9:50 am Psikoloji

Süreğen Çatışmaların Psikolojisi – 2

Süreğen çatışmalar neden ve nasıl başlar?

Süreğen çatışmalar, gruplar arasında aslında uzun süredir var olan birtakım amaç ve çıkar çatışmalarının bir şekilde yüzeye çıkması ve bir şekilde şiddet içeren eylemlerin cereyan etmesiyle başlar diyebiliriz. Çatışmaya temel teşkil eden amaç ve çıkarlar en azından gruplardan biri için varoluşsal bir öneme sahiptir ve grup kimliğiyle de yakından ilişkilidir.

Mesela din, grup kimliğinin önemli bir bileşenidir ve bir grubun dini yaşantılarının kısıtlanması veya baskılanması grup kimliğine yönelik bir tehdittir. Böyle bir baskı veya kısıtlamaya maruz kalan grup, bir taraftan bu kimlik unsuruna daha sıkı sarılacak, diğer taraftan da varoluşsal bir tehdit olarak gördüğü baskı ve kısıtlamalara karşı somut tepkiler sergilemeye başlayacaktır.

Süreğen çatışmaların neden ve nasıl başladığını anlayabilmek için sosyal bağlamın özelliklerini ve bu sosyal bağlam içindeki grubun dinamizm gösteren psikolojisini iyi anlamak gerekir.

Süreğen çatışmaları ortaya çıkaran sosyal bağlam

Süreğen çatışmaların patlak verdiği bağlamların başat özelliği, gruplardan en az biri için maddi ve manevi temel ihtiyaçların tam olarak karşılanmadığı koşulların var olmasıdır (Staub, 2011). Bu koşulları beş ana kategoride sınıflandırmak mümkündür:

1-         Birden fazla grup bir arada yaşamaktadır ve kaynakların bu gruplar arasındaki dağılımında dengesizlik vardır.

2-         Grupların coğrafi hak iddiaları söz konusudur, özellikle bazı gruplar belli bir toprak parçasını ana vatan olarak kabul etmekte, diğer grup bu iddiaya karşı çıkmaktadır.

3-         Grupların politik, ekonomik ve kültürel sistemle ilgili temel anlayış farkları söz konusudur.

4-         Bir grup için grup kimliğiyle yakından ilişkili olan kültür, gelenek, dil, din gibi unsurların serbestçe dışa vurulmasında, pratiğe dökülmesinde sorun vardır.

5-         Grup veya gruplar, sosyal bağlamın kendi grup kimliklerini tehdit ettiği algısı içindedir.

Pek çok süreğen çatışmanın patlak vermesinde bu koşullardan birkaçı bir arada etki gösterir. Bu koşulların gerçekten, somut biçimde var olması kadar grup tarafından varmış gibi algılanması da çatışmanın başlamasında etkili olabilir.

Beşinci koşul, yani grup kimliğinin tehdit altında olduğu algısı, grup içi ve gruplar arası psikolojik süreçlerde daha duygusal ve güçlü tepkiler ortaya çıkarabilir. Bazı durumlarda bir grubun varlığı için belirgin, somut bir tehdit söz konusu olmasa bile bazı önderler veya çıkarcı ve fırsatçı gruplar söz konusu grup için bir tehdit söz konusuymuş gibi bir propaganda yapabilirler. Bu nedenle grup içi ve gruplar arası psikolojide   tehdidin varlığından çok “algılanan tehdit” önemlidir.

 “Algılanan tehdit” bir zararın ortaya çıkma olasılığıyla ilgili inanç olarak tanımlanabilir. Dışarıdan gelen tehdidin algılanan büyüklüğü ile bu tehditle baş edebilmek için sahip olunan güç arasındaki oran, algılanan tehdidin ne kadar şiddetli olarak algılandığını da belirler (Stephan ve Stephan, 2000). Algılanan tehdit, grubun yok olması ihtimali biçiminde olursa grupta kolektif bir kaygı ortaya çıkabilir (Wohl ve Branscombe, 2009).

Yok olma tehlikesine dair algı, gerçek delillerden beslenen bir kanaate dayanabileceği gibi verilerin çarpık yorumlanması sonucunda ortaya çıkan kuruntular şeklinde de olabilir (Stephan, Renfro ve Davis, 2008). Diğer grubun şiddet içeren eylemleri tehdit algısını arttırır ve bu tür eylemlere maruz kalmak, grup içinde kenetlenmeyi kolaylaştırır.

