Yerel seçime 4 haftadan az bir zaman kala seçim kampanyalarına yoğun bir ilgi olduğunu söylemek zor. Bunun tek istisnası İBB Seçimi.
İBB Seçimi’nde İmamoğlu ve Kurum’un karşılıklı atışmaları ve bu atışmalarda söyledikleri sözler sık sık gündem oluyor.
Kampanya sürecinde dikkatleri en çok çeken ise Murat Kurum’un oldukça sık yaptığı gaflar. Bürokrasiden gelen bir isim olarak Kurum’da siyasetçi becerileri pek yok. Halkla iletişimi oldukça zayıf, sık sık ne söyleyeceğini şaşırıyor ve sonradan medyaya malzeme olacak şekilde hatalı konuşuyor.
“İki koyun versen güdemez”
Kurum bu gafları bir iki kez yapsa belki o kadar büyük bir sorun olmayabilirdi. Ancak artık o kadar fazla olmaya başladılar ki Kurum’un üzerine beceriksiz ve “iki koyun versen güdemez” imajı gittikçe daha fazla yapışmaya başladı.
Bu imaj ise bize muhalefetten başka bir siyasetçiyi hatırlatıyor: Kemal Kılıçdaroğlu.
Yürüyen merdivene ters binmesi, yarıştığı seçimde oy kullanamaması veya konuşmalarında sık sık bir şeyleri karıştırması ile bilinen Kılıçdaroğlu’nun bu yönleriyle iktidar seçmeninin gözünde karikatür bir isim olduğu biliniyor.
Ekonomideki kötü gidişata rağmen muhalefetin geçtiğimiz seçimi kaybetmesinin ana nedeni de zaten Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu “iki koyun versen güdemez” imajıydı. İktidar seçmeni ne kadar ekonomik zorluk yaşarsa yaşasın, Erdoğan’la Kılıçdaroğlu arasında bir seçim yapması gerektiğinde terddüt etmeden tercihini Erdoğan’dan yana kullandı.
Erdoğan da Kılıçdaroğlu’nun bu imajını çok iyi bildiği için geçtiğimiz seçim öncesi muhalefetin cumhurbaşkanı adayı belirleme sürecinde hep Kılıçdaroğlu’nun adaylığını istedi. Hatta bunun için İmamoğlu’na siyasi yasak kararı bile aldırttı.
Kampanya sürecinde de “Kılıçdaroğlu’nun beceriksizliği” ve “kendisine devlet teslim edilemezliği” vurgusunu oldukça sık yaptı.
İşte şimdi bu stratejinin çok benzerini İmamoğlu Kurum’a karşı uyguluyor. Kurum’un pasif, beceriksiz ve dış yönlendirmeye açık imajını kampanya sürecinde sonuna kadar kullanıyor.
Muhalif seçmen, Murat Kurum’un İmamoğlu karşısındaki durumuna bakarak bunca ekonomik kötü gidişata rağmen geçtiğimiz seçimi Kılıçdaroğlu’nun neden kazanamadığını daha iyi anlayabilir.
Şartlar ne kadar kötü olursa olsun, hiçbir seçmen kafasında beceriksiz olarak kodladığı bir siyasetçiye oy vermek istemez. Hele bir de kutuplaşma ortamında o siyasetçi karşı kutba mensupsa.
Eğer İstanbul kötü yönetiliyor olsaydı muhalif seçmen gene de Kurum gibi birine oy vermek ister miydi? Onu bir seçenek olarak görür müydü? İşte iktidar seçmeni de aynı sebeplerle Kılıçdaroğlu’nu hiçbir zaman bir seçenek görmedi. Ekonomi ne kadar kötü olursa olsun.
Geçtiğimiz seçim öncesi bu açık gerçeği çok anlatmaya çalıştık. Ama maalesef Kılıçdaroğlu lobisinin medya propagandasıyla ikna ettiği kitleler ekonomik krizden ötürü Kılıçdaroğlu’nun seçimi kolayca kazanacağına inandırılmıştı.
Neden popülist siyaset?
Kurum bundan 20-25 yıl önce siyaset yapsa çizdiği imaj belki o kadar sorun olmayabilirdi. Ancak iletişim araçlarının çok geliştiği ve kameraların her an her yerde olduğu bu dönemde siyasetçinin hitabeti ve halkla iletişiminin güçlü olması artık olmazsa olmaz bir nitelik.
Özellikle Türkiye gibi eğitim seviyesinin görece düşük olduğu ülkelerde bu beceriler daha da önemli.
Çünkü eğitim seviyesi düştükçe seçmenin rasyonel olmaktan çok duygularıyla karar alma eğilimi artar. Seçmen çok anlamadığı ekonomi, hukuk, kent ve çevre gibi konulardan daha çok liderle doğrudan kuracağı iletişime odaklanır. Duruşuyla, hitabetiyle, özgüveniyle o güven bağını kurabileceğini hissettiren lidere ise yönelmekte sorun görmez.
İşte bu tanımladığım tam da yeni çağın popülist siyaset tarzıdır. Ve Erdoğan’ı 20 seneden fazladır iktidarda tutan bu siyaset tarzını çok iyi icra edebiliyor oluşudur.
Şimdi muhalefetin elinde belki de ilk defa bu siyaset tarzını Erdoğan kadar iyi icra edebilen bir isim var.
İmamoğlu bu siyaset tarzını Kurum’a karşı sonuna kadar uyguluyor. Tıpkı Erdoğan’ın 13 sene boyunca Kılıçdaroğlu’na karşı uygulayıp başarılı olduğu gibi.
O yüzden, bu iktidardan artık kurtulmak istiyorsa muhalefetin yapacağı en akıllıca hareket İmamoğlu’nun önünü açmak olmalıdır.
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.