“Cumhuriyet Dönemi romancılarının en büyüklerinden biri olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu 27 Mart 1889’da Kahire’de dünyaya gelmiştir. 1895 yılında ailesi ile Manisa’ya dönmüştür. Babası Karaosmanzadelerden Abdülkadir Bey, annesi İkbal Hanım’dır. İlköğrenimini Manisa’da Fevziye Mekteb-i İbtidaisi’nde tamamlamıştır. 1903 yılında İzmir İdadisi’ne giren yazarın Şahabettin Süleyman ile arkadaşlığı bu okulda başlamıştır.
Yazarın çocukluk yıllarında başlayan edebiyat ilgisi lise yıllarında daha da artmıştır. Babasının ölümü üzerine İzmir’deki eğitimini tamamlayamayan yazar, annesi ile Mısır’a dönmüştür. Mısır’da Jön Türkler ile tanışan yazarın politikaya ilgisi başlamıştır. İskenderiye’deki Fransız okulunda ve İsviçre Lisesi’nde eğitim görerek ortaöğrenimini tamamlama fırsatı yakalamıştır. Bu yıllarda Fransız yazarları okumuştur.
1908 yılında ailesi ile birlikte İstanbul’a dönmüştür. İstanbul Hukuk Mektebi’ne kaydolan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, üçüncü sınıfta okulu bırakmıştır. 1909 Yılında Fecriati topluluğuna katılmıştır. Yahya Kemal ile birlikte Nev-Yunanilik adında akım oluşturmaya çalışmışlarsa da başarılı olamamışlardır.
1912’de tüberküloza yakalanan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, tedavi olmak için 1916’da İsviçre’ye gitmiştir. Mondros’un imzalanması üzerine yurda geri dönmüştür. İkdam gazetesinde Kurtuluş Savaşı’nı destekleyici yazılar yazmıştır.
1920’de Millî Mücadele’yi izlemesi için Ankara’ya çağrılmıştır. Batı cephesini dolaşmıştır. Bu seyahatinden millî duyguları güçlenmiş, geleceğe dair ümit dolu bir ruh hali ile İstanbul’a dönmüştür.
9 Eylül Zaferi’nden sonra TBMM’ye Mardin milletvekili olarak girmiştir. 1923 yılında Leman Hanım ile evlenmiştir. 1926 yılında tedavi için ikinci kez İsviçre’ye gitmiştir. 1934 yılında Tiran elçiliğine atanmıştır. Daha sonra 1935 yılında Prag, 1939 yılında Lahey, 1942’de Bern, 1949 yılında Tahran, 1951 yılında tekrar Bern elçilikleri yapmıştır. Emekli olduktan sonra memlekete dönen yazar, son siyasal görevi olarak 1961-1965 yılları arasında Manisa milletvekilliği yapmıştır. 13 Aralık 1974’te Ankara’da tedavi görmekte olduğu Gülhane Askerî Tıp Akademisinde vefat etmiştir.”*
Yirminci yüzyıl Türk edebiyatının önemli ve kanonik yazarlarından biridir Yakup Kadri Karaosmanoğlu. Kendisiyle yazarlığının ve dergiciliğinin yanında, devlet adamı olarak da karşılaşmamız mümkündür. Bilindiği üzere Atatürk’le aralarının açılmasının ardından Tiran’a büyükelçi olarak gönderilmiş, döneminin siyasetini ve bu siyasetin kendi yaşamındaki tesirlerini Zoraki Diplomat, Ankara ve Panorama gibi eserlerinde ele almıştır.
Bazı yazarların kaderidir. Onlarca kitap da yazmış olsalar, edebiyatın pek çok türünde eserler de vermiş olsalar tek bir kitapla, öyküyle ya da şiirle anılırlar ilk önce. Bu diğer eserlerinin yok sayıldığı, görmezden gelindiği anlamına gelmez elbette her zaman. Ancak yine de bir gölgede kalıştan bahsedebiliriz. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun da başına benzer bir durum gelmiştir denebilir. Bence de Türk edebiyatının ciddi köşe taşlarından biri olan Yaban romanı o kadar çok ön plana çıkarılmıştır ki yazarın isminin geçtiği her yerde ilk önce Yaban‘ın akla gelmesi bir tür şuuraltı refleksine dönüşmüştür. Oysa dikkatli okuyucu iyi bilir, yazarın Yaban‘ı aratmayacak derinlik ve lezzette pek çok eseri bulunmaktadır.
