9:57 am Çevre, Kadir Kaan Güler

Eko-Anarşizm

Coğrafi keşifler, Reform ve Rönesans hareketlerinden sonra dünyada hâkim olan paradigma; kozmos, evren, doğa, felsefe-bilim, siyaset, iktisat ve toplum anlayışı kökten değişmiş; bilim, sanayi, toplum ve siyaset düzeylerinde olan devrimlerle modern dünya kurulmuştur. İnsanın insanı, insanın doğayı sömürüsü ve ekolojik yıkıma doğru giden süreç hız kazanmıştır. Modern düşüncenin en güçlü sürükleyici ideolojisi kapitalizm, bu sürecin taşıyıcısı olmuştur.

Modernite ile salt akılcılığı önceleyen, determinist bir yapı arz eden rasyonalizm, pozitivizm gibi akımlar ön plana çıkmış, adeta doğadan kutsal ve manevi unsurlar silinmiştir. Bu durum kendisini teknolojik gelişmelerde, hukuksal anlayışta, siyasal eylemlerde, ekonomik faaliyetlerde göstermiş, büyük bir toplumsal dönüşüm gerçekleşmiştir.

Modernitenin ve onun sonuçlarının “tüm”den sorgulanmasını yapan en önemli fikir akımlarından biri “ekolojk” düşünce olmuştur. Ekolojik düşünce, genel literatürde daha çok “çevre” meseleleriyle özdeşleştirilse de modernite eleştirisini yalnızca çevreyle sınırlı bırakmaz. Bilhassa çevre sorunlarını da doğuran olayların arka planına bakılması gerektiğini vurgular. Ekolojik düşünce, kapitalizmi ve modern dünyayı oluşturan “bilimsel devrimleri” ve “sanayi devrimini” de kapsamlı bir sorgulamaya tabi tutar. Özellikle de Bacon, Descartes ve Newton çizgisinin sistematize ettiği “mekanistik düşünce”yi ve bilim anlayışını yargılar. Buradan yola çıkarak insanın insan üzerinde kurduğu tahakküm ile insanın doğa üzerinde kurduğu tahakkümün birbirinden bağımsız değerlendirilemeyeceğini öne sürer.

Ekoloji düşüncesinin diğer ideolojilerle eklemlenebilme yeteneği nedeniyle ortaya çıkan melez siyasal ekolojiler, klasik ideolojilerin, örneğin muhafazakârlık, liberalizm, sosyalizm, feminizm, Marksizm ve hatta Nazizm’in ekolojik sorunlara çözüm üretmeye çalıştığı birleşim kümesini ifade eder. Aslında modernitenin yıkıcı etkileriyle yüzleşen her ideoloji, ekolojik görüşün ya da sorunların yükselişiyle birlikte, ideolojilerini bu çerçevede revize etmeye girişmişlerdir. Bu nedenle, klasik ideolojilerin içerisinde belirli hizipler kendi ideolojilerine ekoloji düşüncesini eklemlemeye çalışmışlardır.

Eko-anarşizm, ekoloji düşüncesini anarşizmle birleştiren bir düşünce akımıdır. Anarşizm, merkezî otoritelere, hiyerarşiye ve baskıcı yapılara karşı çıkar. Anarşistlerin büyük çoğunluğu, modern toplumun endüstrileşmesini ve merkezî yapıları reddeder. Proudhon gibi düşünürler, merkezî otoritelere dayanmayan, karşılıklı yardımlaşma üzerine kurulu bir toplum önerir. Bu toplum modelinde, küçük üreticilerden oluşan ve dayanışmaya dayalı topluluklar yer alır. Proudhon’a göre, insanlar devlet olmadan, karşılıklı saygı ve yardımlaşma ile uyum içinde yaşayabilirler. Bu görüş, doğayla uyumlu bir yaşam anlayışını savunan ekoloji düşüncesiyle de örtüşür.

