“Zekâ yok olmamıştı ama cehaletten korktuğu için saklanmıştı.”
Giacomo Papi, Radikal Şıkların Sayımı
“Çünkü budalalık içeriden kabiliyetle tıpatıp aynı görünmese, dışarıdan bakılınca da ilerleme, deha, ümit, yenilenme gibi durmasa, herhâlde kimse budala olmak istemez, budalalık diye bir şey de olmazdı. En azından budalalıkla mücadele çok kolay olurdu. Fakat ne yazık ki budalalıkta muazzam bir kazanma yönü ve tabiî bir taraf vardır.”
Robert Musil, Niteliksiz Adam
Her çağın kendi aptallığı vardır. Fakat bir süredir aptallık, artık sadece içinde bulunduğumuz, maruz kaldığımız ve kaçınılmaz bir durum değil de düpedüz bir tercihtir. Dolayısıyla aptallığın, akıl okyanusunda küçük bir ada olmaktan çıkıp çoktan devasa bir kıtaya dönüştüğü söylenebilir.
Aptallık her yerde. Eskiden umursanmayan, ciddiye alınmayan aptallık, şimdi şöhret ve zenginlik getiriyor. Cılız hükümlerini utana sıkıla ağzının içinde geveleyen aptallık semirdikçe yüksek sesle ve üst perdeden konuşur oldu. Mânâ yerini mânâsızlığa bıraktıkça kelimeler her anlama gelmeye başladı. Aptallık, çoğunluğu ve iktidarı ele geçirdi.
Erasmus’tan bu yana insanın dünyaya gelirken beraberinde birtakım ahmaklıklar da getirdiğini biliyoruz. Böyle bakıldığında en basit ve yalın haliyle aptallık, insanın içinde değişmez olandır. Hatta bizim medeniyet veya kültür dediğimiz şey de insanın mütemmim cüzü olan bu aptallıkla başa çıkmak için geliştirdiği strateji ve kurumlardır. Dolayısıyla aptallık hayatın her anında, her insanda ve her sahada karşımıza çıkabilir. Yani hepimiz zaman zaman bir ahmaklık yapabilir, kendimizi aptalca bir eylemin faili olarak bulabiliriz. Bu, aptallığın en zararsız formudur ve tekrarlanarak şakaya dönüştürüldüğünde asla baştaki kadar da aptalca görünmez.
Aptallık, kendisini komiklik değil de masumiyet olarak takdim ettiğindeyse, asla bir akılsızlık olarak boy göstermez. Çünkü akıllı bir general gayet akılsız bir bahçıvan veya akıllı bir yazar ziyadesiyle akılsız bir bakkal olabilir. Akıllının zıddı aptal değil akılsızdır. Aptallık, akıl sahibi olmama yahut akıldan yoksun olma durumundan çok bilgelikten yoksunluktur. Bilgelik iyi ve doğru bir hayat sürmektir. Bilgece yaşanmış bir hayat insana şöhret ve zenginlik getirmeyebilse de onur ve saygınlık getirir. Bu anlamda bilge, bizim her akşam televizyonlarda gördüğümüz her şey hakkında ve her konuda görüş bildiren açık oturum profesörlerinin aksine bildiği şey ile bilmediği şey arasındaki mesafenin ayırdında olan kişidir. Bu da bir aptalın sürdüğü hayatın tam tersidir. Bilinen ile bilinmeyen arasındaki sınırı çoktan yitirmiş aptal; her konuda görüş sahibi, kötü tercihlerde bulunan, hayatı orantısız olan birisidir. Montaigne’in “Ben ne biliyorum,” sözünün üstünü çizip sayfanın kenarına “ben neler bilmiyorum ki,” diye not düşen aptal; hazzı tutkunun, şöhreti onurun, unvanı karakterin, “mış gibi olmayı” olmanın, konforu erdemin önüne koyarak kolay bir hayat sürmek ister.
İşte sıradanlık ve vasatlıkla eş anlamlı hâle gelen ve hiç de zekâ yoksunluğundan kaynaklanmayan bu aptallık, görünür olmaktan utanan ve görünürlüğüyle ancak onu komiğe dönüştürerek başa çıkan basit aptallığın aksine, sürekli dikkat çekmek isteyen bir ergen gibi hep daha görünür olmak ister. Sanılanın aksine aptallık hep başka yerde değil buradadır ve aptal olan her zaman öteki değildir. Bu aptallık artık bir yanlış anlama veya eksik bilgi meselesi değil, aksine her şeyi anlama ve aşırı bilgi meselesidir.
