“Nihal Atsız’ın sanatçılığı yanında, bir de düşünürlüğü vardır. O düşünürlüğünü metafizik konular üzerinde değil, Ziya Gökalp gibi, Peyami Safa gibi, Türk’ün geçmişi ve geleceği ile ilgili millî konular üzerinde harcamıştır. Çünkü dünyada “Tarih felsefesi” diye bir şey vardır ki, bizim tarihçilerimizde en kıt olan unsurdur. Tarihçilerimiz analitik bilgilerden sentetik görüşlere yükselememektedirler. Ayrıca, Hegel, Fichte gibi Alman tarihini düşünce süzgecinden geçirip yorumlamış filozoflar ayarında düşünürler bizde yetişmemiştir. Atsız’ın milletimize sayısız hizmetlerinden biri, Türk tarihinin felsefesini yapma denemelerinde bulunmuş olmasıdır. Türk tarihinin meselelerinin hepsine cevap bulamamışsa da, “Türk tarihinde meseleler” adlı eserinde, bunları ortaya koyarak, tarihçilerimizi düşünmeğe davet etmiştir.”
ADİLE AYDA[1]
11 Aralık 2023 Pazartesi günü, Atsız’ın ölüm yıl dönümü. Dile kolay, Hoca’yı kaybedeli 48 yıl olmuş. Türkçülük düşüncesinin en önemli isimlerinden biri olan Atsız Hoca’yı anlayabilmek için onun dört farklı yönü üzerinde fikir ve bilgi sahibi olmamız gerekir.
İlk önemli özelliği, Türkçülüğüdür. Bu, zaten bilinen en önemli özelliğidir. Türkçülük düşüncesine son şeklini vermiştir. Elbette, Gök Alp ya da Akçura gibi bir Türkçülük sistemi ortaya koymaya gerek duymamıştır. Ama düşünce evrimi içerisinde en önemli sıçramayı gerçekleştirmiştir. Bilindiği üzere Gök Alp, Türkçülüğün Esasları adlı eseri kaleme almış; Turancılığı Türkçülüğün en önemli ülküsü olarak ortaya koymuştur. Bununla birlikte Türk soyuna önem vermekle birlikte ırk kavramını geride görmüştür. Akçura ile birlikte ırk kavramına daha çok önem verilirken Turan ülküsü geriye çekilmiştir. Tabii, gerek Gök Alp, gerek Akçura’nın bakış açılarında dönemin devlet anlayışının etkisini görmek gerekir. Her ikisi de gerek İttihad ve Terakki’nin gerekse de Cumhuriyet yönetiminin politikalarına göre hareket etmişlerdir.
İşte, Atsız’ın Türkçülük düşüncesindeki ileri hamlesi burada devreye girmektedir. Atsız, Türkçülüğü devletten özgürleştirmeye çalışan kişidir. 1930’larda dergilerinin kapatılmasıyla başlayan ve 1944 yargılamalarıyla zirveye çıkan iktidar ile çatışma hali, ister istemez çevresindeki Türkçü anlayışın da devlet ile uyuşmazlık yaşamasına ve çevresinin devlet tarafından fişlenmesine neden olmuştur. 1930’lardaki ünlü Türk Tarih Tezi’ni reddetmesi ve bu konuda hocası Zeki Velidi Togan’ı savunması, yayımladığı Atsız Mecmua, Orhun, Türk Sazı dergilerinin kapatılması; 1936’da Mehmed Akif’in cenaze törenini düzenleyen ve 1940’da mezarını yaptıran Türkçü gençlerin başındaki Fethi Tevetoğlu için resmî görevliler tarafından “Atsız çevresinden” notunun düşülmesi, sonraki süreçte de 1944 mahkemelerine giden süreç ve bu mahkemeler sırasında yaşananlar, Türkçülüğün devlet güdümünden çıkarılması noktasında ayrıca üzerinde durulması gereken konulardır.
İkinci özelliği ise bilimselliği yani tarihçi yönüdür. Türkçülüğü net ve keskin bir biçimde yaşayan Atsız, Türk tarihi hakkında olabilecek en bilimsel çizgide bulunmaktadır. Dünya çapındaki birçok milletin aslında Türk olduğu ve dünya medeniyetini Türklerin yarattığı düşüncesine dayanan 1930’ların ünlü Türk Tarih Tezi’ni doğrudan reddetmiştir. Bu konuda da hocası Zeki Velidi Togan ile aynı çizgidedir. Bununla birlikte ortaya koyduğu Türk devletinin sürekliliği düşüncesi ve tezi ise çok önemlidir.
Atsız’a göre Türk tarihi boyunca, sadece iki devlet var olmuştur. “Türk Tarihine Bakışımız Nasıl Olmalıdır” ve “16 Devlet Masalı ve Uydurma Bayraklar” adlı makalelerinde bu durumu ortaya koymuştur. Ona göre bu iki devlet, Doğu Türk Devleti ve Batı Türk Devleti’dir. Bugün devlet olarak öğretilen her yönetim, aslında bir hanedandan ibarettir. Buna göre Doğu Türk Devleti, Şu yönetimi ile başlar ve 1920’de Özbek hanlık ve emîrliklerinin yıkılmasıyla sona erer. Batı Türk Devleti ise 1040 yılında Selçukluların kurulmasıyla sonuçlanan Dandanakan Savaşıyla başlar ve hala devam eder. Aslında Kaşgarlı Mahmud’un Dîvanü Lugati’t Türk adlı eserinde olsun, diğer birçok eserde olsun, bu süreklilik görülür. Bir Karahanlı tegini olan Kaşgarlı Mahmud, Karahanlılar ile Selçukluları aynı devletin parçaları olarak görür. Yine birçok Osmanlı dönemi eserinde de Selçuklular ve Osmanlılar arasında devamlılık ve bütünlük görüşünün olduğu görülür.