Eko-anarşistler, doğanın ve toplumun kendi iç dengesine sahip olduğunu ve bu dengeyi bozan otorite, merkeziyetçilik gibi unsurlara karşı çıkılması gerektiğini savunur. Onlara göre, doğa kendi kendini dengeleyebilir; bu yüzden otoriter yönetimlere ve baskıcı yapılara ihtiyaç yoktur. Merkeziyetçiliğin, liderliğin, otoriterliğin ve tahakkümün reddi, anarşist düşüncenin temel prensiplerindendir ve bu prensipler ekoloji düşüncesiyle uyumlu bir yapı oluşturur.

Anarşist düşünce, tek bir bakış açısına sahip değildir. Kimi anarşistler, devlete karşı şiddeti savunurken kimileri pasif direnişi benimser. Ancak genel olarak ekolojik düşünce içinde şiddet karşıtlığı ön plandadır. Bu açıdan ekoloji, Tolstoy’un pasifist anarşizmine daha yakın bir çizgi izler.

Anarşistler, aynı zamanda din eleştirisi yapar ve özellikle Batı’daki kilise gibi dinî kurumlara karşı çıkarlar. Ancak bu, onların tamamen materyalist oldukları anlamına gelmez. Aksine, bazı araştırmacılar, anarşist düşüncenin erken aşamalarının Doğu dinlerinde izlerinin olduğunu öne sürer. Ekolojistler de teist dinleri doğayla uyumu bozduğu gerekçesiyle eleştirir ve Doğu dinlerinde doğayla daha uyumlu bir anlayış bulurlar.

Anarşistler, modernitenin sadece ekonomik ve toplumsal etkilerini değil, aynı zamanda bilimi ve felsefeyi de eleştirirler. Peter Kropotkin, “Bilim ve Anarşizm” adlı eserinde, antropomorfist bakışı dışlayan yeni bir bilim ve felsefe anlayışına ihtiyaç olduğunu savunur. Kropotkin, evrim sürecinde canlılar arasında sürekli bir mücadele olduğu görüşüne karşı çıkar. Ona göre, hem insanlar hem de hayvanlar arasında dayanışma ve iş birliği evrimin önemli bir parçasıdır.

Kropotkin, Darwin’in iddia ettiği gibi, doğada canlıların hayatta kalmak için sürekli bir mücadele içinde olduklarını kabul etmez. Bunun yerine, doğada gözlemlediği dayanışma örneklerine dikkat çeker ve bu görüşünü “Karşılıklı Yardımlaşma” adlı eserinde dile getirir. Ona göre, doğadaki canlılar arasında iş birliği ve yardımlaşma, evrimin en önemli unsurlarından biridir.

Anarko-primitivist düşünürler ise, ekolojik sorunların kaynağının uygarlığın kendisi olduğunu savunur. John Zerzan gibi düşünürler, sadece teknolojik uygarlığı değil, aynı zamanda kültürel uygarlığı da reddederler. Zerzan’a göre, insan ve doğa arasındaki ilk kopukluk dilin icadıyla başlamıştır. O, avcı-toplayıcı dönemlerde insanların doğayla duygusal bir iletişim halinde olduklarını ancak dilin icadıyla bu bağın koptuğunu savunur.

Bu mesele, Kadir Cangızbay’ın, doğayı çevremizden ziyade kendimizden yani bedenimizden başlatmalıyız yorumundan mülhem olarak bedenin doğaya ait olduğunu ve fakat “dil”in doğaya ait olmadığı yapay, bilinçsel üretim olduğu şeklinde ifade ederek de ele alınabilir. O halde, bu anarşist ekolojik görüşe göre, dil doğaya ait olmadığına göre ona da olumsuz bir anlam atfetmek gerekir.

