9:39 am Psikoloji

Süreğen Çatışmaların Psikolojisi – 4

Süreğen çatışmalarda sosyopsikolojik altyapı

Süreğen çatışmalar tırmanırken çatışma içindeki grupların kolektif psikolojisinin kurumlara, iletişim kanallarına, ilişki biçimlerine, eğitim ve kültüre, yani grup yaşantısının her alanına nüfuz ettiğini ve bu şekilde sosyopsikolojik bir altyapıya dönüştüğünü, kolektif psikolojinin sosyopsikolojik altyapıya dönüşmesinde önemli temellerden birinin kolektif bellek olduğunu daha önce belirtmiştik. Sosyopsikolojik altyapının gelişmesinde kolektif belleğin yanında iki önemli temelden daha bahsetmek mümkündür. Bunlardan biri çatışma “ethosu” diye isimlendirebileceğimiz değer ve inançlar sistemi, diğeri de çatışma süresince gelişen duygu-düşünce bileşimleri ve duygusal-bilişsel hassasiyetlerdir. 

Çatışma “ethosu”

Ethos bir topluluğu, ulusu veya ideolojiyi karakterize eden yol gösterici inançları veya idealleri tanımlamak için kullanılan, “karakter” anlamında Yunanca bir kelimedir. Modern kullanımında ethos, belirli bir kişiye, kişilere, organizasyona, kültüre veya harekete özgü eğilimi, karakteri veya temel değerleri ifade eder. Biz de burada ethos kelimesini, bir topluluğa baskın karakter özelliklerini veren ve topluluğun amaçlarını şekillendiren merkezî inanç ve değerler örüntüsü anlamında kullanıyoruz. Ethos bir yandan grup aidiyeti için zihinsel bir zemin sağlarken diğer yandan grup üyelerinin birbirine bağlılığını arttırır ve grup üyeleri için “yaşama anlam verme” işlevi de görür. Ethos, topluluğun halihazırdaki işleyişinin, topluluk içindeki düzen ve hiyerarşinin de meşruiyet dayanağıdır. Bir topluluğun kaygılarının, dertlerinin, şikayetlerinin, isteklerinin, hedeflerinin ve arzularının anlaşılabilmesi için bu ethosun anlaşılması gerekir. Ethos anlaşılmadığı zaman topluluğun pek çok talebi, şikayeti veya arzusu saçma görünebilir.

Süreğen çatışmalarda gruplar, onlara baskın bir yönelim sağlayan ve topluluk yaşantısını anlamlı kılan bir çatışma ethosu geliştirirler. Bu çatışma ethosu birbiriyle yakından ilişkili sekiz toplumsal inançtan oluşur (Oren, 2009; Slocum-Bradley, 2008):

1.Kendi hedeflerinin haklı ve adil olduğuna dair toplumsal inançlar: Grubun hedefleri grup için hayati bir öneme sahiptir ve haklı, adil, makul taleplerdir. Bu inanç aynı zamanda karşı grubun, yani dış-grubun amaçlarının haksız olduğu, adil olmadığı ve makul olmadığı inancını da içerir.

2.Güvenliğe ilişkin toplumsal inançlar: Nasıl güvende olunabileceğine, neyin tehlike arz ettiğine ilişkin inançlardır. Tehdit ve tehlikelerin değerlendirilmesinde ve algılanan tehdit ve tehlikelerle baş edilmesinde bu inançlar rehber işlevi görür. Bu inançlar korunmaya, hayatta kalmaya, güvenliği sürdürmeye hizmet eder. 

3.Olumlu kolektif benlik imajına ilişkin toplumsal inançlar: Kişinin kendi toplumuna olumlu özellikler, değerler, normlar ve davranış kalıpları atfetme yönündeki etnosantrik eğilimle ilgili inançlardır (Baumeister ve Hastings, 1997). Ait olunan grup bir yandan cesaret, kahramanlık ya da dayanıklılıkla, diğer yandan insanilik, ahlak, adalet ve güvenilirlikle ilişkilendirilir. Bu inançlar, iç-grup ve rakip arasında net bir ayrım yapılmasını ve ahlaki güç ve üstünlük duygusunun hissedilmesini sağlar (Sande, Goethals, Ferrari ve Worth, 1989).

