Melez kavramının önemini anlamak için önce postmodernizme bakmak gerekiyor.
Postmodernizmin üzerinde uzlaşılmış bir tanımı yok. Kavramı ilk olarak ünlü tarihçi Arnold Toynbee 1947’de tarihsel bir kavram olarak kullanmış. Toynbee yeni bir tarihî evreye geçildiğini belirterek bu yeni evreyi postmodern çağ olarak isimlendirmiştir.
Literatüre baktığımızda, postmodernizmin derinlikli incelenmesini François Lyotard’ın Postmodern Durum isimli kitabında görüyoruz. Lyotard bu eserinde postendüstriyel toplum ve kültürler, postmodernizm, modernizm ve modern bilimin eleştirisi, bilginin meşruluğu, dil oyunları gibi konuları derinlemesine ele alıyor ve dahi meta anlatıların çöktüğünü öne sürüyor.
Ona göre postmodern toplum hızlı değişim toplumudur. Bu hızlı değişim toplumunda bilginin konumu değişmiş, dönüşmüştür. Bilginin sadece konumu değil doğası da değişmiştir. Bilgi ticarileşmiş, teknolojiyi elinde tutan ülkeler ile diğerleri arasındaki uçurum açılmış, çokuluslu şirketler dünya üzerinde etkili hale gelmiştir. Elinden telefonu düşmeyen insanlara bakıldığında aslında bu açıkça görülür, toplum bir nevi hafızasını anbean yeniden üretebilecek şekilde bilgisayarlaşmıştır.
Postmodernizmin kuramsal altyapısını çizen pek çok düşünür ve akademisyenden söz edilebilir hatta Foucault, Derrida, Feyerebend, Lyotard, Baudrillard, Jameson ve Barthes bunlardan en önemlileri sayılabilir.
Aydınlanma’nın temel kabullerine ve tezlerin karşı çıkan postmodern düşünce, ilk olarak sanat ve mimari alanında kendini gösterir. Aydınlanma’nın savunduğu insan merkezli düşüncenin aksine postmodern düşünce ne tanrıyı ne insanı merkeze alır, hepsinden öte çokmerkezliliği savunur.
Temel özellikleri belirsizlik, parçalanma, kural bozumu, ben yitimi, melezleşme, otorite karşıtlığı, ironi, merkezsizleşme, çoğulculuk, çok kültürlülüktür.
Meta anlatılara, bilimsel bilginin üstünlüğüne, pozitif bilimlere, teknolojiye, bürokrasi ve uzmanlaşmaya, ulus devletlere, millî kültürlere, yerleşik kimliklere kapalı; belirsizliğe, parçalılığa, etnisitelere, altkültüre, bilgiye, çoğulcu bakış açısına sonuna kadar açıktır.
Postmodernizm, varolan verili ve inşa edilmiş kimlikleri reddeder. Farklılıkları kutsar, bölünmüşlüğü yüceltir. Örgütsüzleştirilmiş, kimliksizleştirilmiş atomize bireylerden oluşan bir toplum tasavvur eder. Parçacıllaştırma, hibritleştirme-melezleştirme postmodernizmi modernizmden farklılaştıran en temel özelliktir.
Postmodern tasavvurda artık çözüm aracı olmaktan uzaklaşan, düzen sağlayıcı işlevini kaybeden devlete ihtiyaç yoktur. Millî kimlik ve kültür de gereksizdir. Çünkü “insan beni” o kadar akışkan ve parçalı; insan kimliği o kadar değişken, belirsiz ve kırılgandır ki ortak kimlik, ortak kültür, kolektif eylem ve dayanışma için bir temel oluşturamaz. Bu yüzden parçalı ve çoklu toplumsal kimlikleri savunur. Farklılıklara ve kültürel çeşitliliklere vurgu yapar. Zaten millî politikaların birleştiricilik kapasiteleri bu anlayışa göre oldukça zayıflamış, milli kimliklere aidiyet azalmış, yeni kimlik arama eğilimleri artmıştır.
Tüm farklılıkları yücelten, bölünmüşlüğü, parçalanmışlığı teşvik eden, çokkültürlülüğü savunan postmodern düşüncede hibritleşme-melezleşme büyük önem taşır. Postmodernizm bir anlamda bu dinamiklere yaslanarak hiperkültürler, melez kültürler yaratmayı olanca gücüyle savunur.
