Mayıs 2023 seçimleri geride kaldı, muhalefetin belki en diri; iktidarın belki de en yıpranmış haliyle girdiği bu seçimden geriye bizim gibi büyük şehirlerde orta sınıfı temsil eden vatandaşlar için oldukça acıklı mahur bir beste kaldı. Şenlik dağılmış, geride bir acı yel kalmıştı sanki ve yalnız kederli yalnızlığımız ile sonranın bilinmezliği öylece sıralı sırasız.
Muhalefet:
Muhalefet için seçim sonuçları çok büyük bir başarısızlık oldu. Bunun elbette birçok sebebi sıralanabilir ancak bana kalırsa başarısızlığı pekiştiren üç temel stresör var:
Birincisi pandemi, ekonomik kriz ve doğal afetlere rağmen seçimin kazanılamayışıdır. Dolayısıyla toplumsal muhalefet iktidar olmamız için daha ne olması lazım sorusunu doğal olarak soruyor. Tabii olarak da toplumsal muhalefetin karşısına siyasi kurumsal muhalefetin beceriksizliğinin süreklilik hali alması çıkıyor.
İkincisi toplumsal muhalefetin yirmi yıldır sürdürdüğü kolektif direniş ruhunun çökmesidir. Tablo adeta toplumsal muhalefet için kolektif bir tükenmişlik sendromuna dönüşüyor. Böylesi zamanlarda çöküş ile duyarsızlaşma beraber gelir. Toplumsal muhalif tabanda kurumsal siyasi muhalefete dair pozitif duygular beslemek şöyle dursun, iktidara karşı negatif duygular dahi hissedilemez hale gelebilir.
Üçüncüsü siyasi kurumsal muhalefetin toplumsal muhalefetin başında her seçimde umutları bonkörce harcayan ve artık harcayacak umut dahi bırakmayan iflah olmaz bir belaya dönüşmesidir.
Toplumsal muhalefet için bu fasit siyasi daireden nasıl çıkılacağının giderek daha da belirsizleşmesi işleri çok daha zorlaştırıyor. Bugün her türlü zorluğa ve hatalı adaya rağmen en az on senedir direnen %48 bandındaki kemik muhalif seçmen artık bu konsolidasyonu kaybetmiş olabilir. Muhalif masa siyaseti bir adım ileri gitmek isterken üç adım geri gitmiş ve kemik muhalif seçmenini dahi tehlikeye atmış görünüyor, üstelik sorumlu hiç kimse özeleştiri vermeden hiçbir şey olmamış gibi davranmaya da devam edebiliyor.
Seçim Neden Kaybedildi?
Mesele çok faktörlü biçimde okunabilir ancak özetlemek gerekirse beş temel hata göze çarpıyor.
Birinci hata masanın ve aday belirlenim sürecinin siyasetin doğasına aykırı şekilde kurulması ve yürütülmesi oldu. Siyasetin modern tanımı Machiavelli’den beri güç, hiyerarşi ve kazanmak üzerine kuruludur.
Masanın yapısı ve adayın yarattığı algısal gücün meşruiyeti halkın rızasına dayanmıyordu hatta gayrı meşru kirli pazarlıklara, imtiyazlı zümre çıkarlarına ve menfi patronaj ilişkilerine dayanıyordu bile denilebilir.
Masa içi aktörlerin demokratik meşruiyete dayanan bir hiyerarşisi yoktu. Oy gücüne dayalı hiyerarşik meşruiyete bakılmaksızın, masanın temsilde eşitlik durumu ortaya koyması uzlaşı temelinde aslında büyük bir kaos getirdi.
Masa seçimi kazanmak üzerine değil memleketi yeniden baştan aşağı yaratmak üzerine çalıştı; onlara göre seçim zaten kazanılmıştı oysa gerçek vaziyet böyle değildi. Her şeyi düzeltmeye çalışmanın yok ettiği sözü sanırım böyle zamanlarda tam da böylesi bir vaziyete oturuyor.