4.Grubun mağduriyetine ilişkin toplumsal inançlar: Düşman tarafından gerçekleştirilen haksız zarara, kötü eylemlere ve vahşete odaklanarak kendini nihai kurban olarak sunmayla ilgili inançlardır (Vollhardt, 2012). Adalet aramak ve rakibe karşı çıkmak için moral bir teşvik sağlamanın yanı sıra, uluslararası toplumdan manevi, siyasi ve maddi desteği harekete geçirmeyi de sağlarlar.

5.Rakibi gayrimeşru hale getirmeye yönelik toplumsal inançlar: Rakip grubun yaygın olarak kabul edilen ölçütlerin dışında olduğuna ve bu nedenle temel insan haklarına göre muamele edilmeye layık olmadığına, insanlık dışı muameleyi hak eden bir grup olduğuna, bu nedenle uluslararası toplumdan dışlanması gerektiğine dair inançlardır (Tileaga, 2007). Bu inançlar, rakibe karşı girişilen saldırgan eylemleri meşrulaştırmada özel bir işlev görür.

6.Vatanseverlik inançları: Sadakati, sevgiyi, ilgiyi ve fedakarlığı teşvik ederek hem ülkeye hem de topluma bağlılık yaratan inançlardır (Huddy ve Khatib, 2007). Vatanseverlik inançları sosyal uyumu ve bağlılığı arttırır ve toplum üyelerinin çatışmaya aktif olarak katılmalarını ve hatta grup için hayatlarını feda etme noktasına kadar zorluklara katlanmalarını kolaylaştırır. Bu tür vatanseverlik inançları kör dogmalara dönüştüklerinde barışın yolunu da kapatırlar (Schatz, Staub ve Lavine, 1999).

7.Toplumsal birlik inançları: Dış tehdit karşısında bir arada kalmanın önemine dair inançlardır (Moscovici ve Doise, 1994). Bu inançlar toplumu içeriden güçlendirir, fikir birliği ve aidiyet duygusunu geliştirir, dayanışmayı artırır ve toplumun güç ve enerjisini düşmanla mücadeleye yönlendirmesine imkan tanır.

8.Toplumsal barış inançları: Grubun nihai arzusunun barış olduğuna dair inançlardır ve bu inanç toplum üyelerini barışsever olarak sunar. Bu tür inançlar umudu ve iyimserliği besler. Grubun olumlu benlik imajına katkıda bulunan bu inançlar dış dünyaya karşı da olumlu bir benlik sunumu sağlar.

Çatışma ethosu, uzun süreli çatışmalarda topluluk için istikrarlı bir dünya görüşü halini alır ve bu bakımdan bir ideoloji gibi görülebilir (Bar-Tal, Sharvit, Halperin ve Zafran, 2012). Bu ideoloji, topluluğun güç ve hiyerarşi sistemini olduğu gibi muhafaza etmeye hizmet eder, bu bakımdan da muhafazakar bir dünya görüşü olarak etki gösterir (Jost, Glaser, Kruglanski ve Sulloway, 2003). 

Duygusal-bilişsel hassasiyetler

Kolektif duygusal-bilişsel hassasiyetler süreğen çatışmaların doğası gereği kısa süreli duyguların ve düşüncelerin zaman içinde birleşmesi, güçlenmesi ve katılaşmasıyla ortaya çıkarlar. Özellikle çatışmaların alevlendiği ve tırmandığı dönemlerde topluluklar nefret, umutsuzluk, korku gibi hassasiyetler geliştirirler.

Çatışmaların başlangıç aşamasında davranışları etkileyen en önemli yıkıcı duygusal hassasiyet nefrettir. Nefret salt bir duygu değildir. Birincil bir duyguya eşlik eden birtakım düşüncelerle gelişen ikincil bir duygu olarak görülebilir. Mesela birincil bir duygu olan öfkeye birtakım olumsuz düşünceler eklendikçe öfke nefret haline gelir. Veya tiksinti gibi bir duyguya eklenen birtakım düşünceler de nefreti oluşturabilir. Süreğen çatışmalarda diğer gruba yönelik öfke, o grubun her davranışını her tutumunu aşağı, gayrimeşru, haksız olarak gören bir düşünce ile birleştiğinde nefrete dönüşebilir (Sternberg ve Sternberg, 2008).

