Zamanla tarih, etik felsefe, hukuk ve şiiri de studia humanitatisin birer disiplini olarak bünyesine katan artes liberales, her ne kadar Batı’ya nazaran farklı bir sistematiği ihtiva etse de Müslüman Doğu’nun düşünce ve eğitim tarihinde oldukça önemli bir yere sahiptir. Beşerî bilimlerin yedi özgür sanatı, ‘Ulûmü’l- meşhûr (meşhur ilimler) terimiyle, fert tarafından edinilmesi gereken bilgiler olarak İslam’ın düşünce algısında ve eğitim programlarında etkin bir rol üstlenmiştir. ‘Ulûmü’l- meşhûr’un, İslam düşünce dünyasında beşerî disiplinlerin sınıflandırılmasına dair en önemli eserlerden birisi ve belki de ilki düşüncede Platon ve Aristoteles ekolünü devam ettiren meşşâyiûn filozoflarından Farabi’nin kaleme aldığı İhsâ’ el- ‘Ulûm’dur (İlimlerin Sayımı).
Latin dünyasında Alpharabius, daha sıklıkla da Avennasar olarak tanınan Farabi, Latinceden İbraniceye kadar pek çok dile çevrilmiş bu eserinde Aristoteles’in yöntemini esas alarak bilimleri beş ana bölümde sınıflandırmış, ardından da her bilimin alt dallarını izah etmiştir. Aristoteles’in, matematik, tabiiyat ve ilahiyattan oluşan kuramsal bilimler, etik ve siyasetten oluşan uygulamalı bilimler, son olarak da şiir, hitabet ve münazaradan oluşan sanatsal ve edebî bilimler şeklindeki üçlü tasnifi her ne kadar meşşâyiûnun ilk felsefecisi el- Kindî tarafından ilahiyat, matematik ve tabiiyat başlıkları ile sistematize edilse de bu ilimlere dair köklü değerlendirmeler Farabi tarafından İhsâ’ el- ‘Ulûm’da yapılmıştır.
Farabi’nin meşhûr ilimlere dair yaptığı tasnif retorik, mantık, doğa bilimleri, metafizik ve siyaset bilimleri şeklindedir. Prof. Dr. Hilmi Ziya Ülken Eski Yunan’dan Çağdaş Düşünceye Doğru İslam Felsefesi adlı eserinde Farabi’nin bu sınıflandırmayı pratik bir maksatla yaptığını, sonrasında bu tasnife ilave olarak kuramsal başka bir sınıflandırma daha yapacağını belirtmektedir. Batı’nın artes liberales olarak kavramsallaştırdığı studia humanitatis içerisindeki yedi sanat, İhsâ’el-‘Ulûm’da tıpkı Aristoteles modelinde olduğu gibi ayrı ayrı değil, bahsi geçen beşli sınıflandırmanın alt dalları olarak karşımıza çıkmaktadır.
Retorik, Farabi’de dil ilmi boyutuyla ele alınmış ve bu ilmi bilmeyi, herhangi bir halk arasında bir kelimenin delalet ettiği şeyi bilmek ve kelimelerin kanunlarını bilmek olarak iki şekilde incelemiştir. İlk grupta ağırlıkla belâgâtin incelendiği görülürken ikinci grupta İslam terminolojisinde sarf ve nahiv olarak geçen gramer konularının üzerinde durulduğu gözlemlenmektedir. Dolayısıyla artes liberalesin belagat ve gramer olarak ayırdığı iki beceri, İhsâ’ el-‘Ulûm’da dil ilmi başlığı altında değerlendirilmiştir.
Yedi özgür sanatın bir diğer dalı olan mantık, Farabi’nin eserinde müstakil olarak ele alınmış ve el-mebâdî (ilkeler), el-burhan (kanıtlama) ve sonuç olarak üç bölümde incelenmiştir. Farabi’ye göre bu üçü arasında esas mesele el-burhan üzerinde yoğunlaşmış olup o da el-tasavvurât (kavramlar) ve el-ta’rifât (önermeler) şeklinde iki kısma ayrılmıştır. Buradan hareketle Doğu coğrafyasına adeta bir eğitim müfredatı sunan İhsâ’ el- ‘Ulûm’da Farabi’nin, her ne kadar Aristoteles’i takip ettiğini belirtse de ondan farklı olarak studia humanitatis’in disiplinlerini kendi içerisinde ayırarak ayrıntılı bir şekilde tanımladığı pekâlâ söylenebilir.
