarınki. Öyle kör bir bağnazlık ki bu: Kutsalı olan herkes cahil onlar için. Millet, ümmet ve devlet onların nazarında ölmeyi hak eden, müreffeh bir hayatın penceresine ekmek dahi banma hakkı olmayan, daima yoksul ve daima efendilerine yani kendilerine hizmet etmekle görevlidir.

Neneme dedeme rahmet olsun.

Birine kızdıklarında, “Gavur tohumu” derlerdi. Hiç etimolojisine bakmak da aklıma gelmemişti. Gavur, Farsçada “gebr” kelimesiyle ortaya çıkmış. Ateşperest demekmiş. Meşhur Kamus-i Türki’de de “Kaba bir kelime olduğundan istimali terkolunmuştur.” şerhiyle anlatılmış. Fakat bence nefis bir kelime bu. Her şeyi açıklıyor adeta…

Siyonist İsrail, Filistin’de terör estirmeye başladığında sosyal medyadan bazı hilkat garibelerinin İsrail paçavrası paylaştığını, çocuk ve bebeklerin katledilmelerine dair, “Ama onlar da öldürdüler.” gibi sapıkça fikirlerini tüm dünyayla paylaştıklarını gördüm. Beynime kan sıçradı: “Gavur tohumları” diyebildim sadece…

Kahramanmaraş depreminin ardından eğer imkanım olsaydı bir araştırma yapacaktım. Enkaz alanlarında ziynet eşyası çalmak için kazma kürek sallayan kişilerle görüşmek, röportaj yapmak istiyordum. Şaşırmayınız! Tamamen merakımdan… Nasıl bir kötülük motivasyonu insana yıkılmış bir evin altından yükselen bebek seslerine, parçalanmış insan bedenlerine, çığlıklara, yardım isteyen inlemelere rağmen hırsızlık yaptırabilir? Bunu çok merak ediyorum. Filistin’de insanlık suçu işleniyor. Doğu Türkistan da aynı suçlara maruz kaldı, kalıyor… Fakat bu zümre, bu her devrin gavurları, geçirdikleri İslamofobik ve Türkofobik nöbetleriyle bebeklerin ölümüne bile gözlerini yumuyor. Değil altından bir kelebek vermek, bu zevatı kervan yükü altınla Karun da etseniz yine donuk vicdanları ürpermeyecektir.

Bir yandan kızarken, diğer yandan gazetecilik refleksiyle işin arka planına bakıyorum: Her devrin gavuru dedik ya işte, bu arkadaşlar ne ilgisi varsa Pençe-Kilit Operasyonu’na da karşı çıkmışlar. Selahattin Demirtaş’ın tutukluluğu meselesinden, Azerbaycan’ın Karabağ destanına; İHA’ların üretiminden, TOGG’un yapılmasına millî bir duruş gerektiren her hadisede milletin ve devletin tam karşısındalar. Bu yırtık, bu saldırgan, bu kötü kimseler, iyiliğin ikrarına da engeller. Heyhat! Çoğun az kaldığı bir devirdeyiz. Çok az kaldı!


*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.

Visited 94 times, 1 visit(s) today

Close