Özellikle haksız, asimetrik şiddet eylemleri veya vahşet içeren eylemler, bu eylemlerde zarar görenlerle empati kurulması yoluyla grup öfkesini kamçılar. Eylemlerde ölenlerin yakınlarıyla kurulan kısmi özdeşimler mağduriyet duygularının grup çapında yayılmasını sağlar ve süreğen çatışmaların başlamasında milat olma özelliği gösterebilir. Bu dönüm noktasından sonra grubun amaçları ve amaçlara ulaşmak için kullanılacak araçlar konusunda köklü değişiklikler olabilir. Özellikle de grup önderlerinin “bundan sonra” diye başlayan cümlelerle grubun davranış repertuvarını daraltması ve çatışma dışında bir çıkış olmadığı inancını pekiştirmesi de sık rastlanan bir durumdur.

Asimetrik çatışmalarda çatışmaların patlak vermesi biraz daha farklı olabilir. Özellikle taraflardan biri kurumsallaşmış araçlara sahip bir devlet olduğunda silahlı çatışmayı sürdürme konusunda kaynakları çok daha geniş ve bol olacaktır, buna mukabil devlet organizasyonuna sahip olmayan grup için imkanlar çok daha kısıtlıdır ve dahası, böyle bir grubun faaliyetleri yasa dışı olarak kabul edilecek ve çok erken aşamadan itibaren baskı ve yasaklarla, kısıtlamalarla karşılaşacaktır.

Böyle asimetrik bir çatışmanın başlangıç aşamasında “yasa dışı” etiketi yapıştırılan grubun kendi mücadelesinin haklı olduğuna kendi grup üyelerini ikna etmesi de daha zor olacaktır. Böyle bir grup için önderlerin farklı bir işlev ve önemi olur. Bu önderler en azından grubun bir kısmını öfkenin etkisiyle eyleme geçirmeyi başarmalıdırlar. Girişilen şiddet eylemi, ki bazen bu terör eylemi şeklinde olabilir, bir şekilde diğer grupta belirgin bir zarar, huzursuzluk ve kaygı yaratabilirse o zaman amacına ulaşmış olur ve grubun daha fazla üyesi amaç ve yöntem konusunda ikna olur (Bandura, 2000).

Süreğen çatışmanın başlamasında grup psikolojisi

Çatışmanın başlangıcında grubun harekete geçirilmesi için güçlü bir grup kimliği elzemdir. Grup kimliği ve grup üyelerinin grup özdeşimleri kolektif tehditlere verilen duygusal yanıtlarla yakından ilişkilidir (Smith ve ark., 2007) ve grubun politik eyleme geçme konusundaki eğilimlerini de belirler. Süreğen çatışmalarda bir grubun eyleme geçmesini kolaylaştırmak için grup kimliğinin üç temel unsurunu güçlendirmek gereklidir (David ve Bar-Tal, 2009):

1-         Ortak kader hissi: Grup üyelerinin tehdit karşısında benzer bir akıbetin kendilerini beklediğine inanması.

2-         Grubun refahı ve bekası için endişe duyma ve bu uğurda fedakarlık yapmaya hazır olma: Bireylerin grubun yaşadıklarına duyarlı olması ve grup için maddi kayıplara ve hatta hayatlarını vermeye hazır olması durumu.

3-         Grubun eşgüdümü: Grubun hedefleri için iş birliği içinde hareket etme yeteneği.

Bu üç temel unsurun güçlenmesi “siyasallaşmış grup kimliği” oluşumunu sağlar. Siyasallaşmış grup kimliği, grubun hedeflerine yönelik eyleme geçmeye hazır bir zihniyeti ifade eder (Hunt ve Benford, 2004). Bu unsurların güçlenmesi ve grup kimliğinin siyasallaşması da birtakım toplumsal inançlara dayanmak zorundadır.

Örneğin grubun kaynakların dağılımında mağdur olduğu inancı, ortak kader hissini ve grubun refah ve bekası ile ilgili kaygılarını eyleme dönük olarak biçimlendiren bir kalıp işlevi görür. Kaynakların dağılımında adaletsizlik olduğu inancı, genellikle bu adaletsizliğin bir kasıt sonucu ortaya çıktığı inancıyla bir aradadır (Walker ve Smith, 2002). Bu inanç her zaman için somut bir gerçekliğin bilgisine dayanmaz.

Kaynakların dağılımındaki dengesizlik, güç sahipleri tarafından kasten yaratılmış bir dengesizlik olmayabilir ama mağdur olan grup, dağılımdaki dengesizlik nedeniyle gücü elinde tutan zümreyi suçlayabilir. Bazı durumlarda pek çok farklı grup mağdur olmasına rağmen tek bir grup bu mağduriyetin bir kasıt sonucunda ortaya çıktığına inanabilir. Mesela ülkenin birçok noktasında elektrik, temiz su, doğalgaz, yol gibi imkanlardan yoksun köy olmasına rağmen belli bir bölgedeki grup kendi etnik kimlikleri nedeniyle bunlardan yoksun bırakıldığına inanabilir.