Çoğu durumda nefret, bir dış grubun davranışının köklü, değişmez bir kötü karakterden kaynaklandığı inancına bağlıdır (Halperin, Sharvit ve Gross, 2011). Bu nedenle nefret, olumlu değişime yönelik çok düşük beklentilerle ve yüksek düzeyde umutsuzlukla ilişkilidir ve bunlar, çatışmanın devamını ve tırmanmasını hep birlikte besler.

Rakibi değerlendirmenin duygusal merceğini oluşturan nefret, korku ve şiddet kısır döngüsünü kırma girişimlerini engelleyebilir. Çatışmadan kaynaklanan tekrarlayan tehdit ve tehlike deneyimleri nedeniyle, toplum üyeleri tehlikeye işaret eden ipuçlarına karşı aşırı duyarlı hale gelebilir ve kendilerini savunmak için sürekli bir hazırlık durumunda olabilirler (Jarymowicz ve Bar-Tal, 2006). Korku ipuçlarına karşı bu aşırı duyarlılık, toplum üyelerinin çatışmaya daima hazır hale gelmesine neden olur ve topluluk üyeleri bir taraftan risk almaya daha yatkın hale gelirken diğer taraftan çatışmayı çözme konusunda yaratıcı düşüncelerden uzaklaşırlar. İnsanlar olası bir rahatlamayla birlikte gelen riskleri almaktansa bilinenlerle acı çekmeyi tercih ederler.

Çatışma ethosu bir kere hâkim hale gelince süreğen çatışma bir yaşam biçimi halini alır. Grubun, karşılaştığı zorluklarla baş edilmesinde bu ethos çok işlevli bir alet gibi kullanılır. Grubun üyelerini motive etme, davayı meşrulaştırma ve akılcılaştırma bu işlevlerin en önemlileridir. Çatışma kültürüyle ilgili toplumsal inançlar, kolektif kimliğin anlam örüntüsünü güçlendirir ve zenginleştirir. Bireysel psikoloji bağlamında çatışma, kimliğin ve bir gruba ait olmanın önemini artırarak bireylerin kimlikle ilgili algılarını ve grupla kurdukları özdeşimleri değiştirebilir. Kolektif düzeyde ise ortak kader anlayışını, grubun biricikliğine dair algıyı, eylemlerle ilgili eşgüdümü, toplumsal refah kaygısını ve topluluk adına harekete geçmeye hazır olma durumunu etkileyebilir.

Bu süreç genellikle her iki grup için de benzer biçimde ilerler ve adeta birbirinin ayna görüntüsü halini alır. Bunun sonucunda da şiddet kısır döngüsü iyice belirginleşir. Bu şiddet döngüsü içinde icra edilen her eylem ve maruz kalınan her saldırı mevcut kolektif psikolojiyi doğrulayan ve onaylayan bir veri gibi işlev görür. Bu da bireylerin çatışmaya dahil olma motivasyonunu arttırır. Her iki grup da moral değerlerden uzaklaşır, kendi eylemlerini haklı görür. Böyle olunca diğer grubun çektiği acıya yönelik empati ortaya çıkamaz. Diğer grubun çektiği acının sorumluluğu acıya neden olanda değil de acıyı çekendeymiş gibi bir kabul gelişir. Gruplar çatışmayı sürdürmek için ve rakibe somut zararlar verebilmek için adeta zihinsel bir akrobasi sergilerler ve bu akrobasi kendi davranışlarının meşruluğunu, haklılığını ispatlamaya yarar.

