Türkiye siyaseti, özellikle de muhalefet cenahı büyük bir sıkışmışlık içerisinde. Geçen genel seçimde kazanmaya dönük beklentiler zirve yapmışken alınan yenilgi üzerine bir de Kemal Kılıçdaroğlu’ndan utanma ve yüzsüzlük sınırlarını zorlayarak istifa etmemesi ve partisinde değişimin önünü tıkaması muhalif tabanda büyük bir umutsuzluk ve apati yaratmış durumda.
Kılıçdaroğlu yönetimi gerçekten bir hayal aleminde yaşıyor gibi görünüyor. Hem kendisinin hem de çevresindekilerin yaptıkları açıklamalardan anlaşılan, muhalefet seçmeninin seçim öncesi kazanma beklentisi ne kadar yüksek olursa olsun seçim yenilgisi sonrası bunları tamamen unutacağı ve bir noktada eski reflekslerine geri döneceği beklentisi içindeler. Ancak özellikle genç seçmen hiç böyle bir ruh halinde değil.
Seçmen gibi CHP’nin muhalefette iş birliği yaptığı partiler de artık bu ruh halinde değil. Kutuplaşmış siyasal ortamda CHP’nin “Erdoğan’dan kurtuluyoruz” vaadiyle tüm muhalefeti kendi sancağı altında topladığı günler artık bitmiş gözüküyor. Çünkü en başta böyle bir toplaşma olsa bile Kılıçdaroğlu ana muhalefet lideriyken hiçbir genel seçimin kazanılamayacağını hem seçmen hem de diğer partiler artık biliyor.
İşte bu noktada hem Meral Akşener’in önceki açıklamalarından hem de dün İYİ Parti Genel İdare Kurulunun toplantısından çıkan karardan İYİ Parti’nin kendine yeni bir rota çizmiş olduğunu anlıyoruz. Bu yazıda bu çizilen rotanın bugün Türkiye siyasetinde neden gerekli olduğunu irdelemek istiyorum.
İki kutuplu siyasal sistemin açmazı
Türkiye siyaseti uzun zamandır iki kutupluluğa sıkışmış durumda. Bu, Erdoğan’ın liderliğine ve sağ seçmenin çokluğuna güvenerek bilinçli tasarladığı bir sistem.
Toplumsal düzeyde Türkiye seçmeninin 1950’den beri “% 60-65 sağ, % 35-40 sol” şeklinde özetleyebileceğimiz bir eğilimi söz konusu. Bu, bugünden yarına değişecek bir sosyoloji değil. Dolayısıyla karşısında solu temsil eden ve HDP ile ittifak yapan bir CHP olduğu sürece sağı büyük oranda birleştirmiş olan Erdoğan her seçimi kazanabileceğinin çok iyi farkında. CHP’nin bu durumu aşmak için yanına İYİ Parti’yi veya Saadet, Deva, Gelecek gibi muhafazakar camiadan partileri alması da fayda getirmiyor. Çünkü son tahlilde muhalefet blokunun liderliğini CHP gibi muhafazakar camianın derin antipati duyduğu sol bir parti yapıyor.
Dahası, o partinin başında da Kılıçdaroğlu gibi muhafazakar camianın gözünde beceriksizliği tescilli bir isim varsa muhalefetin kazanma şansı iyice bitiyor. Bunu geçen seçimde çok net bir biçimde gördük. Ekonomik zorlukların ciddi boyutlara ulaştığı bir ortamda bile Erdoğan seçimi kazanabildi. Cumhur İttifakı’nın kaybettiği oylar da İYİ Parti ve Altılı Masa’daki küçük muhafazakar partilere değil Yeniden Refah ya da Zafer gibi partilere gitti. Seçmen ekonomik krize rağmen Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı’nı bir seçenek olarak görmedi.
Kısacası CHP liderliğinde girilecek herhangi bir seçimi, hele ki başında Kılıçdaroğlu varsa, Erdoğan’a karşı başarı getirmesinin mümkün olmadığı acı bir tecrübeyle anlaşıldı. Bunu herkes gibi İYİ Parti de anladı.
Ayrıca, muhalefetin kolektif başarısı önünde engel oluşturması kadar, CHP ile yapılan bir ittifakın doğrudan İYİ Parti’nin kendisine de zarar verdiği görüldü. Geçen ocak başına kadar, henüz CHP genel merkezi anketleri manipüle etmezken, görece güvenilir kamuoyu anketlerinin ölçümlerinden anladığımız, İYİ Parti’nin oyları % 20 civarına kadar çıkmıştı. Ancak ne zaman ki Kılıçdaroğlu’nun adaylık projesi doğrultusunda kamuoyunda o projenin uydu partisi gibi algılanmaya başlandı, o noktadan itibaren İYİ Parti’nin oylarının adım adım eridiğini gördük. Nitekim oyları seçimde % 10’un altına kadar düştü.
