10:48 am Edebiyat

Yersiz Yurtsuz Bir Flanörün Faşizmle Mücadelesi: Walter Benjamin

“Geçtiğimiz yüzyılın en büyük entelektüellerinin başında gelen Walter Benjamin 1892’de Berlin’de doğdu. Alman edebiyat eleştirmeni, düşünür, kültür tarihçisi ve estetik kuramcısıdır. Yahudi bir aileden gelen Benjamin, Berlin, Freiburg im Breisgau, Münih ve Bern’de felsefe öğrenimi gördü. 1920’de Berlin’e yerleşerek edebiyat eleştirmenliği ve çevirmenlik yapmaya başladı. 1928’de sunduğu Ursprung des Deutschen Trauerspiels (Alman Tragedyasının Kökeni) adlı doktora tezi Frankfurt Üniversitesi’nde geri çevrilince, zaten pek sıcak bakmadığı akademik kariyerden bütünüyle vazgeçti. Ernst Bloch, Theodor  Adorno ve Bertolt Brecht’in etkisiyle 1930’larda giderek Marksizm’e yakınlaşan Benjamin, 1933’te Almanya’yı terk ederek Paris’e yerleşti. Burada edebiyat dergilerine ve New York’ta Adorno ile Horkheimer tarafından yayımlanan Zeitschrift für Sozialforschung’a (Sosyal Araştırmalar Dergisi) eleştiri ve denemeler yazdı. 1939 yılında, Alman mülteciler tarafından yayımlanan bir dergide çıkan yazısı nedeniyle Alman vatandaşlığından çıkarıldı. Almanların Fransa’yı işgal etmesi ve Paris’teki evini Gestapo’nun basması üzerine 1940’ta Fransa’nın güneyindeki Port-Bou kentine kaçtı; burada polis tarafından Gestapo’ya teslim edileceğini öğrenince intihar etti.”

20. yüzyıl felsefesinin önemli isimlerinden biri olan Benjamin kısa ömründe fazlaca eser ve düşünce bıraktı. Benjamin 1892-1940 yılları arasındaki 48 yılda pek çok mutluluk ve mutsuzluğu bir arada yaşadı. Tek emeli Berlin Üniversitesi’nde bir kürsü sahibi olmak olan, bu uğurda yazdığı tezi “Alman Trajik Tiyatrosunun Kaynakları” reddedilen Benjamin yaşamı boyunca maddi sıkıntılar çekti ve genel anlamda hep başkalarının maddi desteğine ihtiyaç duydu. Öyle ki 32 yaşına geldiğinde hala babasının gönderdiği parayla kendisini ve ailesini geçindiriyordu.

Benjamin bugün düşünceleriyle ve dahil olduğu felsefi gruplarla birlikte anılmaktadır. Örneğin onun Frankfurt Okulu’yla ve dolayısıyla Adorno ve Horkheimer’le olan yakınlığı düşünce dünyasını da etkilemiştir. Ayrıca Riga’da tanıştığı ve âşık olduğu bir Rus kadının tesiriyle Marksist düşünce yapısına yakınlaşmıştır.

Aslında onun bahsettiğimiz döneme dair en önemli şahitliği; moderniteye getirdiği eleştiriyle şekillenmiştir. Benjamin bitmemiş eseri Pasajlar’da 20. yüzyılın hızından bahseder. Aydınlanma’nın temel prensibi olan din yerine bilimin ululanması, mitleştirilen dinin yerine teknolojinin konması Benjamin’de eleştirilmiş bir yaklaşımdır. Benjamin ve pek çok modernite eleştirmeni bilim ve teknolojinin de mitleştiğini, yani aydınlanmanın eleştiri nesnesinin bizzat kendisine evrildiğini savunmuştur. Özellikle Paris’teki pasajları ve 1840’lı yıllarda buradaki yaşamın yeknesaklığını anlatan Benjamin, bu kitabında temelleri Baudelaire’in Paris Sıkıntısı adlı eserinde atılan “flanör” kavramını da kullanır. Flanör en genel tanımıyla gezen düşüncedir. Dilimize çevrildiğinde anlamı tam olarak kavranamayan bir terim olan flanör; gezdiği yerleri gözlemleyen ve değişimlerle ilgili tespitlerde bulunan bir metropol arkeoloğudur. Bu anlamda Benjamin’in modernizmin hızlanış sürecinin gözlemcisi olarak nitelediği flanör için metropol bir deney, gözlem merkezidir. Flanörün en büyük başarısı da metropol kalabalığına girip orada yalnız ve tarafsız kalmaktır. Nesnel bir tavırla çevresini izler ve sanatsal anlamda üretimde bulunur. Bu bağlamda yukarıda zikredilen Paris Sıkıntısı metni daha anlamlı bir hal alacaktır. Baudelaire bu eserinde Paris’teki can sıkıntısından doğan gezintilerinde edebî metinlere o güne dek pek yansımayan düşmüş ve düşkünleri ele almış, incelemiştir. 