Bilişsel birtakım hatalar sonucu gelişen grup inançları da mağduriyet hissinin pekişmesine katkıda bulunur. Bu bilişsel hatalardan biri, yanlış karşılaştırmalardır. Mesela bir grup, sayıca az olan zengin bir zümreyle kendisini karşılaştırdığında ayrımcılığa ve haksızlığa uğradığına, başka gruplara ayrıcalıklar tanındığına inanabilir.

Nüfusu az olduğu için tam teşekküllü bir hastane açılmamış olan bir ilde yaşayanlar kendi mezhep veya milliyetleri nedeniyle devletin o ile hastane açmadığına inanabilirler. Halbuki diğer mezhep veya milliyete mensup olan ve nüfusu az olan başka illerde de tam teşekküllü hastaneler yoktur.

Bu hatalı karşılaştırmalar, bazen tarihsel birtakım değişkenlerden de beslenebilir. Belli bir bölge bir asır önce müreffeh ve zengin bir yaşam sürerken değişen şartlar ve öncelikler nedeniyle bugün aynı refaha sahip olmayabilir ama o bölgenin insanları geçmişle şimdiyi karşılaştırarak mevcut duruma diğer grubun sebep olduğunu ve kendilerinin daha müreffeh bir hayatı hak ettiğini düşünebilirler.

Bu grup inançlarının ortaya çıkmasında ve pekişmesinde iç ve dış provokatörler de rol oynayabilir. Bu örneklerden de anlaşılabileceği gibi süreğen çatışmaların başlamasında bir grubun kaynakların dağılımında mağdur olduğuna inanması tek başına yeterli olmaz; bu inanca mağduriyetin bir başka grup tarafından yaratıldığı inancının da eklenmesi gerekir.

Siyasallaşmış grup kimliğinin, grubu fiziksel çatışmalara sokabilmesi için bir başka toplumsal inanca daha ihtiyaç vardır. Bu da mağdur olduğuna inanan grubun özyeterlik inancıdır. Yani grup, ortaya çıkacak çatışmada diğer grubun baskısına, şiddetine veya engellemelerine karşı koyabilecek veya en azından direnebilecek, dayanabilecek güçte olduğuna inanmalıdır (Hirschberger ve Pyszczynski, 2010). Bu özyeterlik inancı grubun, şiddeti de içerecek eylemlere girişmesi için gereken özgüveni sağlar.

Özellikle şiddet ve terör eylemlerine girişme konusunda grup üyelerini ikna etmeye yarayacak bir diğer toplumsal inanç da diğer tarafın toptan kötü, vahşi, art niyetli, saldırgan olduğu inancıdır (Halperin, 2008). Özellikle orantısız şiddetin görüldüğü durumlarda şiddeti uygulayan taraf diğer tarafı “insan dışı” olarak görme inancı (dehumanisation) geliştirerek şiddeti kendi zihninde meşrulaştırabilir.

Filistin- İsrail çatışmasının geldiği son safhada, 7 Ekim çatışmalarının ilk günlerinde İsrail savunma bakanı Gazzeliler için “insansı varlıklar” ifadesini kullanmıştır. Bu ifade “insan dışılaştırma” mekanizmasının en açık örneğidir.  

Bahsettiğimiz bu toplumsal inançlar çatışmanın epistemik temelini meydana getirir. Epistemik temel, başlayacak çatışmanın nedenlerine, hedeflerine, izlenecek yöntemlere, bu yöntemlerin haklılığına ve meşruluğuna dair bir inanç sistemi olarak tanımlanabilir. Epistemik temel, çatışmaya girişen grubun üyelerinin eyleme geçmesini sağlamakla kalmaz, bu temel aynı zamanda, diğer devletleri ve uluslararası kamuoyunu “davanın” haklılığına ikna etmek ve destek sağlamak için de gereklidir.

İyi bir epistemik temeli olmayan gruba uluslararası platformlarda kolaylıkla fitne unsuru, terör örgütü, şer odağı gibi etiketler yapıştırılır. Kuvvetli bir epistemik temel ise birtakım devletlerin gizli veya aşikar desteğini, bunun yanında başka topraklardaki insanların empatisini, sempatisini ve propaganda desteğini sağlayabilir. 