Sağın alternatifi ancak sağ olabilir
Şurası artık kesin ki liderliğini sol bir partinin yaptığı bir muhalefet blokunun, Türkiye’nin sağa eğilimli ve kutuplaşmış toplumsal yapısı göz önüne alındığında, Erdoğan gibi milliyetçi, muhafazakar ve İslamcı kesimleri birleştirmiş ve liderlik karizması olan bir isme karşı hiçbir şansı yok. Dolayısıyla Türkiye’de muhalefet seçim kazanmak istiyorsa o muhalefetin liderliğini mutlaka sağ bir partinin yapması gerekiyor. Çünkü ancak böyle bir parti kutuplaşmış sosyo-siyasal ortamda Erdoğan seçmeninden oy koparabilir. Aksi takdirde ülkede işler ne kadar kötü giderse gitsin sonuç Mayıs 2023 Seçimi’nden farklı olmaz.
Bu noktada CHP açıkça muhalefetin önünü tıkayıcı bir rol oynuyor. Çünkü hem kemik % 25 oyuyla muhalefetin en büyük partisi ve bu yüzden de muhalefetin doğal lideri olarak kabul ediliyor hem de onun liderliğinde seçim kazanılması mümkün değil.
Türkiye’de muhalefetin seçim kazanabilmesi için bu sorunu aşması şart. Ya CHP muhalefetin lideri olmaktan gönüllü vazgeçecek ya da CHP ile ittifak yapmayan bağımsız bir sağ parti kendine bir üçüncü yol çizecek.
Mevcut CHP yönetiminin birincisini yapmaya yanaşmayacağı açık. Son seçim gösterdi ki onlar CHP üzerindeki hakimiyetleri devam ettiği ve oradaki rantı yönettikleri sürece seçimlerin kaybedilmesini umursamıyor. Dolayısıyla geriye sadece ikinci seçenek kalıyor.
Şu an içinde yaşadığımız otoriter keyfî yönetimden, onun yolsuzlukları ve yanlış ekonomi politikalarından kurtulmanın tek yolu; demokrat, devletin kurumsallığını ve hukuk devletini geri getirecek ve ülkeyi kalkındırma perspektifi taşıyan bir sağ partinin CHP ve HDP’den bağımsız bir şekilde Erdoğan’a rakip olmasıdır.
İstemeye istemeye de olsa son beş yıldır alternatif bulamadığı için tekrar Erdoğan’a veya Cumhur İttifakı’na oy veren sağ seçmen ancak bu şekilde o bloktan koparak başka bir partiye yönelir.
“Üçüncü yol”un handikapları
Böyle bir yolun önemli handikapları da yok değil elbette. Özellikle de yerel seçimlerde.
Bazı kesimler son seçim döneminde yaşananlardan sonra İYİ Parti’nin böyle bir yol çizmesinin makul olduğunu ancak oyları böleceği için bunu yapmanın yerel seçimlerde yanlış olacağını söylüyorlar.
Bu elbette yabana atılacak bir argüman değil. Çünkü Cumhur İttifakı seçimlere tek blok halinde girerse -ki öyle yapacak- muhalefet birleşmediği takdirde CHP’nin 2019’da kazandığı belediyeleri kaybetmesi oldukça yüksek ihtimal.
Ama buradaki kilit soru şu: Muhalefet Kılıçdaroğlu’nun liderliği altında olduğu sürece hiçbir genel seçimi kazanamayacaksa, CHP’nin 2019’da aldığı belediyeleri korumasının hem seçmen hem de İYİ Parti açısından faydası nedir?
O belediyelerin rantından ortalama seçmen yararlanıyor değil. Ayrıca belediyelerin muhalefete geçmesinin genel seçimlere etki etmediğini de gördük. Muhalif seçmen için geriye sadece “Erdoğan karşıtlığı” kalıyor. Ama şu anda sosyal medyada gözlenen 50 yaş altı muhalif seçmen için Kılıçdaroğlu karşıtlığı Erdoğan karşıtlığını geçmiş durumda. Genç muhalif seçmen artık AKP’den çok CHP’nin kaybetmesini istiyor.
Benzer bir durum İYİ Parti için de geçerli. İYİ Parti içinde CHP’nin belediyelerinden yararlanan gruplar var ama sonuçta o belediyeler İYİ Parti’ye ait değil. O belediyelerin parti olarak İYİ Parti’ye net bir getirisi yok.
Dolayısıyla ne muhalif seçmenin ne de İYİ Parti’nin doğrudan yararlanmadığı belediyelerin -eğer olacaksa- CHP’den AKP’ye geçmesinden endişelenmesi için bir sebep varmış gibi gözükmüyor. Ama bu seçimde örneğin İYİ Parti, en az % 5’ini Cumhur İttifakı’ndan koparmak üzere % 20’lere yaklaşan bir oy alırsa, hangi belediyenin kazanılıp kaybedildiğinden öte, önümüzdeki dönemde iktidar için gerçek bir alternatif olabilir. Bu çok daha önemli bir gelişme.
Kaldı ki bu yerel seçimde CHP büyük bir başarısızlık yaşamazsa Kılıçdaroğlu’nun partinin başından gideceği de yok. İstanbul ve Ankara belediyelerinden birisini bile kazansa utanmazlık sınırlarını aşarak Kılıçdaroğlu bunu bir başarı olarak sunacak ve partisinin başında kalmaya devam edecektir.
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.