Masada Demokrasi, Otokrasi, Oligarşi
Altılı masanın olması gerekene dair vazettiği aşkın ve muhayyel bir ideal ile iktidarın hayatın anbean olup biten gündelik gerçeğinin dramatik bir çatışması olarak da bu süreç okunabilir. Seçim sonuçlarına bakılırsa ahalinin çoğunluğu açısından hayatın gündelik gerçekçiliği muhayyel bir idealizme tercih edilmiş gibi görünüyor.
Ahaliyi ideal anlamda olması gerekeni istemediği hatta gündelik olana razı olduğu için cehaletle kınamamak ve yadırgamamak gerekir. Zira bu topraklarda hayata dair güven ve refah arayışı asırlardır bilinçdışı olarak ancak böyle kotarılabiliyor.
Mamafih insan ve hayat arasındaki ilişkiyi belirleyen en önemli şey; irade ve bilinçten ziyade aslında koşullar ve bilinçdışı, sosyal psikolojiden bunu biliyoruz. Levi-Strauss temelinde şekillenen yapısalcı ekolde de bunun önemli bir entelektüel temsili mevcuttur. Özne elbette hayatta bireysel iradesiyle var olabilir ancak öznenin tam olarak özerkliğinden söz edilemez, onu biçimlendiren ve nesneleştiren daha çok hayatın koşullarıdır.
Hayatta hiçbir şey bu yüzden koşullardan ve şartlardan bağımsız var olamaz ve bunu da bana kalırsa bu topraklarda plazadaki beyaz yakadan ziyade köydeki çoban hisseder, duyumsar, bilir.
Bu seçim sürecinin dinamiği sanılanın aksine eğitimliler ile cahiller arası örtük bir savaştan ziyade koşullar ve bilinçdışı üzerinden hayatı kimin daha sahici biçimde kavradığıydı, biz aslında biraz da memleket çapında bunu test etmiş olduk.
Ahali bu topraklarda asırlardır bir zihniyet izdüşümü olarak çok derin biçimde biliyor ki; hayatta olması gerekene dair söylenceler bu şartlarda ancak prosedürel bir şeyi ifade eder ve aslında bu coğrafyada hayatı kotarmaya yetmez. Bu yüzden olması gerekeni yazanlara, söyleyenlere, siyasete dökenlere ahali içten içe güler, Anadolu coğrafyasında bu tavır oldukça yaygındır.
Hayatın belirleyeni ahali için bu yüzden olması gerekene odaklanmış büyük devrimler değil; olanı kuşatan şartlara bağlı küçük ve tedrici değişimlerdir.
Hayat bir anlamda ahali için göklerdeki erişilmez bir idealizm değil anbean binlerce koşulun etkileşimiyle akan olgusal bir süreçtir. Siyaset de esasında bu yüzden Platonist, Farabist veya Marksist biçimde değil; Burkeyen, Makyavelist ve Schmittyen biçimde akar.
Milleti tüm bu seçim sonuçlarına rağmen hâlâ anlayamayanların ve cehaletle suçlayanların bu anlamda hüsrana uğraması şaşırtıcı değil. Milletin politik ahlaki düzlemde demokrasi ya da otokrasi aşkı hiç olmadı; bunlar ahali için sadece hayatı günbegün kurtarmak için birer araçtan ibaret hatta kullanışlı bir aparat, ötesi değil.
Milletin politik ahlaki olarak tek bir düzlemi varsa bu, gerek göç sosyolojisi gerek tarihsel bagaj gerekse lider ile devlet etrafında toplanma refleksi itibariyle her türlü oligarşiye karşı olmaktır.
Oligarşi asırlardır hayatta kalmak için türlü sorunlarla zorlu koşullar altında binlerce imkânsızlıkla mücadele eden, sürekli hareket halinde ve daima eyleyen bir toplum için kaos demektir. Masanın başına gelen de bu tarihsel kaosun güncel ve aktüel temsili olması oldu.
Millet bu anlamda zaten demokrasiyi, seksen yıldır askeri vesayete ve tepesindeki bürokratik tahakküme karşı kültürel ve iktisadi serbestiyi sağlamak amacıyla bir araç olarak kullanmıştı.
Millet bu anlamda yine otokrasiyi, Batı karşısında uğradığı yaklaşık üç asırlık kültürel ve iktisadi yıkıma karşı kolektif egoda meydana gelen açmazları gidermek, kolektif egoyu birtakım savunmalarla ayakta tutabilmek için yine bir araç olarak kullanmıştı.