Benjamin’in felsefi tanımlamasını yaptığı flanörlük kavramının edebî anlamdaki ilk temsilcisi Edgar Allan Poe’dur. Poe’nın Kalabalıklarda Bir Adam adlı dedektiflik öyküsü şehirde amaçsız gezinme sürecindeki rastlantısallıkların çözdüğü bir cinayeti anlatır. Baudelaire’in bilindiği üzere ustası olarak gördüğü Poe’dan devraldığı bu kavram, Benjamin’le felsefi bir terime evrilir. Flanör asla aylaklıkla eş tutulamayacak, karşılanamayacak bir kavramdır. Çünkü flanör gözlemleyen ve gözlemlerinin sonucunda bir nesneyi ya da dönemi özleyen bireydir. Benjamin’in tarihi ele alışı açısından da değerlendirildiğinde flanör, geçmişten bir nevi sondajla çektiği bir anın/duygunun/kültürün hayalini kuran ve bunun yitimine kafa yoran düşüncedir. Flanörlük kavramını ete kemiğe büründürmek istersek büyük şair Yahya Kemal Beyatlı’yı hatırlamamız yeterlidir. Bilindiği üzere Yahya Kemal, özellikle Paris’te geçirdiği yılların ve Fransız şairlerin etkisiyle İstanbul’a döndükten sonra şehri gezerek anlamaya çalışmıştır. Kendisi için bir anlamda “kamusal alan”lar oluşturmuş ve kahvelerde edebiyat sohbetleri başlatmış, eserler yazmıştır. Yani kendisinden önceki aydınların aksine, bir flanör olarak Yahya Kemal şehri tahayyülle değil gözlemle anlamaya çalışmıştır. Aralarında Tanpınar’ın da olduğu öğrencileri ve yakın dostlarıyla da bu geleneğini sürdürmüş ve şehrin sokaklarını gezerek yeni bir kültürü ya da daha doğrusu kaybedilen kültürü aramıştır.

Pasajlar kitabında anlattığı şekliyle yaşamak isteyen, yani pasajlarda kaplumbağa gezdirilen dönemleri özleyen Benjamin için dünya savaşları şüphesiz ki çok yıkıcıdır. Aydınlanma’nın sonu ve karanlık yüzü olarak nitelendirilen savaşlarla birlikte, insanlar kendilerini teknoloji ve bilimin getirdiği uçurum kenarında buldular. Yani artık yenileşen her şey yok ediciydi ya da Benjamin sözleriyle “her uygarlık ürünü aynı zamanda bir barbarlık maddesi” haline gelmişti.

İşte İkinci Dünya Savaşı da böyle bir ilerleme/barbarlık arası durumdur. Yükselen anti-semitizmin zorunlu sonucu olarak Walter Benjamin 1939 yılında, Alman mülteciler tarafından yayımlanan bir dergide çıkan yazısı nedeniyle Alman vatandaşlığından çıkarılır. Almanların Fransa’yı işgal etmesi üzerine de 1940’ta Fransa’nın güneyindeki Port-Bou kentine kaçar. Burada polis tarafından Gestapo’ya teslim edileceği yönünde aldığı duyumlar derin bir buhrana sürükler kendisini. Ve sonunda intihar eder. İntiharı üzerinde spekülatif söylentiler vardır. Kendisinin şizoid olduğu ve bu yüzden intihar ettiğine dair tek kaynak Theodor Adorno’ya verilmek üzere Henny Gurland’a dikte ettirdiği veda mektubudur. Öte yandan Stalin’in ajanları tarafından morfin verilerek öldürülmüş olduğu da diğer bir başka söylentidir.

Eldeki kanıtlar intiharının neredeyse kesin olduğu yönündedir. Özellikle Alman faşizminin dünyayı sürüklediği nokta ve Batı medeniyetinin İkinci Dünya Savaşı’nda içine düştüğü barbarlık, insana ve medeniyete dair bütün umutlarını elinden alıp yaşamına kendi isteğiyle son vermesine neden olmuştur.

İlerlemenin çarklarına girmekten korkan, savaşın getirdiği zalimlikten kaçan bir aydın olarak Benjamin, çok sevdiği ve ömrünün büyük kısmını pasajlarını gezerek geçirdiği Paris’ten ayrılarak savaşın acı yüzünden kaçmaya çalışır. Fakat İspanya’ya kaçarken yakalanacağını anlayan Benjamin bir teknoloji ve bilim ürünü olarak da niteleyebileceğimiz morfinle intihar edecektir. Korktuğu modernizmin hızına kurban gitmiştir o, pasajlarda kaplumbağa gezdirmeye imkan verecek bir yavaşlığı düşlerken…


*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.

Visited 156 times, 1 visit(s) today

Close