Çanları çalın hala çalabiliyorken
Kusursuz önerilerinizi unutun
Her şeyde bir çatlak vardır
Işık içeriye böyle girer
Leonard Cohen, Anthem
Leonard Cohen, 1980’lerin sonunda Avrupa’da buhrana girmiş politikanın, Gramsci’nin deyişiyle “morbid” sonuçlarından çekinircesine yukarıda bahsedilen sözleri yazmıştı. İçeriye girecek ışık, tam da Avrupa Birliği’nin politik oluşumuna denk düşecek kapsamlı bir ekonomik ve siyasi bütünlüktü. Bu bülten serisinde, Avrupa Birliği siyasetinde hem politik hem ekonomik kopuşları ve süreklilikleri, özellikle Avrupa Birliği’nin 2000’lerin ortasında genişleme politikası kapsamında bünyesine dahil ettiği “poster çocukları” Orta Avrupa ülkeleri ve merkez ülkeler özelinde inceleyeceğiz.
İlk bülten için, Avrupa Birliği’nin kimlik sorununa kavramsal bir giriş yapmayı uygun buluyoruz. Dolayısıyla, Avrupa Birliği üyesi ülkelerde federatif kimlik anlayışının aşınmasının temellerini sunarak son dönemlerde hem Avrupa Birliği’nin periferisi olan Orta Avrupa ülkeleri ve hem de merkez ülkelerdeki aşırı milliyetçilik ve devlet kontrolünde palazlanması arzulanan piyasa ekonomilerini ele alacağız. Böylesi tarihsel anlatı için, öncelikle AB’nin oluşumunda de jure olarak yer almayan ancak kuruluşundaki ülkelerde de facto geçerli olan sosyal demokrasinin aşınımını ve evrildiği ideolojik çizgiyi ele alacağız.
Sosyal Demokrasinin Aşınımı ve Avrupa Birliği Federatif Kimliğin Ölümü
Cohen’in veciz bir şekilde özlem duyduğu kapsayıcı sosyal demokrasi, artık karanlık bir dönemle karakterize ediliyor. Ekonomik olarak, tarihî müttefikleriyle (sendikalar ve taban örgütleri) azalan ilişkiler, Avrupa Birliği’nin kuruluşundaki ilerici gücü sosyal demokrasiyi ölüm sancılarıyla baş başa bıraktı. Kapsayıcı bir Avrupa kimliğinin peşinden gidenler, kendilerini neden ve nasıl böyle bir durumda bulduklarını akademik ve siyasi çevrelerde tartışıyor fakat henüz net bir cevap ortaya çıkmış değil. Sebeplerin yokluğunda, karşılaşılan sorunlar, çıkış yolu sağlayacak programatik çözümlerle değil pragmatik ve palyatif pansuman fikirlerle aşılmaya çalışılıyor.
Özellikle 1990’ların ikinci yarısından başlayarak pragmatizm adına çözümler, daha o zamanlar filizlenen aşırı sağın siyasi ve ekonomik kavramsal sözlüğünden, o zamanların revaçta olan “adaptasyon” kavramıyla Avrupa Birliği siyasetinde devreye sokuldu. Sosyal ve ekonomik entiteyi, on dokuzuncu yüzyıldan kalan çiğ ve sert bir ekonomik liberalizmin merceğinden görmekte ısrar eden bu anlayış, nihayetinde kendisini teknokrat ve seçkinci “Üçüncü Yol” anlayışında buldu. Avrupa Birliği’nin ilksel kapsayıcı sosyal demokrasi anlayışının bir varyantı olarak Üçüncü Yol, bugün aşırı sağın yükselmesinde ve kapsayıcı demokratik Avrupa Birliği siyasi projesinin aşınmasında büyük rol oynadı.
Başarısız Bir Kozmopolitizm Olarak Üçüncü Yol ve Yeni Sağ
Fena bir şekilde başarısızlığa uğrayan Üçüncü Yol, varlığını sona erdirdi ve sosyal demokratların milliyetçi sağ tarafından kendileri tarafından işletilen çarkın dişlisi olarak görülmesine, kavramsal yozlaşıya ve ilkesel değerlerinin içinin boşaltılmasına neden oldu.
