Azerbaycan, Karabağ Savaşı’nda nihai zaferi kazansa da muhacir durumuna düşen ahalinin mühim bir kısmı halen evlerine kavuşamadı. Mesela I. Karabağ Savaşı esnasında yurtlarından edilen Gubadlı ahalisi, köyleri azat edildikten sonra her ne kadar sevinseler ve köylerine gidip görseler de işgalin yarattığı tahribat halen onarılamadığı için Sumgayıt dahil olmak üzere Azerbaycan’ın muhtelif şehirlerinde yaşamlarına devam etmektedirler, bu durum diğer Karabağlıların çoğu için de geçerlidir. Bu, benim gibi Karabağ üzerine çalışan araştırmacılar için hem zorluk hem kolaylıktır. Zira şehirlere ulaşım daha kolaydır. Ancak köy hayatında korunan ağız-şive ve folklor özellikleri zayıflamıştır ve şehirlerde birey birey aramak, köye gidip ilk kapıdan birini sormaya göre daha zordur. Bu konuda en büyük şansım, Twitter üzerinden tanıştığım Ayten (Seferli) Acar Hanım oldu. Kendisi beni araştırdığım Çereli köyü ahalisiyle tanıştırdı ve böylece 15 Eylül 2023 tarihli Sumgayıt yolculuğum başladı. Bana bağlantılar konusunda yardım eden Firidun Ferhadov ve Taleh Aliyev, mülakatlarla bilgiler edindiğim Nadir Hesenov ve Geray İsmayılov bu konuda Ayten Hanım ile birlikte en çok teşekkür ettiğim insanlardır.
Şii bir Azerbaycan Türk’ünden Öğrenilen Nakşibendi Şeyhi: Seyyid Nigari
Bir yanı Qarabağ, bir yanı Qafan
Laçınım, Qubadlı, Mehri, Zəngilan
Yox olsun üzərindən çiskin, çən, duman
Qoynunda tarixinin yaddaşı tapar hüzur
Qaytararıq yoluna nur, gözəl Zəngəzur
Saha çalışmalarımdaki buluntularımın tez konuma girmeyen ama epey ilgimi çeken ve bu yazıya konu olan kısmına gelmeden önce, Gubadlı’dan bahsedeyim. Gubadlı, Laçın ve Zengilan ile birlikte Karabağ’ın ve aynı zamanda Azerbaycan’ın güneybatı ucunda bulunmaktadır, bulundukları bölge Doğu Zengezur olarak da adlandırılmaktadır. Bu bölge, etnik ve mezhepsel olarak araştırmaya değer bir yerdir. Nüfusun çoğu Azerbaycan Türklerinden, bir kısmı ise Kürtlerden oluşmaktadır. Şu an Kürt kimliğini taşıyan ahalinin çoğunun Kürtlüğü ise, bir etnik kimlikten çok, resmen Azerbaycan Türklüğünün bir alt-etnik grubu haline gelmiş durumdadır. Çoğu daha SSCB’den önce herhangi bir asimilasyon çabası olmadan Azerbaycan Türkçesine geçmiştir hatta fiziksel görünüşleri bile bunu göstermektedir. Zira Türkiye’de özellikle Yukarı Fırat Havzası gibi geçiş bölgeleri haricinde, kimin Kürt olduğu çoğu zaman aksandan ve fiziksel görünüşten anlaşabilir. Ancak aşiret adlarından bile İran Kürtleriyle bağı bilinen çoğu Kürt aşiretinin mensupları, şive, kültür, sima olarak Azerbaycan Türklerinden farklı görünmemektedir. Kaldı ki bu aşiretlerin bir kısmı 1828 gibi yakın dönemde gelmesine rağmen bu süreç yaşanmıştır. Dahası, bu bölgeye 17. yüzyılda Şah Abbas tarafından yerleştirilmiş Kürt aşiretleri de vardır. Ancak çoğu kısa sürede Türkleşmiş ve Azerbaycan Türklüğünün terkibine dahil olmuştur. Zengezur bölgesi özelinde Gubadlı, mezhepsel açıdan da ilginç bir bölgedir. Sünni nüfus yoğundur, Şii nüfus da önemli bir yer tutmaktadır. Şu an türbesi Türkiye’mizin Amasya şehrinde bulunan Şirvanlılar Camisi ya da Azeriler Camisi ismiyle bilinen caminin bahçesindeki türbede gömülü olan, Gubadlı’ya komşu Laçın bölgesinin köylerinden Cicimli’de doğmuş, Sünni Türk aileden Seyyid Mir Hamza Nigari ve onun ekolü ise Gubadlı bölgesinin mezhepsel durumunun en iyi örneklerinden birini teşkil etmektedir.