Masa, eğrisi doğrusu bir yana, Batı’ya tekrar yakınlaşma paradigmasını millete rağmen kurulmuş ve millete karşı iş tutan kaotik bir oligarşik altılı tahakküme dönüştürünce; milletin gerek devletin bekasına dair gerekse kolektif ego yıkımına dair derin korkularını çift taraflı biçimde tetikledi. Bu seçimin kaybedilmesi bu anlamda hiç şaşırtıcı olmadı.
Siyasal Üzerine
İkinci hata masanın tanımlı bir siyasalı ve siyasi merkezi yoktu. Schmitt’e göre siyasal olanın tanımı dost ve düşman ayrımının yapılmasında gizlidir.
Muhalif masa aktörleri doğal ve konforlu cari bir siyasalı temsil eden Erdoğan karşıtlığını süreç için yeterli görüyordu oysa tamamlayıcı ve efektif bir siyasala daha ihtiyaç vardı.
Siyasalı olmayan yani dost ve düşman stratejisi belirsiz bir yapı masa eliyle kuruldu; bu yapının temel direği de helalleşme üzerinden demokratlığa yaslandı. Bu politika elbette toplumsal bir ihtiyaçtı ancak muhalefete seçim kazandıracak tamamlayıcı siyasi bir strateji merkez değildi hatta belki de seçim sonrası yapılacak en önemli şeydi.
Toplumsal ihtiyaçlar iktidar olunduktan sonra üretilecek muhtelif politikalarla giderilebilirdi oysa masa seçimi hangi siyasi strateji merkezine oturtarak kazanacaktı, aslında tam olarak burası belirsiz kaldı. Bu yüzden masa aslında siyasetsizliğin kurbanı oldu da denilebilir.
Erdoğan karşıtlığı ve muhalif mutabakat, siyasala dair cari doğal gerilimi ve dost düşman ayrımını yaklaşık on sene gibi uzun bir zamandır zaten muhalefette bir yere kadar belirli ve işler kılıyordu (% 48) ancak apaçık görülüyordu ki masanın bundan daha fazlasına (% 51) ihtiyacı vardı. Esas maharet bu kısımdan sonrasını belirli ve işler kılmaktaydı, bu başarılamadı.
Masa Ne Yapabilirdi?
Bu noktada yaklaşık iki senedir yazılarımda ve yayınlarımda muhalefete hep şunu önerdim:
Üç temel şeyi muhalif siyasalı kurmak için belirli kılabilseydik ve işlerliği olan doğru bir hiyerarşiye sokabilseydik bu iş çözülebilirdi zira bunlar muhalefet için ortak yatay kesenlerdi ve bu cephede daha geniş bir konsolidasyon yaratabilirdi.
Bunlardan ilki, iktidarın cumhuriyetin modern kamusal kazanımlara malik sivil-kültürel değerlerini örselediğiydi ve bu herkesin malumuydu.
Muhalefetin ideolojik aşırılıklardan arınmış kültürel bir cumhuriyetçilikte birleşebileceği aşikârdı; siyasal hiyerarşinin tepesine Mansur Yavaş sembolünü kullanarak bunu koyabilirdi.
Bunlardan ikincisi, iktidarın dini-geleneksel değerleri devletin bekası etrafında güvenlikçi bir şekilde kullanmak suretiyle ürettiği ve uç sağ popülizme yaslanarak daimî bir şekilde gerdiği aktüel siyasi atmosferi gevşetmekti.
Hayatı bu minvalde en geniş kamusal çıkar ve değer birlikteliğine yaslayan karizmatik bir figür etrafında merkez siyaset üzerinden normalleştirmeyi deneyebilirdi masa; bunu da Ekrem İmamoğlu sembolüyle siyasal hiyerarşinin yine tepesine koyabilirdi.