Süreğen çatışma iyice yerleştiğinde ve sosyopsikolojik bir altyapı sayesinde kurumsallaştığında topluluklar barışçı çözümlere karşı da körleşirler. Çatışmanın yarattığı zorluklarla baş etmekte kullanılan psikolojik repertuar aynı zamanda grubun barış imkanlarına karşı duyarsız olması sonucunu da doğurur. Geçici duygusal ve bilişsel hassasiyetlerin ötesinde çatışma süresince katılaşan sosyopsikolojik repertuar, çatışmanın çözülmesinin önünde bir engel halini alır. Bilişsel, duygusal ve motivasyonel süreçlerle ilişkili olan sosyopsikolojik engeller, çatışmayı destekleyen inançlar, dünya görüşleri ve duygularla birleştiğinde gruplarda çarpık, önyargılı, seçici bilgi işleme kusurları ortaya çıkar. Bu bilgi işleme hataları nedeniyle gruplar yeni, alternatif bilgilere kapalı hale gelir. Böyle bir seçici körlük içine hapsolan gruplar çatışmanın çözümlenmesine yönelik teklifleri de art niyetli ve sinsi girişimler olarak yorumlamaya eğilimli olurlar (Shamir & Shikaki, 2002).

Barışa kapı aralanması

Süreğen çatışmalarda barışa bir kapı aralanması kolay değildir. Böyle bir kapının görünür hale gelebilmesi için süreğen çatışmanın bağlamında ve çatışan grupların kolektif psikolojisinde bazı değişim ve dönüşümlerin bir ölçüde gerçekleşmesi gerekir.

Rakibin önderlerinin değişmesi ve yeni önderlerin barışçı bir tutum içinde olması gibi çatışmanın bağlamında cereyan eden bazı değişiklikler veya birikerek büyüyen olumsuz çatışma deneyimleri insanların çatışmaya dair inançlarında bir miktar da olsa değişiklik yapabilir. Bazen üçüncü bir tarafın çatışmaya müdahale etmesi veya taraf haline gelmesi, çatışan bir grubun epistemik temelinin uluslararası kamuoyunda veya devletlerarası organizasyonlarda fazlaca zayıflamış olması, birtakım yaptırımlarla karşılaşma veya yaptırım olmasa da süreğen çatışmanın sonucu olarak belirgin ekonomik zorlukların baş göstermesi, en temel yaşamsal ihtiyaçların karşılanamıyor olması da bağlamda değişiklik yaratabilir ve çatışan bir grup sürekli çatışmanın haricinde bir çıkış yolu olabileceğine dair düşünceler geliştirebilir.

Süreğen çatışma içindeki hemen her toplulukta sorunun çözümü için farklı bir yolun mümkün olduğuna dair fikirleri olan bireyler veya küçük gruplar vardır. Bu gruplar küçük de olsalar bazen barışın tesis edilmesi yönünde etkili bir söylem sergileyebilir ve barış için bir baskı oluşturabilirler. Bazen de üçüncü taraflar barışın tesis edilmesi için arabulucu rolü oynamaya çalışırlar. Bu arabulucularla grup içindeki çatışma karşıtları iş birliği yaparak barış sürecini başlatabilirler. Elbette bu durumda da barışı isteyenlerin karşılaşacağı olumsuz nitelendirmeler söz konusu olur. Genellikle çatışmaların çözülmesi konusu ilk gündeme geldiğinde barış isteyen küçük ama etkili gruplar hainlikle, korkaklıkla suçlanabilirler. Bütün bu suçlamalara direnmeyi başaran barışçılar, topluluk üyelerinin temel inançları üzerinde çalışarak barışın da çatışma kadar meşru olduğunu ispatlama görevini yerine getirmek zorunda kalırlar. 

Barış isteyen grup toplum içinde güç kazandıkça yeni önderler de ortaya çıkar ve bu önderler toplum üyelerini barış sürecini destekleme yönünde etkilemeye çalışırlar. Barış sürecinin başlaması için barış isteyen gruplar sadece toplumun sıradan üyelerini değil toplumsal elitleri ve çatışma kültürüyle kuşatılmış olan toplumsal kurumları da etkilemek zorundadırlar (Knox & Quirk, 2000).