Ayrıca Türk tarihi alanında birçok çalışması olan Atsız, Âşıkpaşaoğlu Tarihi, Oruc Beğ Tarihi vb. Osmanlı’nın kuruluş devrinin aydınlatılmasını sağlayan birçok eseri ortaya çıkarıp, çevirip yayımlayarak kendisinden sonra gelen Osmanlı tarihçilerinin de önünü açmıştır.
Türkiye’nin ilk kadın diplomatı, Fransız dili ve edebiyatı uzmanı ve tarihçi olan Adile Ayda’dan aldığım ve yazının girişinde yer verdiğim bu söz, aslında Atsız’ın tarihçiliğinin ve düşünürlüğünün ortaya konulması açısından çok önemlidir.
Üçüncü özelliği de işte, bu düşünürlük kısmıdır. Hem tarih felsefesi hem de savaş felsefesi alanında, bana göre, Türkiye’nin en önemli ismidir. Zira Atsız’dan sonra bu alanlara kafa yoran bir aydınımız daha olmamıştır. Aslında Atsız’ın savaşa dair fikirlerinin başlı başına savaşa dair felsefi konular olması gerçeğini de görmemiz gerekir. Birçok kişinin eleştirdiği bu sözler, aslında çıplak gerçeğin en katı şeklini ortaya koymaktadır. Barışın geçiçiliği ve bir sonraki savaşa hazırlık devresinden başka bir şey olmadığı, savaşa hazırlıklı olunması, eğitimin askerî düzende yapılması gerektiği düşünceler, başlı başına bu katı gerçekçiliğin yansımalarıdır.
Atsız’a göre hayat, başlı başına bir savaş alanı, bir mücadele alanıdır. Kendisi bir İstanbul beyefendisi olmakla birlikte yaşamı boyunca mücadele içinde olmuş ve bu şekilde yaşamıştır. Dolayısıyla insanın yaşamı da devletlerin yaşamlarının küçük bir parçasıdır.
Dördüncü özelliği ise bilinen edebiyatçılığıdır. Bozkurtlar, Deli Kurt, Ruh Adam gibi şaheser romanlara imza atan Atsız, aynı zamanda 20. yüzyılda aruz veznini de en iyi kullanan şairlerden biridir. Öyle ki yazdığı en güzel şiirler, aruz vezni ile yazdıklarıdır. Bu arada öğrencilerine de aruz veznini mükemmelen öğretmiştir. Onların içinde de bu alana yetenekli olan birçok kişi, aruz vezni ile eserler vermiştir. Bunların başında da Atsız Hoca’nın öğrencisi olan Erk Yurtsever gelir ki 21. yüzyılda bile bu tarzda çok güzel şiirler kaleme almıştır. Bununla birlikte Osmanlı divan şairlerinin aksine, aruzu kullanırken Arapça ve Farsça sözcükler kullanarak değil, Türkçe sözcükler kullanarak bunu yapmasıdır. Bu yönüyle de çok sevdiği Edirneli Nazmi’nin ötesine geçmiştir.
Bununla birlikte gerek Türk edebiyatında gerek dünya edebiyatında yeni yeni duyulan ükronya türünün de Türk edebiyatında ilk örneğini veren kişi, yine Atsız’dır. İsmet İnönü’yü hicvettiği “Z Vitamini” adlı eser, başlı başına çok iyi bir ükronya örneğidir. Gerçek tarihi anlatırken bir kırılma anı yaratıp kurgu evren yaratmaya dayanan bu türün ilk örneğini, Atsız’ın vermesi de tesadüf değildir. Bilindiği üzere Kür Şad karakterini Göktürk ve Çin tarihlerinden çıkarıp edebî bir eser yazılmasını isteyen Atsız’dı. Hatta bunu da Sabahattin Ali’den istemiş, o da edebî açıdan çok zayıf olan Esirler piyesini yazmıştı. Bunun üzerine Atsız, ilk romanını kaleme almaya başlamış ve ünlü Bozkurtlar ortaya çıkmıştı.
Ruh Adam ise Atsız romanlarının zirvesini oluşturmaktadır. Edebî açıdan bir şaheser olan ve Türk edebiyatının en büyük romanlarından olan bu eserde, bariz bir Safiye Erol etkisi görülmektedir. Kendisi de bu etkinin farkındadır ki romanın içinde Güntülü karakteri üzerinden de Safiye Erol’a selam yollamaktan geri durmamıştır.
Görüldüğü üzere Atsız, Cumhuriyet döneminin en önemli aydınlarından biridir. Düşünceleri, bilimselliği, sanatçılığı ve mücadelesiyle ortada durmaktadır. Bununla birlikte de objektif bir değerlendirme ve incelemenin de konusu olması gerekir. Maalesef, ülkemizde ideolojik bağnazlıkla Atsız’a saldırılmakta, her ölüm yıldönümünde (11 Aralık) ve her Türkçüler gününde (3 Mayıs) olabilecek en ağır hakaretler edilmektedir. Oysa, böyle bir aydın kişiliğin, fikirlerinden bağımsız bir biçimde de incelenebilmesi gerekir. Türk tarihi hakkındaki fikirleri, Osmanlı tarihçiliğine katkısı, Türk edebiyatından açtığı yollar, tarih ve savaş felsefesi hakkındaki çalışmaları ayrı ayrı tez, konferans, çalıştay konuları olabilecek çaptadır. Umarım bir gün, Türkiye’nin böyle bir aydını objektif bir biçimde değerlendirebildiğini görebiliriz.
[1] Ayda, Adile, Atsız’dan Adile Ayda’ya Mektuplar, s.115, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1988
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.