Süreğen çatışmaların başlamasında duygular

Süreğen çatışmanın başlangıç aşamasında uzun süreli duygusal hassasiyetler ve anlık duygular grubun harekete geçmesinde rol oynar. Özellikle karşı grubun birtakım saldırgan, aşağılayıcı, vahşi eylemleri ve provokasyonları anlık duyguların ortaya çıkmasına neden olur ve bu anlık duygular da çatışman barutunu ateşler.

Özellikle olumsuz duygular, grupları harekete geçirmekte çok güçlü bir tetikleyici işlevi görürler (Lindner, 2006). Bu olumsuz duygulardan biri olan öfke, hakkında en çok araştırma yapılan ve üzerinde en çok durulması gereken duygudur. Süreğen çatışmaların başlaması bağlamında öfke duygusunun, özellikle karşı grubun eylemleri adaletsiz, haksız, uygunsuz, genel toplumsal ve insani ilkelere aykırı olarak algılandığında ortaya çıktığını söyleyebiliriz.

Öfke duygusu; muhakemede bariz, matematiksel diyebileceğimiz bozulmalara neden olur. Mesela öfke durumunda sahip olunan güç, olduğundan büyük algılanır. Aynı şekilde öfke, başa çıkma potansiyelinin de olduğundan daha büyük algılanmasına neden olur (Mackie ve ark., 2000). Bu bilişsel çarpıtmayı öfkeli bireylerde sık sık gözleriz. Öfkelenen biri, kendisini karşısındakinden daha güçlü görür ve bu yanılgıyla saldırganlığa kalkışabilir, keza eyleminin sonucunda başına geleceklere karşı da kendi baş etme gücünü abartır, “ne olacaksa olsun” diyerek eyleme girişir. Öfkeli grup için de geçerli olan bu algı hatası, öfkeyi uyandıran tehditle yüzleşmeyi ve saldırma, zarar verme, öldürme eylemlerinin de icrasını kolaylaştırır.

Öfke ve diğer grubu çatışmanın sorumlusu olarak kabul etme arasında güçlü bir ilişki vardır (Halperin, 2008). Öfkeli birey veya gruplar, yaşanan olumsuzlukta kendi paylarını görmeme eğiliminde olurlar. Ayrıca öfke, geleceğe dair risk algısını da değiştirir. Öfkeli birey veya gruplar, giriştikleri saldırının kendilerine zarar verebilme ihtimalini daha düşük, saldırının başarıya ulaşma ihtimalini daha yüksek olarak yorumlarlar (Huddy, Feldman ve Cassese, 2007). Grubun öfkesi, grup adına hareket eden silahlı güçlerin eylemlerinin de meşru görülmesini kolaylaştırır. 

Aşağılanmış hissetme, çatışmanın patlamasının erken evresinde ortaya çıkan bir diğer önemli duygudur. Aşağılama “herhangi bir kişi veya grubun onurunu zedeleyecek bir boyun eğdirme süreciyle zorla baskılanması” olarak tanımlanmaktadır (Lindner, 2006). Bu duygu süreğen çatışmaların neredeyse hepsinin başlangıç aşamasında gruplardan bir tarafından hissedilir.

Süreğen çatışmaların başlamasında bilgi işleme hataları

Süreğen çatışmaların başlangıcında olumsuz duyguların yanında, bu duyguların da etkisiyle ortaya çıkan bilişsel hatalar söz konusu olur. Özellikle grupların birbirlerini yanlış anlamaları neredeyse bir kural gibidir (Fisher ve Kelman, 2011). Birbirine rakip olan gruplar üzerinde yapılan araştırmaların tutarlı biçimde ortaya koyduğu gibi taraflar kendi fikirleriyle karşı tarafın fikirleri arasında gerçekte var olandan daha büyük bir farklılık olduğuna inanırlar. “Hatalı kutuplaşma” (Keltner ve Robinson 1993) adı verilen bu yanılgı karşı grubun niyet, arzu, hedef ve araçlarının da yıkıcı, kötü, gayriahlaki, art niyetli olarak yorumlanmasına yol açar (Chambers, Baron ve Inman, 2006). 

“Nihai yükleme (atıf) hatası” adı verilen bir diğer bilgi işleme hatası da süreğen çatışmaların başlamasında ve sürmesinde güçlü bir rol oynar. Nihai yükleme hatası, karşı tarafın olumsuz davranışlarının çevresel, durumsal, bağlamsal etkenlerden çok kişisel özelliklere atfedilmesidir (Pettigrew, 1979).