Bunlardan sonuncusuysa, iktidarın mevcut sistemi çoğunlukçu tahakküm üzerine kurmasına mukabil; masanın çoğulcu demokratlığı devreye sokmasıydı. Masa içi ve masa dışı aktörleri bu demokrat şemsiye altında toplanmaya davet edebilir; bu süreci de masa içi liderlerle sembolize ederek onları sürece aktif biçimde dâhil etmek suretiyle siyasal hiyerarşinin altında toparlayabilirdi.
Bu süreç eğer böyle işleseydi, aday belirlenimi anketlerde açık ara önde gözüken Yavaş ve İmamoğlu üzerinden böylece siyasi bir meşruiyete ve desteğe kavuşarak hiyerarşinin tepesine oturacak; masa içinde bulunan muhalif liderler de hiyerarşinin altında doğru ve işler bir konumlanmaya kavuşabilecekti.
Süreçte ayrıca siyasal hiyerarşinin tepesinde temsil edilen ortak kamusal çıkar ve değer birlikteliği de böylelikle cumhuriyetçilik ve merkez siyaset üzerinden tamamlayıcı siyasalı kuracak; demokratlık da parti liderlerini hiyerarşinin altında toparlanmaya mecbur ederek bu tamamlayıcı siyasalı destekleyecekti.
Masada Ne Oldu?
Altılı masa mutabakatı ve Kılıçdaroğlu’nun adaylığıyla neticelenen mevcut durumda ise bütün bunların tam tersi oldu.
Kılıçdaroğlu milletin talebine aykırı biçimde masadaki birtakım pazarlıklı hileli işler yoluyla gayrı meşru bir şekilde adaylığı elde etti. Bunu da helalleşme ve demokratlık algısı üzerinden hiyerarşinin tepesine yerleştirdi. Hem aday gayrı meşru bir yolla millete rağmen belirlenmiş hem de siyasal hiyerarşide helalleşme gibi kitleleri heyecanlandırmayan ve seçim sonrasının işi olan tali bir yol sürecin başat politikası haline gelmişti.
Memlekete neredeyse tüm cumhuriyet tarihinin en ideal demokratik sistemini ve erdemli yöneticiliğini vadeden Kılıçdaroğlu; memleketin gördüğü en kirli pazarlıklarla masada süreci işletiyordu. Millet sanıyorum burada bir sıkıntı olduğunu gördü.
Yavaş üzerinden cumhuriyetçilik ve İmamoğlu üzerinden merkez siyaset ise hiyerarşinin altında pasif görevlerde temsil edildi. Hatta bu kadarı dahi Meral Akşener’in olağanüstü çabalarıyla oldu.
Bu strateji çalışmaz diye sürecin başından beri siyasi aktörleri ve siyasi elitleri olanca gayretimizle uyarmamıza rağmen muhalif toplumsal tabana kulak verilmedi ve netice itibariyle seçim kaybedildi.
Aday Nasıl Belirlendi?
Üçüncü ve belki en önemli hata ise masanın aday belirleme yönteminin yanlışlığı oldu. Süreçte aday belirleme yönteminin anketlere dolayısıyla demokratik meşruiyete dayanmadığı açıkça görüldü. Bu durum demokrasi vadeden masanın kendi içinde demokrasiyi işletemediğini açıkça gösterdi. Hatta bir süre sonra memlekete siyasi istikrar vaadi dahi masa içi kaosa dönüştü.
İlteriş Ergun’un referansıyla, masadaki bu durum ponzi şemasını andırıyordu. Hayali bir kazanım üzerinden küçük partiler dahil herkes payını alıyor, masanın ana yatırımcıları ise açıkça siyasi olarak dolandırılıyordu zira seçim kaybedildiğinde ponzi şeması büsbütün kazanımsız biçimde dağılacaktı ve öyle de oldu.
Süreçte Yavaş ve İmamoğlu anketlerde açık ara önde olmasına rağmen susturuldu, kendileri de zaten tüm çağrılara rağmen böylesi bir ateşten gömleği giymeye cesaret edemedi ve siyaset tarihine geçecek kadar büyük bir basiretsizlik örneği gösterdi.
