Bir dilin içine doğmak ile bir dilden doğmak arasında fark var mıdır? Bu soruyu şöyle de sorabiliriz: Koca Yunus, Türkçenin içine mi yoksa Türkçeden mi doğmuştu? 13. asır birçok bakımdan “kaos” olarak nitelendirilebilecek bir haletiruhiyeyi içeriyordu. Her kaos çiçeklenme imkanını içinde barındırır. Her fırtınadan sonra sükunetin, parıltının, yeniden doğuşun alametleri belirir. “Her dem yeniden doğarız/Bizden kim usanası” diyen bir usta çıkıp geliverir kalbin şafağından. O şafağın gül parmakları gönlümüze dokunur. Çünkü “Gönül gözü görmeyince hiç baş gözü görmeyiser”dir. “Gönül Çalab’ın tahtı”dır çünkü. O tahtın işlemeleri, mücevherleri, zarafeti Türkçeyi doğurur; gönül dili olur Türkçe. Sonra her dem o dilden doğarız.
Biz bir dilin içine doğduk, şimdi bir dilden doğmayı bekleyenleriz. Asıl mesele bir dilden doğmak gibi geliyor bana. Bir dil ki önce öpmeli, sonra doğurmalı bizi. Bir dil ki ağzımızda annemizin sütü olmalı. Bir dil ki çiçeklenmeyle solmayı birlikte kavratmalı. Bir dil ki edası dünyayı değiştirmeli, varoluşumuza ritim katmalı. Bir dil ki aşinalığı aşka dönüştürmeli… Tapduk’un tilmizi Yunus, Cemal Süreya’nın dediği gibi süt dişleridir Türkçenin. Öyleyse o süt dişlerini öpmeli, oradan yedi iklime rayihalar salmalı, nice revnaklar sunmalı… “Dünya değişir iki varlık bakışınca ve bilişince.” Sultan’la bilişenlerin şehrinde Türkçeyle bakışmalı, değiştirmeli dünyayı, güzelleştirmeli, sağaltmalı. Türkçe şiirin yeşil atına bindi mi sağaltıcı bir dil olur. Gönüllerin fatihi olur. Vücuttaki dört sıvıyı gövertir, göğsün koyaklarından aştırır, kalbin otağlarında gönendirir.
Yunus, o gönül aynasının sırıdır; aynadan doğanlar kend’özünü görür aynanın gözbebeklerinde. “Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı” diyen şair, o efsunlu aynanın sırı olmayacak da ne olacak? Gönüllere inşirah verenin adıyla başlamayacak da nasıl başlayacak şiire? “Hakk bir gönül verdi bana ha demeden hayran olur” diyen de şairin gönlüdür ki biz bazen gönlümüzle oturup hüzünleniriz o yerde. “Hepisinden iyice bir gönüle girmektir” diyor Türkçenin piri, pirimiz… Önceki dizelerden bağımsız, her şeyden iyice olan gönle girmek değil midir; Sultan’ın şehrine… Orada bir dille karşılaşmak, o dili anne bilmek, o anneden doğmak değil midir bütün mesele… “İşidin ey yarenler”, “Taş gönülde ne biter dilinde ağu tüter.”
Yunus’un “gönül” redifli şiirini gönlümüze sokma zamanıdır:
Ata belinden bir zaman anasına düşdi gönül
Hakk’dan bize destur oldı hazineye düşdi gönül
Anda beni can eyledi et ü sünük kan eyledi
Dört on güni diyicegez degirtmege düşdi gönül
Yürüridüm anda pinhan Hakk buyrugı virmez aman
Vatanumdan ayırdılar bu dünyeye düşdi gönül
Beni beşige urdılar elüm ayagum sardılar
Öndin acısın virdiler tuz içine düşdi gönül
Günde iki kez çözerler başına akça dizerler
Agzuma emcek virdiler nefs kabzına düşdi gönül
Bu nesneyi terk eyledüm yürimege ‘azm eyledüm
On iki sünügüm yazarlar elden ele düşdi gönül
Oglan iken sultan kopar kim elin kim yüzin öper
‘Akıl bana yoldaş oldı sultanlıga düşdi gönül
Bu çagıla sakal biter görenün gülregi dutar
Güzeller katında biter sev-sevüye düşdi gönül
Hayırdan şerri çok sever işlemege becid iver
Nefsinün dilegin kovar nefs evine düşdi gönül
Kırk beşinde suret döner kara sakala ak iner
Bakup şeybetin göricek yoldurmaga düşdi gönül
Yola gider başaramaz yigitlige eli varmaz
Bu nesneleri koyuban yavunmaga düşdi gönül
Ogl eydür bunadı ölmez kız eydür yirinden durmaz
Hiç kendü halinden bilmez halden hale düşdi gönül
Ölicegez şükr ideler sinden yana iledeler
Allah adın zikr ideler çok şüküre düşdi gönül
Su getüreler yumaga kefen saralar komaga
Agaç ata bindüreler teneşire düşdi gönül
Eger varısa ‘amelün gin olısar sinün senün
Eger yogısa ‘amelün oddan şarab içdi gönül
Yunus anlayuvar halün şuna ugrayısar yolun
Bunda elün ireriken hayr işlere düşdi gönül
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.