Grup çatışmalarında da diğer grubun olumsuz davranışları doğrudan o grubun yapısal, ırksal, biyolojik özelliklerine bağlanır. Bu özelliklere yapılan atıf, düzeltilmesi de değiştirilmesi de zor bir ön yargı halini alır. Mesela bir vahşet eylemi, eylemi yapan grubun anlık duygularıyla, çevrenin yarattığı tepkisellik gibi süreçlerle değil de o grubun milliyetiyle, diniyle, ırkıyla, biyolojik özellikleriyle ilişkilendirilir. Böyle bir atıf hatası karşı grubun değişmeyeceği, bu nedenle hedeflere ulaşmak için şiddeti, zorlamayı içeren mücadele araçlarına ihtiyaç olduğu kanaatini de pekiştirir.

Devam edecek…

Kaynaklar:

Bandura, A. (2000). Exercise of human agency through collective efficacy. Current Directions in Psychological Science, 9(3), 75–78.

Chambers, J. R., Baron, R. S. ve Inman, M. L. (2006). Misperception in intergroup conflict: Disagreeing about what we disagree about. Psychological Science, 17, 38–45.

David, O. ve Bar-Tal, D. (2009). A socio-psychological conception of collective identity: The case of national identity. Personality and Social Psychology Review, 13, 354–379.

Fisher, R. J., ve Kelman, H. C. (2011). Perceptions in conflicts, D. Bar-Tal (ed.), “Intergroup conflicts and their resolution: A social psychological perspective” içinde (ss. 61–81). New York: Psychology Press.

Halperin, E. (2008). Group-based hatred in intractable conflict in Israel. Journal of Conflict Resolution, 52, 713–736.

Hirschberger, G., ve Pyszczynski, T. (2010). An existential perspective on ethnopolitical violence. P. R. Shaver ve M. Mikulincer (editörler.), “Understanding and reducing aggression, violence, and their consequences” içinde. (ss. 297–314). Washington, DC: American Psychological Association.

Huddy, L., Feldman, S. ve Cassese, E. (2007). On the distinct political effects of anxiety and anger. A. Crigler, M. MacKuen, G. Marcus ve W. R. Neuman (eds.), “The dynamics of emotion in political thinking and behavior” içinde (ss. 202–230). Chicago: University of Chicago Press.

Hunt, S. A. ve Benford, R. D. (2004). Collective identity, solidarity and commitment. D. A. Snow, A. Soule, & H. Kriesi (editörler), “The Blackwell companion to social movements” içinde (ss. 171–196). Malden, MA: Blackwell.

Keltner, D. ve Robinson, R. J. (1993). Imagined ideological differences in conflict escalation and resolution. International Journal of Conflict Management, 4(3), 249–262.

Lindner, E. G. (2006). Emotion and conflict: Why it is important to understand how emotions affect conflict and how conflict affects emotions. M. Deutch, P. T. Coleman ve E. C. Marcus (editörler), “The handbook of conflict resolution” içinde (2. basım, ss. 268–293). San Francisco, CA: Jossey-Bass.

Mackie, D. M., Devos, T. ve Smith, E. R. (2000). Intergroup emotions: Explaining offensive actions in an intergroup context. Journal of Personality and Social Psychology, 79, 602–616.

Pettigrew, T. F. (1979). The ultimate attribution error: Extending Allport’s cognitive analysis of prejudice. Personality and Social Psychology Bulletin, 5, 461–467.

Smith, E. R., Seger, C. R. ve Mackie, D. M. (2007). Can emotions be truly group level? Evidence regarding four conceptual criteria. Journal of Personality and Social Psychology, 93, 431–446.

Staub, E. (2011). Overcoming evil: Genocide, violent conflict, and terrorism. Oxford: Oxford University Press.

Stephan, W. G. ve Stephan, C. W. (2000). An integrated threat theory of prejudice. S. Oskamp (ed.), “Reducing prejudice and discrimination” içinde (ss. 23–45). Mahwah, NJ: Lawrence Erlbaum.

Stephan, W. G., Renfro, C. L. ve Davis, M. D. (2008). The role of threat in intergroup relations. U. Wagner, L. R. Tropp, G. Finchilescu ve C. Tredoux (editörler.), “Improving intergroup relations” içinde (ss. 55–72). Oxford: Blackwell.

Walker, I., ve Smith, H. J. (Editörler). (2002). Relative deprivation: Specification, development and integration. Cambridge: Cambridge University Press.

Wohl, M. J. A. ve Branscombe, N. R. (2009). Group threat, collective angst, and ingroup forgiveness for the war in Iraq. Political Psychology, 30, 193–217.


*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.

Visited 100 times, 1 visit(s) today

Close