Meral Akşener’in 3-6 Mart arası masadan kalkma hamlesi basın danışmanı Tuncay Özkan’ın türlü iftiralarla dolu medya operasyonlarıyla sindirildi. Sadece Kılıçdaroğlu’nun kişisel antipatisi değil, Kılıçdaroğlu’nu aday yapmak için işletilen süreç de insanları rahatsız etti. İttifak doğru tasarlanmadı, aday doğru değildi. Akşener, bu yanlışlığa dikkat çeken muhalefetteki yegâne aktördü.
Adaydan Beklenenler Neydi?
Dördüncü hata ise adaydan beklenen şeylere dair yaşanan zihniyet çarpıklığı oldu. Mevcut aday için aslında temelde iki şeyin gözetilmesi yeterliydi; seçilebilir ve yönetebilir olması. Mamafih işler bu elementer beklentilerle gitmedi.
Bilgehan Özpek’in tespitiyle, sanki bize her şeyi yeni baştan yaratacak erdemli bir demokrasi havarisi gerekiyormuş ve parlamenter demokrasiye ancak böyle dönülebilirmiş algısı yaratıldı.
Bu durum büyük bir siyasi ahlaki öğretiye dayanıyordu ve bir anda kendimizi o görkemli demokratik idealizmi yaratacak erdemli lideri ararken buluverdik. Oysa demokrasi bir süreç işidir ve tabii bir rekabete dayanır hatta bu rekabetin bile tanımlanmış doğruya, güzele ve iyiye ulaşma gayesi ve garantisi yoktur.
Siyasi tabanlar, liderler ve partiler arası rekabetin askıya alındığı modern hakkın temsili üzerinden messiyanik bir kurtarıcı beklentisi ve umutla çağrılan ideal demokrasi arayışı ancak iki şekilde neticelenebilirdi. Süreç ya siyasetin doğal tabiatına göre işlemediği için başarısızlıkla sonuçlanacak ya da hasbelkader başarılı olunsa dahi bu messiyanik kurtarıcıya yüklenen büyük misyonla beraber ister istemez totalitarizme evrilecekti. Siyasi tarih açıkçası her dönem bunun örnekleriyle doludur.
Hakikat yani hak ve siyaset ilişkisi fundamentalist ideolojilerde oldukça problemli bir meseledir. Bu meselenin temeli aslında felsefede epistemolojik bir probleme kadar gidiyor. Varlığın mutlak bilgisi bilinebilir mi sorusuna rölativistler bu bilinemez yani hakikat tanımlanamaz derken; materyalistler ve idealistler bu bilinebilir ve ulaşılabilir yani hakikat tanımlanabilir diyor.
Mamafih materyalistler ve idealistler bilinebilen ve bulunabilen hakikati/hakkı siyaset eliyle inşa etmeye çalıştıkça, bir anlamda yeryüzünde cenneti kurmaya çalışmakla dünyayı kendilerinden gayrı tüm ötekilere cehennem edebiliyor, siyaset felsefesinde ve siyaset tarihinde bunun sonu genellikle totaliter bir faşizme çıkıyor.
Rölativizmde ise hakikat tanımlanamaz olduğuna göre hakkın agnostik muhtelif yorumları ortaya çıkıyor ve siyasette bu özgürlük, görecelilik ve tecrübi olgusal demokrasi yoluyla daha yaşanabilir bir dünya ortaya koyabiliyor zira hakikat üzerinden yeryüzünde cennet-cehennem dikotomisine kimse mecbur olmuyor.
Masanın düştüğü yöntem hatası tıpkı fundamentalist ideolojilerdeki gibi demokrasi etrafında kümelenen bu idealizm ve erdem arayışı oldu. Nurettin Kalkan’ın referansıyla söylersek, bizim memleketteki tüm siyasi ideolojiler ve temsillerde hakikat tekeline dayalı çözülemeyen o büyük problem masada ansızın yeniden karşımıza çıktı, sorun biraz da burada düğümleniyor diye düşünüyorum.
Bu durum modern siyasetin kurucuları olarak sayılan Hobbes, Machiavelli ve Schmitt’in tezlerini de bize yeniden hatırlattı. Elbette siyasete yön veren o büyük siyaset teorisyenleri bütün bunları, İçtihad dergisinin meşhur yazarı Kılıçzade Hakkı’nın deyişiyle o ‘romantik rüya ya da pek uyanık uyku’nun içinde unutuvermişti.