Bu görüşün benzeri Habermas’ta da görünmektedir. “İdeoloji Olarak Teknik ve Bilim” eserinde bu konuyu irdeler. Ona göre Hegel, “Tin”in (Geist) oluşumunu üç temel olguya dayandırmaktadır: dil, iş aleti ve aile ilişkileri. Hegel, Habermas’a göre benliğin oluşumunu Tin’in oluşumuyla özdeşleştirmektedir. Habermas buradan yola çıkarak kitaptaki ilk makalesinde, insanlığın, doğanın insan üzerinde kurduğu tahakkümde sıyrılarak doğa üzerinde kendisinin kurduğu tahakkümü açıklamaktadır. Buna göre, insanlık erken çağlarda boyun eğdiği doğayı, “dil”i icat ederek boyun eğdirmeye başlamıştır. Dil, ses çıkarmadan farklı olarak ruhsal olanın (korkunun, heyecanın ve zevkin) ifadesi değil, düşünsel olanın ifadesidir. İnsanlık doğanın bir parçasıyken dili keşfederek, doğaya ad koyarak onu “şey”leştirmede ve nesneleştirmede ilk adımı atmıştır. Ardından çalışma aletlerini icat ederek doğayı tam manasıyla nesneleştirmiş ve kendi kullanımının önünü açmıştır. Ardından törel ilişkiler geliştirmiş bu tahakkümü hukuksal zemine oturtmuştur. Fakat insanlık çalışma ilişkilerini geliştirirken kendini de makine formatına almış ve bir nevi kendisini de nesneleştirmiştir: Makinede insan, bizzat bu biçimsel uğraşını yüceltir ve onu tamamen kendisi için çalıştırır. Ama onun doğaya karşı yaptığı bu hile kendisinden öcünü alır; eline geçen, doğayı ne kadar boyunduruk altına alırsa, o kadar daha az kendisi olmasıdır. Bu görüşün erken dönem izlerini Platon’da da bulmak mümkündür, Platon’a göre dil bir araçtır/alettir, doğayı nesneleştirmeye yarar. Platon’un etkisiyle olsa gerek Osmanlı Devleti’nde medreselerde dil, alet ilimleri başlığı altında ders olarak okutulmuştur. Anlaşılıyor ki klasik dönem bilim/felsefe geleneği dilin bu işlevinin farkındaydı.

Murray Bookchin ise, eko-anarşist düşüncenin önemli isimlerinden biri olarak kabul edilir. Ancak bazı düşünürler, Bookchin’in eko-anarşist değil, eko-hümanist bir yaklaşım benimsediğini savunur. Bookchin, insanı ve aklı daha yüksek bir yere yerleştirir ve bu yüzden bazı düşünürler tarafından anarşizmden uzaklaşmakla eleştirilir.

Eko-anarşist hareketlerin günümüzdeki temsilcileri arasında Yeryüzü Kurtuluş Cephesi gibi örgütler yer alır. Bu örgütler, ekolojik dengenin korunması için mücadele eder ve doğaya zarar vermemeye özen gösterirler. Ancak bazı ülkelerde bu tür örgütler terör listelerinde yer almaktadır.

Sonuç olarak, eko-anarşizm, ekoloji ve anarşizmi bir araya getiren bir düşünce olarak doğayla uyumlu, otoriter kurumlardan uzak bir toplum yapısını savunur. Bu düşünce, modernitenin getirdiği merkeziyetçilik ve endüstrileşmeye karşı çıkar ve doğanın dengesini korumayı hedefler.


[1] Andrei Tarkovski (Yön. ve Sen.), Offret, Oyuncular: Allan Edwall, Erland Josephson, Guaron Gisladottir, Susan Fleetwood vd., Argos Films, 1986.


*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.

** Bu yazıya şu şekilde atıf verebilirsiniz:

Kadir Kaan Güler, “Eko-Anarşizm” https://www.fikirtepemedya.com/cevre/eko-anarsizm/ (Yayın Tarihi: 15 Ağustos 2024).

***Bu yazıyı PDF olarak indirebilirsiniz:

Visited 90 times, 1 visit(s) today

Close