Burada melez kavramının üzerinde ciddiyetle durulmalıdır zira bu kavramın günümüze yansımaları hepimizi psikolojik, sosyal ve siyasi olarak yakından ilgilendirmektedir.
Melezleşme, bir botanik ve zooloji terimi. Cambridge Sözlüğü’nde “hibrit”in kelime anlamı olarak “iki ya da daha fazla farklı bir şeyin bir araya gelerek oluşturduğu şey” olarak geçiyor.
Postmodern düşünürlerin hibrit-melez kavramına yüklediği misyonun etkisi, arka planda modernizmi rijit bir anlayış olarak ele aldıklarını ifşa eder niteliktedir. Bu anlayış ve düşünürlere göre millî kimlik ve kültür, ulus ve ulus devlet gibi kavramlar rijit kavramlar kategorisinde mücadele edilmesi gereken yapılar olarak ele alınır.
Postmodernistlere göre toplumda hiçbir şey katı değil hatta bir o kadar akışkandır. Dolayısıyla kimlikler de bu akışkanlık içinde daima yeniden üretilmekte ve sabit kalmamaktadır. Bu sebeple postmodern toplumda kimlik değişken, akışkan, parçalı, dağınık, kopuk, çoklu, açık ve dramatik dönüşümlere tabi olmaktadır.
Onlara göre klasik ve modern kimlik kazanma süreci aile, çevre, kültürel değerler hatta eğitim ve meta ideoloji etkisiyle oluşurken postmodern dönemde bu süreç farklı işlemekte ve bireyler kendi kimlik oluşturma süreçlerini doğrudan kendileri belirlemektedir.
Postmodern dönemde belirli bir kimliğe bağlı kalmak, verili bir kimliği sabitlemek mümkün değildir. Bu kimliğin en önemli özelliği bağlanmamasıdır. Kimlik, sürekli kendisini yeniden inşa ederken yeni kimlik seçeneklerine de açıktır. Nihayet postmodernizm bireye yakıştırılan, çoğaltılamaz, değiştirilemez ve kaldırıp atılamaz kimlikleri istememektedir.
Postmodernizmin ünlü düşünürü Bauman kimlik meselesini şöyle açıklamaktadır: Modern dönemde insanlar, hacıların hac yerine nasıl ulaşabileceklerini düşündükleri gibi bir kimliğe nasıl ulaşabileceklerini düşünmektedirler. Başka bir ifadeyle kimlik, kişinin kendi dünyasında hiçbir tahakküme girmeden ulaşılması gereken bir hedeftir.
Postmodernizmin din ile ilişkisi de oldukça sorunludur. Millî kimliklere hibritleştirme yoluyla büyük darbe vuran postmodern çağ, daha şiddetli bir darbeyi de böylece evrensel dinlere vurmaktadır.
Millî kimlikler nasıl etnik, mezhebî ve alter milliyetçilikler sayesinde yıpratılıyorsa; evrensel dinler de yeni dinî kimlikler, New Age akımlarla işlevlerini kaybediyor görünmektedir. Sami dinlerin en büyük özellikleri olan birleştirme, bütünleştirme fonksiyonlarını bu yeni anlayışla birlikte yitirdikleri ortaya çıkmaktadır.
İşte bu aşamada postmodernistler, yeni kimliklerin ortaya çıkacağını yani hibrit-melez kimlikler oluşacağını öne sürmektedirler.
Postmodern düşünürler tarafından yüceltilen hibritleşme-melezleşme meselesi, kimlik kavramının bir bulanıklık halini taşıması itibarı ile önemlidir. Özellikle anayasal idarede ulusu varsayan homojen birlik ve vatandaşlar arasındaki hukuki eşitliğin, anayasal idarede çokkültürlü toplumlara dönüştürülmesi postmodernizm açısından büyük önem taşır. Çünkü çok kültürlü toplumlar hibrit kimiklerin yaratılması için uygun koşulları sağlar.
Son dönemlerde sosyal bilimlerde kimlikler ve kültürler için öne süren hibritleşme-melezleşme, siyasi araştırmalara da konu olmuş, siyasette de hibritleşmenin-melezleşmenin önü açılmaya çalışılmıştır.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı verilen bu ucube sistem “siyasette melezleşmenin” önünü açmış hatta ittifaklar siyasal melezleşmeyi hızlandırmıştır.