Her türlü aktörün hayatta kalmak adına tüm menfi arayışlarının doğal ve kaçınılmaz olduğunu söyleyen hatta bu yüzden kuralları ve kanunları baştan belirlenmiş olan ve tüm aktörleri kısıtlayan bir üst yapıya yetkilerimizin rızayla devredildiğini söyleyen; böylece modern ve medeni hayatı ilkel olandan ayıran Hobbes unutulmuştu. Masa tüm muhalefetin huzursuzca da olsa daha huzurlu ve güvenli bir hayat için yetkilerini devrettiği böyle bir üst yapıyı temsil etse de aslında kendi iç işleyişinde siyasete uygun belirli kuralları ve kanunları yoktu.
Siyasette erdem ve ahlakın istisna olarak aktörler tarafından ancak kazanmak için araçsallaşacağını ve siyasetin ahlak gibi bir gayesinin olmadığını hatta kazanmaktan başka bir amacının olmadığını söyleyen Machiavelli unutulmuştu. Masanın ahlaki bir demokrasiye ve erdemli bir adaya duyduğu ihtiyaç kamuoyunda vurgulanırken; aslında seçimin kazanılması büyük bir kumara dönüşmüştü.
Siyasalı yani dost düşman ayrımı olmayan bir mücadelenin siyasetin tabiatına aykırı olduğunu söyleyen Schmitt unutulmuştu. Masanın Erdoğan karşıtlığı dışında bir siyasalı olmadığı açıkça görülüyordu.
Kant’ın modernleşme ve aydınlanmaya ilham olan hatta demokrasinin temel savı olduğu iddia edilen ‘sınanmış pratik ortak aklın kullanımı’ tezi dahi bu süreçte büyük demokrat entelektüellerin hatırına gelmiyordu.
Bir yandan millete parlamenter demokrasi vadederken diğer yandan aday belirleme usulündeki demokratik akıl ve toplumsal tecrübe askıya alınıyordu. Demokratlık açıkça görüldü ki muhalefet tarafından daha yola çıkmadan imtiyazlı yerleşik çıkarlar ve menfi patronaj ilişkileri uğruna kurban edilmişti.
Farabist anlayış üzerinden kurgulanan erdemli demokrasi havarisine yüklenen o büyük anlam ile Platonist anlayış eliyle yaratılan fundamentalist idealizmin nurlu ufukları birleşiyordu. Bir avuç entelektüel dışında kimse olan biteni görmüyordu.
Erdemli bir demokrasi havarisinin ahaliye demokratik devrimi müjdeleyeceği görkemli idealizm algısı her yeri sarmıştı. Bu erdemli havariye destek olanlar büyük bir ahlak şövalyesi gibi karşılanıyor; ona karşı olanlar ise büyük bir ahlaksızlığın iflah olmaz kötüleri gibi yansıtılıyordu. Süreç boyunca kazanacak aday gibi basit bir gerçeğe vurgu yapmak dahi ya sarayın adamı olmak ya da beşli çeteden para almakla itham edildi.
Mamafih beşinci hata olarak görebileceğimiz işin en trajik yanı ise sanırım buradaydı; hayata karşı büyük bir kurgu samimiyetsiz biçimde masada millete rağmen işletiliyordu. Bu erdemli demokrasi havarisini gayrı meşru yöntemlerle aday gösterebilmek için masanın arka planında siyasi ahlaksızlığın kitabını yazacak kadar büyük bir kirli pazarlık dönüyordu. Bütün bunları da ahalinin görmediği sanılıyordu oysa ahali bütün bu ayak oyunlarına bu topraklarda asırlardır bilinçdışı olarak gayrı iradi biçimde aşinaydı.
Sonuç olarak tüm bu süreç nihayetinde kimin kimden daha gözü açık, uyanık, tecrübeli olgusal ve hayatla ilişkisinin sahici olduğunu da sandıkta bize açıkça gösterdi; milletimiz altılı masayı ve mevcut adayı kurgusal, samimiyetsiz ve hayatın kötü bir kopyası olarak görmüştü.
*Bu yazı ilk kez 8 Temmuz 2023’te karar.com’da yayımlanmıştır.
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.