Yakup Kadri romanlarını bir anlamda “tezli roman” olarak addetmek mümkündür. Romanlarının hemen hepsinde verilmek istenilen bir ileti, doğruluğu ortaya konmaya çalışılan bir düşünce söz konusudur. Bugün ismiyle anılan en önemli eserlerinden bazıları Kiralık Konak, Yaban ve Nur Baba‘dır.
Yakup Kadri edebiyatında bir “fin de siecle” tesiri söz konusudur aslında. Yüzyıl sonu etkisiyle toplumların içine düştüğü kültür krizi, ahlaki ve bireysel çöküşü de beraberinde getirmiştir, denebilir. Bu zaviyeden bakıldığında Yakup Kadri’nin eserlerinin anlam katmanı daha da genişleyecektir. Kiralık Konak romanında moderniteyle birlikte değişen kültür ve sosyal yaşantı dünyası irdelenmiştir. Tanzimat’tan beri Türk edebiyatının en önemli temalarından olan “züppeleşme” ya da “feminenleşme” kavramları Yakup Kadri’nin romanlarında da nüvelerine rastlayabileceğimiz unsurlardır. Açmak gerekirse, en genel tabiriyle züppeleşme; yanlış Batılılaşma sonucu edebî karakterlerin ulusal kültürlerinden ayrılarak yarım yamalak tanıdıkları Batı kültürüne ayak uydurma, bu doğrultuda yaşam dizayn etme çabalarıdır, denebilir. Dikkatli okur Tanzimat’tan itibaren ele alınmaya başlanan karakterlerin pek çoğunun kırık dökük de olsa bir yabancı dille konuşma hevesi taşıdığını görecektir ki bu yabancı dil genelde Fransızcadır. Feminenleşme ise dekadansın bireyin çöküşüne tekabül eden yanıdır. Yine bu dönem romanlarında kadınlar üzerindeki cazibesini yitiren, artık ilgi ve aşk nesnesi olma hüviyetinden ayrılan erkeğin yaşadığı meşruiyet krizidir. Öyle ki bu krize giren erkek karakterlerin pek çoğunun roman içinde bir terkibe bürünmesi ancak ve nihayet Batılı gözlerin ilgisine mazhar olmuş bir kadın karakter tarafından tercih edilmesi ya da sevilmesiyle mümkündür.
Bu temaların Yakup Kadri romanlarına aktarımı noktasında ise bence en isabetli örnek Sodom ve Gomore‘dir. Yazar tarafından romana verilen isim bile aslında o dönem için bir ahlaki çöküş anlamına gelecek çağrışımları taşır. Bilindiği üzere Tevrat’ta geçen Sodom ve Gomore, düşkünlük ve her türlü ahlaki çözülüş nedeniyle Tanrı’nın gazabına uğramış iki yerleşim birimidir. Yakup Kadri bu mitik uzamları, İstanbul’a evirir ve İstanbul’un işgali sonrasında yerel halkın işgal güçleriyle olan ilişkilerini yerer. Roman boyunca biz okurlar, olmaması gerektiği bize her satırda hissettirilen bir ilişkiler yumağının içindeyizdir. İngiliz ve Fransız askerlerle ilişki kurmak için birbiriyle mücadeleye girişen “düşük” kadınların romanıdır Sodom ve Gomore. İşte bu romanın karakteri Necdet de yukarıda belirtilen “feminenleşen” karakterlerdendir. Onun eksikliği, sevdiği kadın olan Leyla’nın İngiliz askeriyle olan macerasından kaynaklanır ve roman boyunca Necdet’in karar verme tamlığını hissettiği yegane anlar, Batılı gözlerin şehvet nesnesi olan Leyla’nın onun yatak odasını ziyaret ediş anlarıdır.