İhsâ’ el-‘Ulûm’da belâgât ve grameri dil ilmi başlığı altında, mantık bilimini ise kendine özgü bir başlıkta değerlendiren Farabi, matematik, geometri, astronomi ve müzikten oluşan artes liberalesin geri kalan dört disiplinini, talim ilimleri olarak da tabir ettiği doğa bilimleri başlığında ele almış, her bir disiplini kendi içerisinde fasıllara ayırmıştır.
Müslüman Doğu’nun zihin tarihinde studia humanitatisin tanımını ele almakla birlikte sınıflandırmasını da yaparak eğitim programlarında kanon oluşturmuş bir diğer isim Latin dünyasında Avicenna olarak bilinen, İslam dünyasının Şeyh el-reis unvanını verdiği İbn Sina’dır. Platon, Aristoteles ve Yeni Platonculuğun en büyük temsilcisi Plotinos ekolünü takip ederek akılcı bir felsefe geliştirmiş olan İbn Sina’nın, 1022 ile 1026 yılları arasında tamamladığı Kitâbü’ş-Şifâ adlı eseri, doğa felsefesi alanında ansiklopedik nitelik taşımaktadır ve meşşâî geleneğin en temel eseri olarak değerlendirilmektedir.
Zira eş-Şifâ’nın konumuz gereği önemi mantık ve matematikten başlayarak metafiziğe kadar artes liberales ve ‘ulûmü’l-meşhûr içerisinde studia humanitatis olarak karşımıza çıkan tüm beşerî bilimleri gözden geçirmek suretiyle bir eğitim modeli oluşturacak şekilde sınıflamasından gelmektedir. Eser esas itibarıyla dört ana bölümden oluşmakta, her bölüm bir bilimsel sınıflandırmayı ihtiva etmektedir. İbn Sina eş-Şifâ’sında tıpkı Farabi’nin İhsâ’ el-‘Ulûm’da yaptığı gibi Aristoteles geleneğine bağlı kalarak ‘ulûmü’l-meşhûru ayrı ayrı başlıklar halinde değil bir biriyle iç içe ve ortak başlıklar altında ele almıştır.
Bu bilimler mantıkiyyât (mantık bilimleri), tabîiyyat (tabiat bilimleri), riyâziyât (matematik bilimleri) ve ilâhiyâttır (metafizik). Boethius’un VI. yüzyılda trivium ve quadrivium olarak gruplandırdığı bilimleri İbn Sina, XI. yüzyılda mantıkiyyat ve riyâziyât başlıklarıyla gruplandırmıştır. Boethius’ta mantık, gramer ve retorik triviumu oluştururken, eş-Şifâ’da makûlât, kıyâs, burhân, cedel, safsata ve şiir ile birlikte triviumu teşkil eden medhal (mantık), ibâre (yorum-gramer) ve hitâbe (retorik) mantıkiyyatı meydana getirmiştir.
Astronomi, matematik, geometri ve musıkiyi ihtiva eden quadrivium ise ‘ilm el-hey’et (astronomi), hesâb (matematik), usûl el-hendese (geometri) ve cevâmî ‘ilm el- mûsikî (müzik) şeklinde, sadece bu bilimleri ele alan riyâziyât başlığında toplanmıştır. Burada da görüldüğü gibi İbn Sînâ, sadece bilimlerin tasnifi değil aynı zamanda bir eğitim müfredatı oluşturmaya da dayalı olan ‘ulûmü-l meşhûrun sınıflandırılmasında Aristoteles’in teknik ekolünden de taviz vermeyerek Latin skolastiğinin teorik geleneğini devam ettirmiştir. Zira Batı’da tıpkı Saint Thomas gibi Doğu’da da skolastiğin en büyük temsilcisi sayılan İbn Sina’nın hem felsefesi hem de eğitim sistemi Orta Çağ düşünce tarzının karakterini yansıtmaktadır.