Nigari’nin adını ilk kez 15 Eylül 2023 gününde, Gubadlı’nın Çereli köyünden 1935 doğumlu Geray İsmayılov Bey’i tanıdığımda duydum. Kendisi Çereli köyünden, Korçubeyli sülalesindendir. Çereli köyünün en eski ve kalabalık sülalelerinden Sofulular Sünni iken bu sülale Şii’dir. Şii olmakla birlikte, Sünni bir aileden gelen Seyyid Nigari’ye ve onun soyundan, ekolünden gelen Mir Sadi, Mir Mehemmed gibi sufilere büyük sevgisi vardı. Zira baba oğul bu iki sufinin, bahsedilen Çereli köyüyle yakın alakaları vardı, hatta Mir Mehemmed bu köyde büyümüştü, hatta annesi erken yaşta vefat ettiği için süt annesi de bu köydendi. Sohbetimizin sonunda Geray Bey; Mir Sadi ve Mir Mehemmed’in resmini, “bunlar mübarek şahıslardır, resimleri yanında dursun” diyerek bana ve eşime verdi. Halen cüzdanımda durur. Açıkçası, Azerbaycan’da Sünni–Şii iç içeliği ve harmonisi anormal bir durum değildir. Buna, daha önce yine Fikirtepe’de yazdığım Azerbaycan’dan Türkiye’ye, Türkiye’den Azerbaycan’a bakmak: Erdoğan ve İsrail Algısı Örnekleri yazımda da değinmiş ve Nigari’nin bir dizesini paylaşarak bu durumu desteklemiştim. Peki, bir Şii’nin, aslı Sünni köylerinden olan ve Halidi–Nakşibendi geleneğine mensup sufileri bu kadar sevmesi, manevi olarak hürmet göstermesi hangi temele dayanmaktadır?
Allah’ı Muhammed’i ‘âlî seven dostânız
Ne Sünnîyiz ne Şiî bir hâlis Müselmânız
Yukarıdaki dizelerin, Nakşibendiliğin Halidi koluna mensup bir sufiye ait olması, Türkiye’nin kavram dünyası içinde düşünüldüğünde çok tuhaf ve anlaşılmaz geliyor, değil mi? Zaten yazının da amacı bu. Kendime bir tarihçi, bir Türkolog diyebilirim. Aslında bir etnograf da diyebilirim. Ama tasavvuf üzerine uzman bir isim olduğumu iddia edemem. Açık öğretimden okumaya çalıştığım ilahiyatı henüz bitirmediğim için ilahiyatçı da diyemem. Ancak bu konuya tanık olmuş, bu konuda merakı uyanmış bir bireyim ve bu durumu siz Fikirtepe okurlarıyla da paylaşarak sizin de kafanızı karıştırmak, merakınızı uyandırmak istiyorum sadece, hatta belki bazı okurlar açısından Ali Şeriati’nin ifadesiyle “sizi rahatsız etmeye geldim” tarzı bir durum içinde de olabilirim. Bu ilginç fikir yolculuğuna devam etmek açısından, saha araştırmamda karşılaştığım sufi geleneğin öncü isimlerinden Seyyid Nigari’nin hayatına biraz daha girelim isterim.
