10:11 am Ekonomi

Toplumsal Semptom

Bilindiği üzere semptom; kendi evrensel temelini yıkan tikel bir unsur, ait olduğu takımı/genusu bozan bir türdür. Lacan’a göre Marx, burjuva haklar ve görevler evrenselciliğini yalanlayan belli bir yarık, asimetri ve patolojik dengesizlik saptaması sonucunda semptomu icat edebilmiştir. Dolayısıyla ilk Marksçı ideoloji eleştirisi işleminin pekâlâ semptomatik olduğu söylenebilir. İfade edilen yöntem; verili bir ideolojik alanda hem heterojen olan hem de alanın kapanımını tamamlaması ve son şeklini alması için zorunlu olan bir bozulma noktası saptamaktır; belli bir “istisna mantığını” gerektirir. Her türlü ideolojik evrensel (özgürlük, eşitlik…), bütünlüğü bozan ve yanlışlığını açığa çıkaran özgül bir durum içerdiği sürece yanlıştır. Nitekim piyasada işçinin kendi emeğini özgürce satabilme hürriyeti, fiilî özgürlüğün tam zıddıdır. İşçi, emeğini özgürce satarak özgürlüğünü kaybeder. Özgür satış ediminin gerçek içeriği, işçinin sermaye tarafından kontrol altına alınmasıdır. Burjuva özgürlükleri çemberini kapatan söz konusu paradoksal özgürlük yani kendi zıddının biçimidir.[1]

Sanayi devrimi sonrasında oluşan yeni metayla (işçinin kendi emeği) birlikte, eşdeğer mübadele kendi kendinin olumsuzlaması, sömürünün artı değere el koyması halini alır. Göz ardı edilmemesi gereken kısım, olumsuzlamanın eşdeğer mübadelenin basit bir ihlali değil, ona “içsel” olduğudur. İşçi emeğinin tam değerini almaması biçiminde sömürülmez; ilkesel olarak emek ve sermaye arasındaki mübadele, adil ve eşdeğerdir. Hassas nokta şuradadır ki işgücü, kullanımıyla (emeğin kendisiyle) belli bir artı değer üreten kendine özgü bir metadır ve kapitalist tam da işgücünün değerinden çok olan bu “fazla”ya el koymaktadır.

Nicel gelişme yani evrenselleşmiş meta üretimi yeni bir nitelik meydana getirmiştir. Metaların eşdeğer mübadelesi ilkesinin içsel olumsuzlamasını temsil eden yeni bir meta ortaya çıkmış ve bir “semptom” yaratmıştır. Marx’ın ütopik sosyalizmi; mübadele ilişkilerinin evrenselleştiği, piyasa için üretimin hakim olduğu fakat işçilerin yine de kendi üretim araçlarının sahibi olarak kaldıkları, sömürülmedikleri bir toplumun mümkün olduğu inancıdır. Zizek’te ise “ütopik”, semptomu olmayan bir evrenselliğin, kendi içsel olumsuzlaması olarak işlev gören, istisna noktası bulunmayan bir evrenselliğin olasılık inancını ifade eder.[2] Bu aynı zamanda Marx’ın Hegel’e, onun toplumun rasyonel bir tamlık olduğu anlayışına yönelik eleştirisinin de mantığıdır. Mevcut toplumsal yapıyı rasyonel bir bütünlük olarak kavramaya çalıştığımız anda, onun içsel bileşenlerinden biri olmaktan çıkmadan semptomu olarak işlev gören -bütünlüğün evrensel rasyonel ilkesini bozan- paradoksal bir unsuru dahil etmemiz gerekecektir. Marx açısından söz konusu “irrasyonel unsur” proletaryadır (aklın kendisinin akıl dışılığı).[3]

Bilimsel (ideolojik) sosyalizm, tıpkı kapitalist toplumlardaki politik iktisat gibi, idrak siyasetinin bir çeşidinden ibarettir. Marx’ın eserlerinde söz konusu olan -yanlış algılandığı üzere- pozitif bir bilim değildir. Kapitalizmde bilimsel söylem negatifliğin fetişist inkarına destek oluşturmak için işe koşulurken Marksist siyaset yeni bir bilimsellik biçimini “negatifliğin geri dönüşünde” temellendirmelidir. Siyasal iktisadın eleştirisinin temel hedeflerinden biri, klasik iktisadın modern bilim için kurucu rol oynayan iki işlemi nasıl tekrar ettiğini ve asıl ütopik girişimin, iktisadi özneye ve şahsi çıkar anlayışına bilimsel bir zemin oluşturma çabasında yattığını göstermektir. Bu noktanın en iyi özetlendiği yer Komünist Manifesto‘dur: Tarih, tarih aşırı Bir‘e gönderme yapacak şekilde sınıf mücadelesinin tarihi olarak değil, mücadeleler tarihi, negatifliğin tarihi biçiminde tanımlanır. Mücadelelerin çoğulluğu, sınıf mücadelesinin tarihsel bir sabit olmadığı konusunda şüpheye yer bırakmamaktadır. Kapitalist sınıf mücadelesi daha önceki mücadelelerin devamı değil, bu mücadelelerin çözüme kavuşmasıdır. Nihayetinde, tarihin gerçeğini adlandıran sınıf mücadelesi, tarihin merkezli hale gelmesinin dayanağı değildir; teleolojik hareketin/ilerlemeci tarih anlayışının kurmaca olduğunu açığa çıkarır.


[1] “Aynı şey, piyasanın eşdeğer-adil mübadele ideali için de söylenebilir. Kapitalizm öncesi toplumlarda, meta üretimi henüz evrensel karakterini kazanmamışken, üretim araçlarının sahipleri de kural olarak hala üreticidir (zanaat). Mal sahipleri de bizzat çalışmakta, piyasada kendi ürünlerini satmaktadırlar. Gelişmenin bu şamasında sömürü söz konusu değildir. Piyasadaki mübadele eşdeğerdir, her meta için tam değeri ödenir. Lakin sanayi devrimi sonrası piyasa için üretim yaygınlaşır yaygınlaşmaz, bu genelleştirmeye zorunlu olarak, yeni ve paradoksal bir meta türü ortaya çıkacaktır: Kendi üretim araçlarına sahip olmayan ve dolayısıyla piyasada emeklerinin ürünleri yerine kendi emeklerini satmak zorunda kalan işçiler”. Bkz., Slavoj Zizek, İdeolojinin Yüce Nesnesi, çev. Tuncay Birkan, 4. Basım, Metis Yayınları, Ağustos 2011, İstanbul, s.37.

[2] Bkz., Slavoj Zizek, İdeolojinin Yüce Nesnesi, çev. Tuncay Birkan, 4. Basım, Metis Yayınları, Agustos 2011, İstanbul, s. 38.

[3] Mevcut toplumsal düzende cisimleşen aklın kendi akıl dışılığıyla karşılaştığı nokta olan proletarya.


*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.

Visited 50 times, 1 visit(s) today

Close