Buradaki önemli nokta, Latin dünyasının artes tabirini kullanarak beceriye dayalı sanat algısıyla ifade ettiği studia humanitatisin, hemen hemen aynı teorik zeminde İbn Sina’da da karşılık bulmuş olmasıdır. Çünkü İbn Sînâ’nın ‘ulûmü’l-meşhûr dahilinde incelediği bilgi ve eğitim sistemi tam da Latin düşüncesinde olduğu gibi beceri odağında tecrübe ile aklın ayrılmaz birliğine dayanmaktadır.
Studia humanitatisin İslam düşünce tarihindeki tasnifine dair en önemli örneklerden birisi de belki de gizemi bugüne kadar pek çözülemediği için üzerinde şimdiye kadar çok durulmayan fakat İslam düşünce tarihi içerisinde Aristoteles ve Pisagor geleneğine sıkı sıkıya bağlı olmakla birlikte kadim Doğu ve Batı aklını sentezleyici bir yöntemle bir araya getirerek adeta zihinsel bir gnostik oluşturan İhvân-ı Safâ Risaleleri’dir.
Dinin yerini tutabilecek bir tabiat felsefesi oluşturmaya çalışan İhvân-ı Safâ Risaleleri hem felsefi bir görüşe dayanan hem de studia humanitatisi kapsayan tüm ilimleri sınıflandırıp tek tek tanımlayan bir ansiklopedi özelliği de taşımaktadır. Cemil Meriç’e göre bu risaleler söz konusu özelliği ile Müslüman Doğu’nun tek ansiklopedik eseridir. Toplam elli iki fasikülden oluşan eserde beşerî bilimlerden ilahiyata, insan fizyolojisinden hayvanlara kadar pek çok alanda risaleler kaleme alınmıştır.
Bu bilimler riyâzî ve tâlîmî bilimler (matematiksel ve eğitsel bilimler), cismânî-tabiî bilimler (cisimsel – doğal bilimler), nefsânî-aklî bilimler (psikolojik – aklî bilimler) ve dinî-ilâhî bilimler (metafizik bilimler) olmak üzere dört ana başlıkta incelenmiştir. Bu başlıklar İbn Sina’nın mantıkıyyât, tabiîyyât, riyâziyât ve ilâhiyât şeklindeki tasnifinin aynısı olup, aralarında sadece önem sırası yönünden fark bulunmaktadır.
İbn Sina, eş-Şifâ’sında ‘ulûmü’l meşhûrun ilk sırasına Aristoteles’in de etkisiyle mantığı ve mantık bilimlerini koyarken İhvân-ı Safâ, felsefi ilimler dediği meşhur bilimleri Pisagor’un izinde el-‘adâd (sayı) yani matematik ile başlatmıştır. Tabîiyât ve ilâhiyât her ikisinde de aynı yerde değerlendirilmiştir. Buradaki en önemli nokta artes liberalesteki quadriviumun, risalelerde riyâziyâta (matematik) aynen adapte edilmiş olmasıdır. Zira İhvân’a göre riyâziyât dörde ayrılmıştır: İlki aritmetik, ikincisi geometri, üçüncüsü astronomi ve dördüncüsü ise müziktir. Dolayısıyla İhvân da tıpkı İbn Sina’da olduğu gibi artes liberalesin quadrivumunu riyâziyât (matematik) başlığı altında toplamıştır. Hatta risalelerin ilk dört fasikülü sırasıyla bu dörtlüye değinmektedir.
Quadriviumun, Boethius’tan beş yüzyıl sonra İhvan-ı Safâ’da yine sistemli bir şekilde sınıflandırılmasının yanında triviumu oluşturan mantık, retorik ve gramere risalelerde daha kompleks ve iç içe değinildiği görülmektedir. Bu disiplinler bizzat İhvân tarafından yapılan tasnifte her ne kadar mantıkıyyât başlığında görülse de esere bakıldığında matematiğe dair risalelerde işlenmiştir. Mantığı, matematik kısmının onuncu risalesinde tıpkı Farabi’’nin, İhsâ’el-‘Ulûm’unda yaptığı gibi Porphyrios’un Isagogia adlı eserini merkeze alarak inceleyen İhvân, gramer ve retoriğe ise Farabi’nin el-İbâre adıyla Arapçaya çevirdiği Aristoteles’in Peri Hermenias eseri üzerinden yine matematik kısmının bu kez on ikinci fasikülünde değinmiştir.