Muhtelif kaynaklarda 1797, 1805 ve 1815 yıllarından birinde doğduğu rivayet edilmekle birlikte, 1805’te doğduğunu belirten kaynaklar daha çoktur. Babasını bebek yaşta kaybeden Nigari; Şeki ve Şamahı gibi Azerbaycan’ın büyük kültürel merkezlerinde dersler almış, Şeki’de ayrıca müderrislik de yapmıştır. Nigari’nin Nakşibendiliğe bağlanması oldukça ilginç ve karmaşık bir meseledir. Kaynakların bir kısmı Azerbaycan’da iken Nakşibendi şeyhi Halid-i Bağdadi’nin ününü duyarak ona intisap etmek amacıyla yola çıktığını ancak Harput’a vardığında onun ölümünü haber aldığını ve böylelikle Anadolu’da kaldığını ve Bağdadi’nin bir talibi olan, Azerbaycan’ın Kürdemir bölgesinden gelmiş Şeyh İsmail Siraceddin Şirvani’ye bağlandığını söylemektedir. Gelgelelim, Türkiye’nin öncü yerel tarih eserlerinden Amasya Tarihi’nin yazarı Hüsameddin Hüseyin, Nigari’nin daha Şirvan’dayken[1] Siraceddin Şirvani’ye intisap ettiğini iddia etmektedir. Kesin olan ise 1839’da Nigari’nin mürşidi Şirvani ile birlikte Amasya’ya gelip yerleşmesidir. Açıkçası, Nigari’nin Nakşibendilikle olan bağı sadece tasavvufi olarak değil, Azerbaycan ve Kafkasya yöresinin Rus işgaline direniş tarihi konusunda da oldukça ilginç bir konudur. İlk olarak Nigari’nin mürşidi Şirvani, aynı zamanda Şeyh Şamil’in de mürşididir ve Kafkasya’daki Nakşibendi bağlantılı, Rus karşıtı cihat hareketi Müridizm içinde etkin role sahiptir. Bundan dolayı Sibirya’ya sürgün edilmek istenmiştir ve kendisi bu takibattan kurtularak Ahıska–Erzurum rotasıyla Anadolu’ya hicret etmiştir.
Şirvani’nin müridi Nigari, 1840’larda onun icazetiyle Amasya’dan memleketi Karabağ’a döner. Azerbaycan’a ikinci gelişinde Nigari’nin Dağıstan’da İmam Şamil, Çeçenya’da Şeyh Mansur’un izlediği yolu izleyerek cihat için tebliğde bulunduğuna, Karabağ’ın en güney ucu olan memleketi Zengezur yöresinden, Azerbaycan’ın en kuzeybatı uçlarından Gazah’a kadar pek çok kişiyi kendine bağlayarak Rus yönetimine karşı faaliyetlere giriştiğine dair de veriler vardır. Günümüz Azerbaycan’ının batı yarısını etkisine almayı başaran Nigari’nin, memleketinin sınırlarını da aşacak şekilde Azerbaycan’ın farklı yörelerinden Türk kanaat önderleri ile, Dağıstanlı Lezgi asilzadeleri ile de görüşmelere girdiği, Karabağ, Şeki ve Dağıstan’da eş güdümlü isyan hazırlığında olduğuna dair bilgiler de mevcuttur. Bütün bunların sonunda ise Nigari, Rus takibatı sebebiyle Anadolu’ya geri dönmüştür. Nigari’nin aynı zamanda Kırım Savaşı esnasında Anadolu’ya taarruz eden Rus ordularına karşı, Azerbaycan’dan topladığı müritleriyle de gönüllü olarak Kars yöresinde savaştığı kaydedilmiştir. Yani Nigari sadece bir sufi değil, aynı zamanda bir mücahitti de.
Nigari, alıntılanan “Ne Sünnîyiz ne Şiî bir hâlis Müselmânız” beytinden anlaşıldığı üzere dinî konularda da kalıplara sığmayan bir yapıya sahiptir. Emevileri ve Süfyani şeklinde adlandırdığı Emevi zihniyetini en sert sözlerle yerden yere vurur. “Mervânîleri isteyen ey ehl-i dalâlet, Bî-şübhe ki sizler Yezîdî biz ‘Alevîyiz” diyerek kendinin Hz. Ali safında olduğunu belirten Nigari, aynı zamanda Süfyani olarak adlandırdığı kesimi karşı açık açık dinden çıkmış görür. “La‘net olsun ana kim dîn-i mübînden geçmiş, Eyler ol tarzıye Süfyânî mürtedlere” dizeleriyle hem Süfyani şeklinde adlandırdığı kesim ve zihniyeti, hem de onlara rıza gösterenleri “din-i mübînden geçmiş”, “mürted” gibi ifadelerle zikreder. Nigari’nin Ehl-i Sünnet ile uyuşan dizeleri de mevcuttur. Misal, “Bî-şübhe ki sizler Yezîdî biz ‘Alevîyiz” şeklinde bahsi geçen dizeden sonra gelen beyitte, “Ehl-i Sünnetiz mü’min-i Hak dîn-i celîyiz” diyerek Ehl-i Sünnet ile Aleviliği bir şekilde eş gördüğünü belirtir. “Çerâgımdır yanar der çâr cânib, Ebû Bekr ü ‘Ömer ‘Osmân [u] Safder” dizeleriyle Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’yi dört yanını aydınlatan kandiller olarak tanımlayan Nigari, ayrıca “Mustafânın Dostına dostuz vallâh hasmânına hasmânız” diyerek sahabe ve dört halife konusunda Sünniliğe yakın bir tutumda durmuş, “Hariciyim sevmesem damadını, Peygamberin, Rafızıyım fark edersem Haydar’ı Faruk’tan” ifadeleriyle ise Şia’nın söz konusu tutumuna karşı durmuş ve bu tutumu “rafizilik” addetmiştir. Dolayısıyla Nigari Emevileri doğrudan tekfir etmesiyle Şia’ya yaklaşırken ashaba yönelik tutumuyla da Sünniliğe yakın görünmektedir. Bir dizesinde ne Şia ne Sünni, sadece “bir halis Müselman” olduğunu belirtmesi de mezheplerüstü bir bakış açısına sahip olduğuna delil sayılabilir. Mezhep konularındaki heterodoks tavrı Osmanlı otoriteleri ile zıt düşmesine sebep olan Nigari, Amasya’dan Harput’a sürgün edilmiş ve 1886 yılında burada vefat etmiştir. Vasiyeti üzerine Amasya’ya gömülen Nigari’nin türbesi ve türbesinin dahil olduğu Azeriler / Şirvanlılar Cami ise 1894 yılında inşa edilmiştir.