Basit aptallık ne kadar istisnai ise, beceriksizlikten veya yetersizlikten muztarip olmayan bu aptallık da bir o kadar kalabalıktır. Mental ve entelektüel açıdan vasat olan birisi, kamu alanında kendi dengini hemen gözünden tanır ve yan yana gelir. Vasatın vasata övgüsü aslında kendine övgüdür. Vasatın vasata hayranlığı, vasatın vasatla etkileşimini hızlandırır. Vasatlığın mıknatısının çekim gücü öyle kuvvetlidir ki vasatlar hızla kalabalıklaşır. Aptallığın bu örgütlü ve organize olmuş formunda sırtını partiye, ulusa, sınıfa, cemaate, ekole, modaya yaslayan her aptal, “ben” yerine “biz” demenin gücüyle kendini beğenmişliğini arsızca başkalarının gözüne sokar. Tek başınayken gayrimeşru ve utanılası olan aptallık, kalabalık olduğunda meşru ve övünülesi hâle gelir. Bireyler ve fikirlerle kuşkusuz mücadele edilebilir, fakat kalabalık ve kendi kavrayış yoksunluğundan erdem türeten bir aptallık karşısında insan ne yapabilir ki!
Mukayeseleri kavramayan, mantık hatalarını algılamayan ve en basit argümanları bile yanlış anlayan bu egemen aptallık; altı boş özgüvenini zedeleyecek, zihnini yoracak ve kendisinden şüpheye düşmesine yol açacak bütün düşüncelerden rahatsız olur ve nefret eder. Gücünü kardeşlikten alan bir aptal için doğru basittir ve yanlış karmaşıktır. Ona göre karmaşık olan anlamaya engeldir. Anlaşılmadığı için harekete geçmeye de manidir. Üstelik sıkıcı ve faydasız olduğu kadar kafa karıştırıcı ve zararlıdır. Karmaşık olan kibirli, kendini beğenmiş ve üsttencidir; dolayısıyla halkı aşağılar, yani seçkinci, antidemokratik, vesayetçi ve jakobendir. Oysa basit olan herkes tarafından anlaşılır, gayet demokratiktir. O vakit basit olanı karmaşıklaştırmak değil, karmaşık olanı basitleştirmek şarttır. İnsanlar açlıktan ölürken, aşağılık entellerin veya sözde akademisyenlerin “Spinoza der ki…” veya “Toplum sözleşmesi gereği…” benzeri vıdıvıdılarına kim tahammül edebilir ki!
Anlama kapasitesi ve muhayyilenin sınırlarının ötesinde kalan her şeye karşı hassasiyet ve hoşnutsuzluk geliştiren bu egemen aptalın temel karakteristikleri şunlardır: gerçek problemleri yok sayarken incir çekirdeğini doldurmayacak meselelere problem statüsü bahşeder; kendisine anlatıldığında dahi problemi reddeder; her şeyi öğrenebileceğine dair tuhaf bir inancı olmasına rağmen, aslında her şeyi bildiğinden öğrenmeye açık değildir; tersine akıl yürütmenin ustasıdır ve elbette asla aptal olduğunu kabul etmez.
Weber’in rasyonalitenin “demir kafesi,” çoktan yerini hiçbir kaçış imkânının olmadığı aptallığın demir kafesine bıraktı. Daha fazla teknolojinin ve küreselleşmenin kaçınılmaz sonucu. Daha evvel aptallar bu kadar küçük bir dünyada ve bu kadar aşırı iletişim içinde yaşamıyorlardı. Bunun için de bir aptal, içinde hikmet olduğuna inandığı saçmalıklarını ancak yakınlarındakine veya mahalle kahvesindeki pişpirik arkadaşlarına açabiliyordu. Aptallığı görünmez kılan aslında tümüyle buydu. Şimdiyse aynı aptal, sosyal medya aracılığıyla bütün o saçmalıkları yüz binlerce başka aptala ulaştırıp aptallığıyla başka aptalları cezbedebiliyor. Saçmalık bu kadar çok kişi tarafından paylaşıldığında mantıktan yoksun bir mantık gereği hakikat statüsü kazanıyor.
Üstelik bir virüs gibi yayılan bu aptallık sadece dengesiz beslenmeden veya genetik bir dezavantajdan kaynaklanmıyor. Bir profesörün, politikacının, yazarın, cerrahın, avukatın, yönetmenin ne kadar aptal olduğunun meydana çıkması da sadece bir demeç vermesine baktığından aslında an meselesi. Jeologundan tarihçisine, ceza hukukçusundan belediye başkanına, validen rektörüne her meslekten ve her sıkletten birileri aptallıklarını sergilemek için fırsat bekliyor.
Bu durum aslında, bir tür “kendin yap” veya “kendin öğren” ideolojisinden, yani toplumun ikealaşmasından kaynaklanıyor. Herkesin youtube videoları izleyerek her şeyi kendi başına öğrenmekle mükellef olduğu bir çağda, yazı yazmak da tıbben kendine teşhis koymak da bu videolardan öğreniliyor. Herkesin her şeyi bilmesi ve her şeyi öğrenmesi mümkün olmadığından, hepimiz bir süre sonra aslında hiçbir fikrimizin olmadığı konularda, meselâ okumadığımız romanlar, izlemediğimiz filmler, tatmadığımız lezzetler hakkında görüş bildirmeye başladığımızda aptallaşıyoruz. Aptallık böyle yayılıp bulaşıyor ve çoğalarak kalabalıklaşıyor.