Özellikle 2008 Büyük Finansal Krizi’nden sonra, ekonomik ve siyasi türbülansın ortasında, milliyetçilik ile harmanlanan “statü temelli” aşırı sağ, siyasette Avrupa Birliği’nin sosyal demokrasi ile dolduramadığı alanı işgal etti. Avrupa Birliği merkez ülkeleri, krize genişlemeci para politikalarıyla dahi cevap veremezken bir on yıl boyunca borçlandırdığı çevre ülkelerinde ekonomik yıkım siyasi yeni doğuşlara neden oldu. Siyasetin boşluk kaldırmadığı tüm sosyal bilimciler ile maluldür.
Bu anlamda, Üçüncü Yolcu küreselciliğin son demleri, krizle beraber kendisiyle tam bir tezat oluşturan, tam teşekküllü kavramsal seti son derece ilgi çekici bir milliyetçiliğe evrildi. Bu vagona, Avrupa Birliği’nin hem merkez hem çevre ülkeleri büyük bir iştahla takıldı. Bu ülkelerde, 2008 krizinin bilindik AB siyasetini dümdüz eden ve aşağıda da belirteceğim gibi, Avrupa Birliği’nin kozmopolitizmini tehdit eden ve milliyetçiliği de aşan bugünlerde aşırı sağ olarak adlandırılan proto-faşizme varacak yeni siyasi akımlar doğdu.
Avrupa Birliği ve Hegelci Aufhebung Sorunsalı: Kozmopolitizm ve Aşırı Sağ Arasında Siyasi Impasse
Belirtildiği gibi 2008 Büyük Finansal Krizi, kendilerini bir on yıl önce sosyal demokrat tanımlayan, Avrupa Birliği siyasi ve ekonomik projesinin öncüleri ve poster çocukları için siyasi ve ekonomik pozisyonların yeniden tanımlanmasına yol açtı. Ancak bu aktörler, Üçüncü Yol’un kısır siyasi ve ekonomik vokabülerisinin yerine çok daha kısır ancak toplumda şok etkisi yaratan sloganlara sığınmayı tercih ettiler.
Bu, siyasetin gündelik akışında anlaşılabilir bir tepki olsa dahi ilkesel bir siyaset için ilginç bir duruma işaret eder; öyle ki Gramsci’nin veciz deyimiyle “eskinin ölmekte olduğu ancak yeni olanın doğamadığı” siyasal bir Impasse durumunda, aşırı sağ, Üçüncü Yol tarafında da dejenere edilen kozmopolitizme, görünen o ki, üstün gelmiş ve onu aşmıştır.
Aşırı sağın, söylemsel olarak, “biz ve onlar”, “vatandaşlar ve göçmenler” karşıtlıkları üzerine inşa ettiği “statüye dayalı milliyetçilik” ekonomik olarak da Avrupa Birliği’nin hem merkez hem periferi ülkelerini etkisi altına almışken bu kimlik aşımının ekonomik izdüşümleri de bu ülkeler için bir hayli ilginç ve statü temelli milliyetçiliklerine ters düşen karakterler barındırmakta.
Birçok siyaset bilimcinin ve bu bültenin de üzerinde durduğu kimlik bunalımına eşlik eden ekonomik dönüşümler elbette tutarlı bir analizin önemli parçası. Bu bağlamda, 2008 Büyük Finansal Krizi’nden önce ve sonra Avrupa Birliği ve çevre ülkelerinin, bugünlerde çokça sözü edilen “Ortodoks” para ve mali ekonomiden kopuş ve sürekliliklerine değineceğiz.
Bir sonraki bültende, Avrupa Birliği’nin artık yitik hale gelen kapsayıcı kimlik ideası ve demokratik kurumsal yapısını, periferisinde yer alan 2010’dan bugüne Viktor Orbán hükümeti tarafından yönetilen Macaristan özelinde ele alacağız. Siyasi ve ekonomik olarak Avrupa Birliği idealinden kopuşun, ekonomik olarak süreklilikler barındırdığını da ortaya koyarak, Avrupa Birliği’nin, 2000’ler akademik siyasi yazınında yer aldığı üzere dönüştürücü bir siyasi ve ekonomik aktör olmasının sınırlılıklarını Türkiye özelinde de tartışacağız.
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.