Barışa giden yol çoğu zaman psikolojik anlamda çok zorludur. Çünkü bu aşamada toplum üyeleri alışageldikleri tanıdık ve bilindik bir bağlamdan kopup muğlak, belirsiz bir bağlama geçiş yaparlar (Bar-Tal, 2013). Bu bağlam hem çatışma sürecinin özelliklerini hem de barış sürecine dair beklentileri içerir. Toplumun bütün kesimleri mutlak bir kontrol altına alınamayacağı için bir tarafta şiddet içeren eylemler kısmen de olsa devam eder, diğer yandan masa başında müzakere edenler de birbirlerinin niyetleri konusunda tereddüt içindedirler. Müzakere sürecinde çatışma kültürünün hegemonyası devam eder, bir bakıma devam etmek zorundadır, zira müzakerelerde istenen sonuca ulaşılamadığında tekrar çatışma sürecine dönme ihtimali söz konusudur. Bu nedenle silahlı grupların tetikte durması, bazen de kontrolsüz eylemlere girişmesi masada olan arayışları da olumsuz etkileyebilir. Bu dönem bir düalizm dönemi olarak kabul edilebilir. Topluluklar çatışma eğilimiyle barış eğilimi arasında salınır bir pozisyonda kalmış gibidirler.

Barış sürecinin başladığı bağlam, grupların psikolojisinde değişiklikleri gerekli kılar. Özellikle diğer grubun toptan olumsuz özelliklerle ilişkilendirilmesi şeklindeki inançlar ve sorunun çözümü için çatışmadan başka bir yol olmadığına dair inançlar değişmelidir. Bu değişimle birlikte diğer grup da güvenilir, müzakere edilebilir insanlardan müteşekkil gibi kabul edilmelidir. Yine barış için daha önce belirlenen hedeflerde de birtakım değişiklikler yapmak gerekir (Bar-Tal, 2013). Bu değişimlerin gerçekleşmesi genellikle kolay olmaz. Bazen çatışmanın tarihi içindeki bazı kişiler bu barış sürecinde günah keçisi haline getirilerek bir çıkış yolu bulunabilir. Toplumsal inançlarda değişim bir bakıma donmuş, katılaşmış olan zihinsel konfigürasyonların erimesi ve yeniden şekillenmesinin sonucunda gerçekleşir. Bu yeniden şekillenmeyle birlikte barış arayışı zihinlerde meşru bir eylem ve amaç olarak kabul görmeye başlar (Kelman, 2001).

Toplum üyeleri çatışmanın amaçlarını desteklemekten vazgeçip barışçıl çözüm için harekete geçtiğinde bazı süreğen çatışmalar yatışabilir ve barışçıl çözüme doğru ilerleyebilir (Gidron, Katz ve Hasenfeld, 2002). Barışı sağlamak için ideolojiye dayanan hayallerden kopmak, toplum refahı ve huzuru için bazen pragmatist adımlar atmak gerekir. Çatışmanın rotasını belirleyen psikolojik repertuarın değişmesi barışın sürdürülmesi için elzemdir. Bu repertuarın değişmesi birtakım tavizlerin verilmesini de mümkün kılar ve grupların zihninde öncekinden farklı bir matematiksel formül belirir. Öncesinde her türlü kaybı çok büyük ve hayati kayıp olarak gören kitleler, psikolojik repertuar değişimiyle birlikte bazı kayıpların uzun vadede elde edilecek çıkarlar yanında küçük maliyetler olduğunu kabul etmeye başlar.

Barış çabalarının sonucunda resmî bir antlaşmaya imza atılması topluluklar arasında barışçıl ilişkilerin kurulmasını garanti etmez. Müzakereciler ve bazı önderler barışın şartlarını kabul etmiş olsalar da topluluğun bütün üyeleri verilen tavizler konusunda aynı fikirde olmayabilir. Bu nedenle barış sonrası süreç için de her zaman yoğun çalışmalar gereklidir. Topluluklar arasında barışçıl ilişkilerin kurulması isteniyorsa her iki tarafta da topluluk psikolojisi hesaba katılarak esaslı çalışmalar yapılması gerekir. Toplulukların psikolojisinde, çatışmanın şekillendirdiği zihinsel örüntüler, inançlar, duygular, hassasiyetler, önyargılar, kinler, intikam hevesleri üzerinde rehabilitasyon türünden çalışmalar yapılmadıkça süreğen çatışmaların çözümlenmesinden değil, sadece geçici olarak sükunetin sağlanmasından bahsedilebilir.

