Deprem Türkiye coğrafyasının kaderi. En son geçen sene şubat ayında Kahramanmaraş merkezli bir depremde resmî rakamlara göre 50 bin canımızı toprağa verdik. 17 Ağustos 1999 depreminden bugüne en büyük felaketti yaşadığımız. Üstelik 1999’dan 2023’e kadar ülkenin çeşitli yerlerinde irili ufaklı depremler olmaya devam etti. Beklenen İstanbul depremi ise başlı başına ayrı bir tartışmanın konusu. İstanbul’da yaşanması muhtemel depremin olası insani ve ekonomik sonuçlarının Türkiye için önemli bir kırılmayı beraberinde getireceği uzmanların üzerinde görüş birliği içinde oldukları konulardan biri.
Deprem gerçeğiyle mücadele için atılacak adımlarla siyasi hayatımız arasında büyük bir gerilimin olduğu ise açık bir şekilde önümüzde duruyor. Konu deprem olunca diğer doğal afetlerde de bir benzeri görüldüğü üzere uzun erimli çıkarlar için şimdiden tedbir almak, özel ve kamusal hayatı afet olasılığına göre düzenlemek gerekli. Türk siyasetinin yapı ve dinamikleri ise fazlasıyla konjonktürel ve kısa erimli. Hiçbir siyasetçi toplumun geleceğini düşünmüyor ve ülkenin sağlık ile refahı için kalıcı adımlar atmıyor dersek siyaset kurumuna haksızlık etmiş oluruz. Ama Türkiye’de siyasetin ağırlık noktası gelecek değil. Herkes bugünü yaşamakta. Yarın gerçekleşecek bir felaket için bugünden tedbir almak, kural koymak ve maliyet üstlenmek siyaseten bizi zorluyor.
Şüphesiz ki bahsi geçen zorluk sadece siyasal kültürle açıklanabilecek nitelikte değil. Bu meseleyle ilgili siyaset kurumunu her zamankinden daha atıl hale getiren biri sosyolojik, diğeri ekonomik iki büyük engel daha var. Ekonomik çıkmaz kaynak yokluğuyla ilgili. Kentleri depreme karşı dayanıklı hale getirmek için eldeki bina stokunun önemli ölçüde yenilenmesi gerek. Devletin elinde ise böyle bir kaynak yok. Bu noktada inşaat sektörünün kentsel yenilenmeye ilgi göstermesi için adım atılması gerek. Yani bir devlet-kapitalizm iş birliği olmaksızın depreme dayanaklı kent idealinde yaklaşmak çok da mümkün değil. Ancak Türk kapitalizmi böylesi bir işe çok da istekli gibi davranmıyor. Çünkü inşaat firmaları ellerindeki konutları satmakta ve yeni projeler için kredi bulmada sıkıntı çekmekte.
Siyasetin elini kolunu bağlayan diğer mesele sosyolojik. Göç dalgaları kentleri tanınmaz hale getirdi. Köyden kentte ve doğudan batıya göç Türkiye’nin sosyo-kültürel yaşamına damgasını vurdu. İstanbul başta olmak üzere bütün büyük metropol kentlerimiz aslında göçlerle inşa edildi. Bu nedenle çok sayıda imar affı var. İhtimal ki gelecekte de olacak. Kentlerin durulması ve modernleşmesi göçle gelen kitlelerin yaşadıkları coğrafyaya uyum sağlamasına ve yeni göç dalgalarının olmamasına bağlı. Anadolu önemli ölçüde boşaldı. Bu nedenle kent varoşlarına yeni bir dalga beklemiyoruz. Ama yakın zamanda kente gelmiş kitleler yer değiştiriyor. Ayrıca ciddi bir Suriyeli mülteci nüfusu var. Böylesi bir toplumsal vasat içinde karar almak zor. Karar alınsa da onu hayata geçirmek çok daha zor.
Sonuç olarak diyebiliriz ki önümüzde üç mesele var: Siyasetin kısa erimli ufku yapısal önlemleri işlevsizleştiriyor. Depremle mücadele için kaynağı kimin yaratacağı belli değil. İnsanların kitleler halinde bu kadar hareketli olduğu bir toplumda konutları kalıcı bir modernliğe taşımak imkansız.
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.