Aptallık elbette bununla da yetinmiyor; gösteriş, cehalet, kendini beğenmişlik, özensizlik, ahmaklık, inatçılık ve vasatlıkla ilişkilere girerek çok daha dinamik bir görünüm kazanıyor. Aptallığın böylesinin insana şan, şöhret, para, pozisyon, makam, unvan getirdiği bir dünyada, aptalların ahlâk anlayışı toplumun ahlâk anlayışı oluveriyor. Toplum için bir model olan aptalın değer yargıları toplumun değer yargılarına dönüşürken, utanılası her şey övünülesi şeyler hâline geliyor. En fenası da hakikat ile illüzyon, doğru ile yalan arasındaki sınır çoktan silindiğinden, egemen aptalların bir ağızdan haykırdıkları her türlü saçmalık doğru kabul ediliyor.
Nieztsche’nin “sürü insanı” dediği, Gasset’nin tâbiriyle bir tür “kütle adamı” olan bu aptala artık her sınıf ve her meslekte rast gelmek mümkün. Hayatta çalışmadan para kazanıp lüks içinde yaşamaktan ve her konuda görüş bildirmekten başka bir gayesi, hedefi, amacı ve hayali olmayan, kendini herkes gibi hissetmekten huzur ve memnuniyet duyan, kendi damak tadı ve beğenisi olmayan, müşterek iradeye ters düşmekten ödü kopan bu aptal kütle/sürü insanı, sadece aynadaki kalabalık görüntüsünden etkilenir. Onun getirdiği standartlar, artık hepimizin uymaya mecbur olduğu ölçütlerdir. Tercihleriyle eskiden sadece kendi ve sevdiklerinin hayatını mahveden bir aptalın beğenileri, bugün medeniyet için atom bombasının tahrip gücünde bir tehdittir. Oyunu kuralına göre oynamayı seven bu aptallar, aslında insanlığı Rus ruleti oynamaya zorlamaktadır.
Kendi iktidarını “yenilik,” “vizyon,” “liyakat,” “çokseslilik” gibi anlamını asla bilmedikleri kelimelerle tanımlayan aptallık, aslında sadece kendisine biat edilmesini şart koşar ve kendisinden olmayanı dışlar. Üstelik bunu da aptallığın vahşiliği ve kabalığıyla yapar. Aydınlanmanın “bilmeye cüret eden aklı”, yerini çoktan “her şeyi bilmeye cüret eden aptallığa” bıraktığından, bu alelâde zihinlerden mürekkep kütle alelâde olma hakkını toplumun tümüne kendi üslubunca kabul ettirmek arzusundadır.
Bir körün renkler veya bir sağırın melodiler hakkında fikir beyan etmesi gibi cehaletinin kesâfetine rağmen bu aptallık da dünya, insan, toplum, hayat hakkında matematiksel veya bilimsel görüşler taşır. Üstelik eskiden sadece kahvehanede duyulup unutulacak bu fikirleri; şimdi çoğunluk olmanın kuvvetiyle – sanat, akademi, ekonomi, politika vb. olması fark etmeksizin – her sahada bütün topluma benimsetmek hakkını kendinde görür.
Bir saçmalığı ancak bir başka saçmalığın ortadan kaldırabildiği böyle bir kriz anında, aptallıktan çıkış yolu o kadar kolay da bulunamayabilir. Hatta aptallara aptallık hakkında bir yazı yazarak, aptallara aptallıklarını göstermeye çalışmak da bizzat o aptallığı tahkim etmek olabilir.
Meraklısı İçin Okuma Tavsiyesi
Robert Musil, Niteliksiz Adam (I-IV), çev. M. Sami Türk, Aylak Adam, İstanbul 2018.
Robert Musil, Ahmaklık Üzerine, çev. İlknur Özdemir, Kırmızı Kedi, İstanbul 2017.
Giacomo Papi, Radikal Şıkların Sayımı, çev. Esma Fethiye Güçlü, Timaş, İstanbul 2020.
Seyid Hüseyin Alatas, Entelektüeller ve Aptallar, çev. Kadir Yılmaz, Babil, İstanbul 2023.
Matthijs van Boxsel, Aptallık Ansiklopedisi, çev. Gül Özlen, Ayrıntı, İstanbul 2004.
Alain Deneault, Vasatlığın İktidarı, çev. İrem Sağlamer, Yeni İnsan, İstanbul 2021.
Ortega y. Gasset, Kütlelerin İsyanı, çev. Nejat Muallimoğlu, Bedir, İstanbul 1992.
John D. Caputo, Hakikat, çev. Recep Yılmaz, Kapı, İstanbul 2022.
Umberto Eco, Budalalıktan Deliliğe, çev. Feza Özemre, Kırmızı Kedi, İstanbul 2016.
Renata Salecl, Cehalet Tutkusu, çev. Şafak Tahmaz, Timaş, İstanbul 2022.
Yunus Anıl Yılmaz, Sinizm ve Aydınlanma, Pinhan, İstanbul 2023.
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.