Kaynaklar:

Bar-Tal, D., Sharvit, K., Halperin, E. ve Zafran, A. (2012). Ethos of conflict: The concept and its measurement. Peace & Conflict: Journal of Peace Psychology, 18, 40–61.

Bar-Tal, D. (2013). Intractable conflicts: Socio-psychological foundations and dynamics. Cambridge: Cambridge University Press.

Baumeister, R. F. ve Hastings, S. (1997). Distortions of collective memory: How groups flatter and deceive themselves. J. W. Pennebaker, D. Paez, & B. Rimé (eds.), “Collective memory of political events: Social psychological perspectives” içinde (ss. 277–293). Mahwah, NJ: Lawrence Erlbaum.

Gidron, B., Katz, S. N. ve Hasenfeld, Y. (Editörler). (2002). Mobilizing for peace: Conflict resolution in Northern Ireland, Israel/Palestine, and South Africa. Oxford: Oxford University Press.

Halperin, E., Sharvit, K. ve Gross, J. J. (2011). Emotions and emotion regulation in conflicts. D. Bar-Tal (ed.), “Intergroup conflicts and their resolution: A social psychological perspective” içinde (ss. 83–103). New York: Psychology Press.

Huddy, L. ve Khatib, N. (2007). American patriotism, national identity and political involvement. American Journal of Political Science, 51, 63–77.

Jarymowicz, M., ve Bar-Tal, D. (2006). The dominance of fear over hope in the life of individuals and collectives. European Journal of Social Psychology, 36, 367–392.

Jost, J. T., Glaser, J., Kruglanski, A. W. ve Sulloway, F. J. (2003). Political conservatism as motivated social cognition. Psychological Bulletin, 129, 339–375.

Kelman, H. C. (2001). The role of national identity in conflict resolution. R. D. Ashmore, L. Jussim, ve D. Wilder (editörler.), “Social identity, intergroup conflict, and conflict reduction” içinde (ss. 187–212). New York: Oxford University Press.

Knox, C. ve Quirk, P. (2000). Peace building in Northern Ireland, Israel and South Africa: Transition, transformation and reconciliation. London: Macmillan.

Moscovici, S. ve Doise, W. (1994). Conflict & consensus: A general theory of collective decisions. London: Sage.

Oren, N. (2009). The Israeli ethos of conflict 1967–2005. Working Paper No. 27. Fairfax, VA: Institute for Conflict Analysis and Resolution, George Mason University. http://icar. gmu.edu/publication/6403.

Sande, G. N., Goethals, G. R., Ferrari, L. ve Worth, L. T. (1989). Value-guided attributions: Maintaining the moral self-image and the diabolical enemy-image. Journal of Social Issues, 45(2), 91–118.

Schatz, R. T., Staub, E., ve Lavine, H. (1999). On the varieties of national attachment: Blind versus constructive patriotism. Political Psychology, 20, 151–174.

Shamir, J., ve Shikaki, K. (2002). Self serving perceptions of terrorism among Israelis and Palestinians. Political Psychology, 23, 537–557.

Slocum-Bradley, N. R. (2008). Discursive production of conflict in Rwanda. F. M. Moghaddam, R. Harré, & N. Lee (editörler.). “Global conflict resolution through positioning analysis” içinde (ss. 207–226). New York: Springer.

Sternberg, R. J. ve Sternberg, K. (2008). The nature of hatred. Cambridge: Cambridge University Press.

Tileaga, C. (2007). Ideologies of moral exclusion: A critical discursive reframing of depersonalization, delegitimization and dehumanization. British Journal of Social Psychology, 46, 717–737.

Vollhardt J. R. (2012). Collective victimization. L. R. Tropp (ed.), “Oxford handbook of intergroup conflict” içinde (ss. 136–157). New York: Oxford University Press.


*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.

Visited 62 times, 1 visit(s) today

Close