Mustafa Kemal Karan: Halidi-Nakşibendi ailenin CHP milletvekili oğlu
Nigari ve Şirvani’nin talebelerinden, Nigari’nin halifelerinden biri de Hacı Mahmud Efendi’dir. Kendisi, Azerbaycan’ın en kuzeybatı ucu olan Gazah bölgesinin Aslanbeyli köyündendir. Sülalecek Veysel Karani’nin soyundan geldikleri iddiasından ötürü, sülalesi Karaniler ismiyle de anılır. Şeki’de eğitim alıp köyünde tahsil veren Hacı Mahmud Efendi, Nigari ile tanışmış ve memleketinde onun ekolünü yaymıştır. Nigari, kendisini tanıdıktan sonra ona Türkiye’de tahsil almasını tavsiye etmiştir, böylece Hacı Mahmud Efendi de Amasya’ya yerleşmiştir. Amasya’da tahsilini tamamlayıp memleketine dönmüştür. Bu dönemde hacca gitmiş, ayrıca yürüttüğü faaliyetlerle Azerbaycan’ın pek çok yöresinden taraftarlar kazanmıştır. Mürşidi Nigari’nin ölümünü haber alınca ise Azerbaycan Türklerinden topladığı paralarla Nigari’nin Amasya’daki türbesinin yapılmasını sağlamıştır. Bugün bile Şirvanlı Camisi kitabesinde, bu cami ve türbenin onun yardımlarıyla inşa edildiği yazılmaktadır. Hacı Mahmud Efendi memleketinde ün kazandıkça Rus devletinin radarına girmiştir ve Şeyh Şamil’in hareketiyle ilişkili görülerek önce Gazah, sonra ise Tiflis’te hapis hayatı yaşamıştır. Ruslar başta onu Rusya içlerine sürmek isteseler de halkın tepkisinden çekinerek Osmanlı’ya muhaceret etmesine icazet vermişlerdir ve halk üzerindeki tesirini azaltmayı bu şekilde başarabileceklerini düşünmüşlerdir. Amasya’ya gitse de memleketine dönmenin yollarını hep aramış, sonunda yaşlı ve hasta haliyle yurduna dönmüş ve köyüne gömülmüştür. 1896 yılında vefat eden Hacı Mahmud Efendi’nin türbesi, fikirlerini ve içinden geldiği geleneği yansıtan unsurlarla bezelidir.