Bununla birlikte, dillerin coğrafyadan coğrafyaya, ulustan ulusa nasıl farklılık gösterdiği, dillerin bu bağlamda nasıl bir sistemik yapıya sahip olduğu ve söz konusu değişimin sebepleri de cismânî-tabiî bilimlerin on yedinci risalesinde ayrıca ele alınmıştır. Dolayısıyla her ne kadar triviumu oluşturan disiplinler, quadrivium kadar sistematik bir şekilde işlenmese de Latinlerin V. yüzyılda septem artes liberales adı altında sınıfladığı ve İslam entelijansiyasının ‘ulûmü’l meşhûr olarak tabir ettiği studia humanitatisin yedi özgür sanatı, Latinlerden beş yüzyıl sonra Basra’da kaleme alınmış olan İhvân-ı Safâ Risaleleri’nde nispeten benzer tasnif ve metodolojiyle kendisine yer bulmuştur.
Geç Antik Çağ’dan Orta Çağ’ın son dönemlerine kadar uzanan süreç içerisinde sadece bilginin kaynağına ulaşma gayesiyle değil, aynı zamanda bu devirlerin eğitim müfredatlarının da sistematize edilmesi için beşerî bilimler, studia humanitatis kavramı altında gerek Orta Çağ Latin düşünürleri gerekse Müslüman Doğu’nun entelijansiyası tarafından hususi adlandırılmalara tabi tutulmak suretiyle tanımlanmış ve sınıflandırılmıştır. Studia humanitatisin(beşerî bilimler) yukarıda teferruatla incelenen yedi disiplini Batı skolastiğinde artes liberales olarak tabir edilirken skolastiğin bir zihin ekolü olarak aynı devirlerde hüküm sürdüğü İslam dünyasında ise ‘ulûmü’l-meşhûr adıyla nam salmıştır. Bu disiplinler iki medeniyet dairesi içerisinde nispeten farklı şekillerde tasnif edilmiş olsa da bilimlerin ihtiva ettiği teorik zemin ve bilimsel bilgiye ulaşma gayesini önceleyen pratik temayül her iki medeniyet camiasında da aynı düzlemde gelişim göstermiştir.
Orta Çağ Avrupa’sının artes liberales olarak terimleştirdiği kavramda kullandığı Lt. arte (sanat) ile İbn Sina ve İbn Haldun başta olmak üzere klasik İslam entelijansiyasının, ‘ulûmü’l meşhûrun öğrenilmesi ve öğretilmesini beceri ile aklın bütünlüğü içerisinde değerlendirirken hususi olarak tercih ettiği Ar. el-mahârat (beceri, ustalık) aynı bağlamda ele alınmıştır. Her iki tabir de bünyesinde sanat anlamını ihtiva etse de doğadan haricen; yaratma, canlandırma, oluşturma eylemleriyle mana kazanan Ar. sun’ kelimesinin anlamsal boyutuyla tasavvur edilmemiştir.
Zira Ar. sun’, kavram olarak yapmak, yaratmak, hazırlamak, kurmak gibi anlamlara gelmekte olup sanat felsefesinde, insanın nesnel bir gerçekliği estetik biçimde yeniden yaratması, oluşturması şeklinde karşılanmaktadır. Zaten özgür sanatlar manasında terimselleştirilmiş olan Lt. artes liberales, kavramsal boyutta el işi ve bedensel uğraşı gerektiren becerileri değil, “özgür”lerin uğraştığı zihinsel etkinlikleri anlatmaktadır. Dolayısıyla Hristiyan ve İslam düşünce tarihlerinde bilimsel bilgiye (alm. wissenschaftliche wissen) ulaşmada ve ilimlerin tanımlanmada kullandıkları arte ile el-mahârat kavramları, genel Orta Çağ skolastiğinin, tecrübe ile aklın birlikteliğine dayanarak sistematize ettiği eklektik epistemolojisinde zihinsel beceriyi karşılar niteliktedir.
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.