Hemen her “yeni”ye sızmış olan umudun insanı körelten bir yanı var.
Yeni bir yıl, yeni bir ilişki, yeni bir ev bazen…
Umut zaten kendi başına istikrarsız, kararsız bir ruh halini dayatırken yeni ile olan bağı onu daha da karşı konulamaz kılıyor.
Tamamlanmamış öykülere uyacak kısımların bulunduğuna ya da bulunacağına dair inancı insanın bedenine zerk ediyor.
Terry Eagleton’ın yerinde tanımlamasıyla umut “sağlam bir güvenin hayaletinden ibaret olan ürkek ve biraz korkulu bir beklentiyi akla getirir”.
Burada umut, tabiri caizse bir koltuk değneği işlevi görüyor. Potansiyel olarak umutsuz vakaya dönüştüreceği insanı bekleyişine hapsediyor.
Umudu neyse o yapan, sevinçle keder arasında sürüklenişin ifadesi olan istikrarsızlığın, kararsızlığın yuva olduğu bir bekleyiş bu.
Bir Koltuk Değneği
Umudun çerçevelediği bu bekleyişin en kötü yanı durumları, olguları “şairane” kılması…
Platon’un şairleri siteden kovmasına şaşmamak gerek…
Kaldı ki Platon umudun, insanı yolundan saptıran bir his olduğunu da belirtir.
“Hak ettiğimi alacağıma inancım tam!” cümlesinde somutlaşabilecek bu çekim alanı, “yeni”ye sahip olmadığı bir kudret, bir kapasite katar.
Aradaki farkı umutlu insanların, koltuk değneklerini yitirdiklerinde kapıldıkları umutsuzluğun, hatta yüzeysel nihilizmin örneklerinde görülebilir.
Aslına bakarsanız bu savruluşun, koltuk değneğini yitirme endişesiyle birlikte, umulan şeyin gerçekleşmemesinden daha çok acı verdiği açıktır.
Comte-Sponville’in dediği gibi umutlarımız, bu açıdan şeytanımızdır bizim, bekleyişlerimiz de öyle…
Bu şeytanın oyuncağı olmaktan çıkmak ise her şeyi gibi görebilmeye çabalamakta olanaklıdır. Her şeyi olduğu gibi görebilmenin diğer adı da şimdiki zamanda yaşamaktır.
Keza umut, Eagleton’ın altını çizdiği gibi, “geçmişi bir girizgaha, şimdiyi ise salt boş bir bekleyişe indirgeyen bir gelecek fetişizmidir”.
(Şimdiki zamanda yaşamayı güncelliklerin içinde savrulmayla bir tutmamak elzem…)
Çünkü umut, son noktada kederli bir duygudur. Anın içine nüfuz etmekten, şimdinin hazlarına odaklanmaktan imtina eder, onları geleceğin belirsiz ve kaygı dolu boşluğuna fırlatır. Spinoza’nın ruhsal dalgalanma dediği şey, hemen ardından melankoli gelir, yani umudun tersine çevrilmesi…
Umut, içinde bulunduğunuz anda var olma kudretinizi azaltır, köreltir.
Umudun Gözlüğü
Wittgenstein, Soruşturmalar’ında “Düşünme, bak!” diye buyurduğunda benzer bir noktaya işaret eder.
Burnumuzun ucuna bir gözlük gibi yerleşmiş ve baktığımız her şeyi onlarla gördüğümüz teorik çerçevelerden kurtulmamız gerektiğini belirtir Wittgenstein.
Umut da öyledir. Dahası, bünyesinde yer alan duygusal yatırımla birlikte düşünüldüğünde teorik gözlüklerden çok daha tehlikelidir.
Nitekim umudun gözlüğü insanı geleceğe hapseder. Neşeyle keder arasındaki salınımda geleceğin görünümünü belirli bir cehalet perdesi üzerinden kurgular.
Umut gözlüğünün dışında kalanlar o umudun saflığını, gerçekleşme ihtimalini bozan lekelere bürünür.
Bu sadece tekil insanın başına gelen bir şey değildir.
Umudun körlüğü penceresinden bakıldığında 14-28 Mayıs seçimlerinin de siyasal umudun yaratabileceği keder bağlamında, muhalif kitleler için bir örnek oluşturduğu söylenebilir.
Umudun bu bağlamda alçaltıcı bir yanı vardır.
Nitekim dokunsanız kırılacak olanı koltuk değneği haline getirmenin en azından kendini kandırma anlamında alçaltıcı oluşundan söz edilebilir.
Dokunulmamış Olanın Arayışı/Kaybı
Kierkegaard ise biraz incitici şekilde umudu, “insanın parmakları arasından kayıp giden alımlı bir bakireye” benzetir.
Fakat işin incitici yanını bıraktığımızda dokunulmamış olanın ulaşılmazlığına işaret ettiğine tanık oluruz.
Bu bakımdan “yeni”de dokunulmamışlığın tadını almıyor değiliz, aslında.
Dokunulmamışın fetişizminde şimdiki zamanı, duyduğumuz zamanı içi boş bir bekleyişe, çoğu zaman da acı dolu bir bekleyişe teslim ederiz.
Bekleyişin yol açtığı acının “öğretici” olduğuna dair beylik kanaatlerle avunabiliriz elbette.
Bu noktada Pavese’yi anımsamak gerekir:
“Acı çekmek çok şey öğretebilir. Ne yazık ki acı çekmek, öğrendiklerimizden yararlanacak gücü bırakmaz bizde”.
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.