“Şark oturup beklemenin yeridir. Biraz sabırla her şey ayağınıza gelir.”
Tanpınar’ın Huzur’unda Mümtaz’ın cümlesi Şark’ın dünyasını bir yönüyle özetliyor aslında.
Gerçi genellemelerle aram pek iyi değildir. Genellemeler, değişim olanaklarını göz ardı eden ya da yaşanabilecek güzellikleri engelleyen birer kabus tıpasıdır.
Şark’ın güzelliğini kuran en önemli şey, bana göre kendisine yöneltilen genellemelerle baş etme biçimleridir. Hatta bu baş etme sürecini bir oyuna çevirme cesaretidir.
Kendisine yöneltilen kibirli oryantalizmlerle alay eder bu oyunda.
Bakarsanız, onu mahkum eden en acımasız kibirle kendi içinden çıkan oryantalistlerin tükürük saçan söylemleri yoluyla karşılaşır.
“Şark böyledir…” ile başlayan ve olmaya korkacağınız denli mutlaklıkla tepeden konuşan yargılardan yorgun düşmemek elde değil.
Kuşkusuz, bu genelleme ve yargıların doğru olduğu durumlar ve olgular vardır. Sorun, bu yargıların ontolojik bir statüye çıkarılması, ne yapılırsa yapılsın değişmeyecek şekilde kurgulanmasıdır.
Yargı, yazgıya dönüştüğünde ya da yazgı kılındığında yitip giden nedir, diye sormak gerekiyor bazen.
Şark oyunları tam da kendisine biçilen yazgılarla köşe kapmaca oynamanın adıdır.
Oyunun Kuralı: Beklemek
Gelgelelim, Tanpınar’ın sözünü ettiği bekleyiş Şark’ın karakteristiğini teşkil eder.
Peki, “bekleyiş” esnasında, o süre zarfında olan biten nedir?
Genel yargı, bekleyişi pasif bir çerçeveye hapseder. Gelecek olan, nasılsa gelecektir.
Hayatındaki erkekle tanışan kadın, erkeğin bir şekilde geleceğini düşünür. Enflasyon mu var, bir şekilde düşecektir. Bir yerden haber mi bekliyorsunuz, sormanıza gerek yok, o nasılsa sizi bulacaktır, hem haber karaysa tez vakitte kulağınıza çalınmış olurdu.
Pasifliği etkin olmaya çeviren bir yan var burada.
Hayata müdahale etme biçimimiz beklemenin kendisinde can kazanıyor gibidir.
“Bekle, olacak olan nasılsa olur” şiarı can sıkacak denli nüfuz etmiştir bize. Öyle ki bu pasifliği, beklemeyi kıracak herhangi bir adım hadsizlik olarak görülür ya da en hafif haliyle “olması gerekenin” ihlalidir.
Halide Edib, bir yerde Şark insanını betimlerken “o her şeyi içinde yaşar” diyordu. İçselliğin, dışsal olana hüküm vermesi ve teslim olmasıdır bu.
Öyle ki Şark insanı dışarıda olana, akıp gidene müdahale edemeyeceğini varsayıyor gibidir.
O yüzden de hayatı, “bekleyişinin” karşılığını bulup bulamadığına göre şekillenir.
Huzur’un bulanık karakteri Mümtaz’ın şu sözlerinde ifade bulduğu gibi:
“Belki hayat, hakikaten bazı filozofların dediği gibi, gülünç bir oyundur. Tam bir ümitsizlik içinde bir yığın karar kılıklı tereddüt ve küçük, ümitsiz savunmalardır, hatta hülyadır.”
Mümtaz’ın bulanıklığı akıp giden hayata müdahale etmekle beklemek arasında savrulmasından gelir bu bakımdan.
Gülünç oyunun içinde savrulmanın ta kendisidir bu.
Bekleyiş aslında bu savrulmadan başka bir şey değildir. Kendimizi, başka insanların bakışlarına, yapıp etme kudretine, niyetlerine teslim ederiz adeta.
Tutunanlar ve Tutunamayanlar
Hayata tutunmak bu anlamda söz konusu teslimiyetin olumlu anlamda karşılık bulmasına bağlıdır. Beklediğinize değmiş olması gerekir.
Bekleyişin saklı tuttuğu ve pasifize edip adeta Şark insanının bedenine gömdüğü o talep karşılık bulursa hayatta “doğru” bir adım atılmış olur.
Şark oyunlarının şansla olan bağı bu noktada açığa çıkar.
Piccolomini’nin Bir Talih Düşü (1444) adlı eserinde geçtiği şu diyaloğun çerçevelediği bir oyundur bu:
“İnsanlara yönelik şefkatin ne kadar sürer?” sorusuna Şans Tanrıçası’nın verdiği yanıt “Hiçbir zaman çok fazla değil!” olur.
Kaderi kabullenişimizin ardında aslında Şans Tanrıçası’nın bu şefkatsizliği yatar.
Elbette bu şefkatsizliği var eden hayata müdahale etme gücümüzü tümüyle bekleyişe tercüme etmemizdir.
Tanrıçanın hükmünü daraltacak ya da etkisizleştirecek erdemi de beklemekte ve beklediklerimizde buluruz.
Kendi şanssızlığımızı ve şansımızı bekler dururuz.
Şark oyunları bu yönüyle acımasızdır. Bir atık, bir fazlalık gibi kenarda durup bekleyenlerimiz vardır. Bunlar için beklemek, hiç olmayacak demektir.
Oyunun hükmen mağlup kıldıklarıdır bunlar ya da hayat hükmen mağlubiyetin gölgesinde yaşadığımız anlarla doludur.
Şansın her daim yanında olanlarımız vardır. Bunlar başkalarının hayatlarının aynasına dönüşür. Daimi “tutunanlardır” bunlar.
Ne diyordu Oğuz Atay: “tutunanların yeni bir av heyecanı”…
Şark oyunlarında av olanlar çoğunluktadır.
Bekleyişin tuzağı budur aslında, kendimizi, ilişkilerimizi, yeteneklerimizi bir av nesnesine çevirir.
Öyle ki vazgeçişlerimiz bile bize ait değildir.
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.