Türbe kitabesinde, “Ya Allah, ya Muhammed”, “Ya Ebubekir, ya Ömer”, “Ya Osman, ya Ali” ifadeleri yazmakta, mezar taşında ise “Ya Allah, Ya Seyyid Nigari, Ya Hazreti Mevlana”[2] ifadesi bulunmaktadır. Yanı başında yatan bir diğer gönül insanı ise, yakın dostlarından derviş Seyyid Yasin’dir. Seyyid Yasin’in Şii ve Hacı Mahmud Efendi’nin Sünni olmasının yanında, yattıkları türbenin her mezhepten ziyaretçilerce akına uğraması da yazının başından beri belirtilen Azerbaycan Nakşiliğinin içindeki Şii-Sünni birlikteliği, mezhep ayrımına karşı duruş tutumunun somut bir örneğidir. Hacı Mahmut Efendi, Azerbaycan’a dönüp orada vefat etse de çocuklarını Amasya’da bırakmayı tercih etmiş, tahsillerini orada almalarını istemişti. Onun neslini devam ettiren iki oğlu ve iki kızı olmuştu. Oğullarından Muhammed Efendi’nin ilahiyat alanında çalışmaya devam ettiği ve (detaylı bilgi bulamasam da) Atatürk ile tanıştığı ise, hakkında bulunan bilgiler arasındadır. Atatürk’e hayran olan Muhammed (Karan) Efendi, en küçük oğlunun adını Mustafa Kemal koymuştur ve Mustafa Kemal Karan 1961-1965 yılları arasında CHP milletvekilliği de yapmıştır.
Dolayısıyla elimizde kurucu figürlerinden biri Şia ile Sünnilik kavramını reddeden dizeler kaleme almış olan, genel olarak mezhep ayrımına karşı konumlanmış, Şii ve Sünni halkta aynı anda teveccühe sahip olan, bu kadar kapsayıcı olmakla birlikte Kafkasya Cihadı ile anılan ve Rus işgaline karşı silahlı mücadeleden çekinmeyen, Türkiye’ye göçen kolları içinde ise büyük bir Atatürk sevgisi barındıran, hatta son temsilcilerinden birinin oğluna Mustafa Kemal ismini verdiği bir Halidi-Nakşibendi geleneği var. Daha önce belirttiğim gibi, tasavvuf benim alanım olmasa da bunu yazma sebebim tam olarak bu saydığım ilginç durumlar. Zira bazı yazılar salt bilgi vermek ve öğretmek için yazılmaz. Belli konulara dikkat celbetmek veyahut konuyla ilgili potansiyel araştırmacıları heveslendirmek de bir yazının amacı olabilir. Yazının sonunda herkese bolca merak ve derin bir tefekkür süreci dilerim!
Faydalanılan Kaynaklar
ÇINAR, Fatih. “Nakşî-Hâlidî Şeyhi Hamza Nigarî’nin İsteğiyle Yazılan Bir Ehl-i Beyti Müdafaa Risalesi: ‘Risâle Fî Ta’n Li-Men Hâlefe Ali Radıyallahu Teâlâ Anh’”. Gaziosmanpaşa Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 7/1 (June 2019), 125-150.
ERGİNLİ, Zafer – EROL, İbrahim. “İsmâil Sirâceddîn-i Şirvânî-i Kürdemirî ve Kafkaslarda Nakşibendiyye – Hâlidiyye Kolları”. Usul İslam Araştırmaları 33/33 (Haziran 2020), 131-159.
ƏHMƏDOV, Namiq. Elm və İrfan İşıqlı Şirvanlı İsmayıl Əfəndi Kim Olub? Milli qəhrəman Şeyx Şamilin ideya rəhbəri, Osmanlı Sədr-Əzəminin atası…”. Türk Dünyası Araştırmaları 133, sy. 263 (Haziran 2023): 257-70.
HAKVERDİOĞLU, Metin. “Bir Tâun Şehidi Şeyh İsmail Sirâceddîn Şirvânî ve Hakkında Yazılan Şiirler”. Kesit Akademi Dergisi 23 (2020), 278-297.
KARABAĞ, Rıza. “Mir Hamza Nigârî’nin Azerbaycan’dan Amasya’ya Göçen Karakoyunlu Ve Karapapak Azerbaycan Türklerinin Göç Süreçlerine Etkisi: Sosyo-Tarih Perspektifinden Bir Değerlendirme”. Amasya İlahiyat Dergisi 19 (Aralık 2022), 84-118.
NƏSİBOV, Faik. “Şeyx Hacı Mahmud əfəndi Aslanbəyli və Nigarilik”. II Beynəlxalq Həmzə Nigari Simpoziumu. (01-03 Mayıs 2024).
[1] Kaba tabirle, bugünkü Bakü’den başlayıp Kafkas dağları boyunca uzanan geniş bir hattı içine alan Azerbaycan’ın doğu yöresinin tarihî adı Şirvan’dır.
[2] Hacı Mahmut Efendi’nin köyü Aslanbeyli’de günümüzde bile, bu videoda bir örneği görülen sema ayininin devam ettiği görülmektedir. Yani Nakşibendilik ile birlikte Mevleviliğin de bir etkisi görülmektedir.
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.