Siyasette Melezleşme
Bu süreci farklı siyasi fikirlere sahip, farklı ideolojik eksenli siyasi yapıların eklemleşerek bulanıklaştığı, fikirlerin, değerlerin geri plana atıldığı ittifaklar içinde eritilme süreci olarak tanımlayabiliriz.
Dünyaya bakışları, ideolojileri, eğilimleri, sosyolojik tabanları birbirinden farklı partilerin ittifaklar adı altında birlikte hareket etmeye zorlanması, sistemin siyasi yapıları buna mecbur bırakması bu postmodern siyasi süreci tetiklemiştir.
Siyasetin melezleştirilmesi sürecinde siyasi yapılar bir araya gelerek iç içe geçmek zorunda kalırken bu süreç onları var eden fikirleri, değerleri, ilkeleri de buharlaştırmaktadır. Siyasi yapılar ittifak dayatmaları içinde karışıp kaynaşarak özlerinden uzaklaşmaktadır. Siyasi melezleşme, partilerin yapısını, işleyişlerini, fikirlerini, ideolojilerini dönüştürmekte, siyasi kimlikleri de eritmeyi hızlandırmaktadır. Siyasetin melezleştirilmesi sürecinde tüm siyasi kimlikler bulanıklaşmış, silikleşmiştir.
İdeolojiler, kadrolar, parti programları önemini kaybetmiş, siyasi söylemlerin içi boşalmış ve siyasi gruplar işlevsizleşmiştir. Siyasi kültürler, siyasi kimlikler, siyasi gelenekler öğütülmüş, geleneksel form ve tanımlar rafa kaldırılmış, her şey siyasi melezleşmeye uygun şekilde yeniden tanımlanma sürecine girmiştir.
Siyasi kimlikler ve yapılar, zıt kimlik ve yapılarla bir araya getirilerek kaynaştırılmış, yeni melez siyasi kimlikler oluşmuştur. Zıt siyasi kimlikler arasında kurulan siyasal etkileşim ve ortak mücadele ruhu; zıtlıkları törpülerken savunulan fikirleri esnetmiş, siyasi kimlikler tam da postmodern düşünürlerin istediği gibi siyasi bir kimliksizliğe sürüklenmiştir.
Siyasi yapılar bu postmodern melezleşme sürecinde içinde bulundukları ittifakın uyumu adına inanmadıkları değerleri, politikaları savunmak ve uygulamak durumunda kalmışlardır. Siyasal kültürler, kimlikler, yapılar birbirleri ile yakınlaşarak kimin neyi, hangi orijinal fikri savunduğu anlaşılmaz hale gelmiştir.
Siyasetin farklı desenleri aynı ittifaklarda birleştirilirken ittifaklar kendi içlerinde parçalı yapılara dönüşmüştür. Siyasetin melezleştirilmesi sürecinde siyasal sistemin değiştirilmesi bu anlamda önemli bir kırılma noktasıdır. Bu kırılma noktası esasında siyasi kimliklerin dönüşümüne de yol açmaktadır.
Dayatılan melezleşme köklü siyasi yapıların söylem ve politikalarını etkileyip değiştirirken siyasi kimliklerin dönüşümünü de hızlandıran bir işlev görmektedir. İttifak çatıları altında zorunlu yakınlaşma siyasal kimlikleri silikleştirip buharlaştırırken siyasal kimliklerin sahip olduğu ayırıcı niteliklerin kaybolmasını da sebep olmaktadır.
Siyasal yapıların ayırıcı niteliklerinin kaybolması siyasal kimliklerin diğer kimlikler içinde erimesini hatta yeni hibrit siyasal kimliklerin oluşması sonucunu doğurmaktadır. Köklü bir geçmişin sonucunda oluşan siyasi kimlikler melezleşmenin değiştirici, öğütücü yapısı içinde varlık sorunu yaşarken seçmen de bir kimlik bunalımına sürüklenmektedir.
Siyasi kimlikler aşınırken korkarım ki sürecin sonunda melezliğin kendisi bir siyasi kimlik olacaktır.
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.
Harika bir analiz, teşekkürler. Sağlık ve başarı dilerim