Bu romanla ilgili olarak yine bir başka çözülüş, çöküş de bizzat şehrin kendisine yansıtılmıştır. Romanda Necdet’in zihninden geçen ve bir anlamda feminenleşmeyi ve meşruiyet krizini en iyi şekilde gösteren “İstanbul o gün kendisine zorla ve açıkça alçakça bir iş yapılmış erkeğe benziyordu” cümlesi, romanın adıyla ve Yakup Kadri’nin savunduğu Millî Mücadele görüşleriyle birlikte düşünüldüğünde anlamsal açıdan zenginleşecektir.
Yakup Kadri’nin bence en önemli eserlerinin başında gelen fakat Yaban ve Kiralık Konak kadar bilinmeyen bir diğer yapıtı ise Bir Sürgün‘dür. Romanda İstanbul’daki istibdat rejiminden bunalan bir yarıda kalmış aydının, İzmir’e ve oradan da Paris’e gidişinin hikayesi işlenir. Bir doktor olan Hikmet, İstanbul’un baskıcı ortamından, Tahsin Yücel terimleriyle konuşursak, İstanbul’un esenliksiz uzam oluşundan kurtulmak isteyerek İzmir’e ve oradan da edebiyatını ve dilini iyi bildiği, İzmir’de yaşaması hasebiyle o dilde yazılmış eserlere ulaşabildiği Fransa’ya gider. Bu seyahati bir gelişim ya da kahramanın kutsal yolculuğundan ayırmak gerekecektir. Çünkü mitik anlamda kahramanların kutsal yolculukları yeni bir başlangıçla ya da bir gelişmeyle sonuçlanırken Bir Sürgün romanının kahramanı Dr. Hikmet bir regresyonla Türk kültürünün ululuğunu anlasa da bu idraki yaşayamadan ölecek ve geniş bir spekülasyonla kaçtığı doğaya gömülecektir. Kaçtığı doğayı toprağın dışında İstanbul ve Osmanlı İmparatorluğu olarak da görmemiz mümkündür. İstanbul ve İzmir’de yaşayan aydınlanması yarıda kalmış bir karakter olarak Dr. Hikmet, doğa-kültür dikotomisinde doğada kalmış bir kültür adamıdır ve tamlığa ermek, yarıda kalmışlığını bertaraf etmek için kültürün başkenti Paris’e gitmiştir. Fakat Paris’te beklediğini bulamamış ve kültürün içinde çözülerek doğanın saflarına katılmıştır.
Kiralık Konak yazarın Yaban‘la birlikte en popüler eseridir. Bilindiği gibi bu metinde de Yakup Kadri toplumsal dönüşümün köksüzlüğüne ve yarım yamalaklığına direnen bir karakterle kendi düşüncesini okurlarına aktarır. Romanın isminde de belirtildiği üzere mekansal bir vurgu yansımıştır Doğu-Batı mücadelesine; konak ve apartman dairesi. Mekansal tasavvurla ben ve ötekiyi, Doğu ve Batı’yı ayırmak edebiyatımızda sıkça kullanılan bir yoldur. Bilindiği üzere Peyami Safa da aynı amaçla Fatih ve Harbiye semtlerini kullanmıştır, dönemin edebî metinlerinin çoğunda ve hatta günümüzde David Boratav’ın romanıyla da bir kez daha gördüğümüz gibi Beyoğlu ötekinin semtidir. Kiralık Konak‘ta ayrıca yazar elbise değişimi ve bu değişimin mahiyetine de değinerek bu dilemmayı irdeler. Romanda geçen ifadeyle İstanbul’un iki devri vardır; birisi redingot, diğeri de İstanbulin devri. Bu değişimde bir anlamda değişimin şekilcilikten öteye gidemeyişine bir serzeniş vardır sanki.
Politikayla da aktif olarak ilgilenen Yakup Kadri’nin dergiciliği üzerinde de ayrıca durmak gerekir. 1932’de Vedat Nedim Tör, Şevket Süreyya Aydemir, Burhan Asaf Belge ve İsmail Hüsrev Tökin ile birlikte Kadro dergisini kuran isimlerden biridir. O yıl, Kurtuluş Savaşı esnasındaki tanıklık ve gözlemlerinden hareketle kaleme aldığı Yaban adlı romanı ilk kez Kadro dergisinde yayımlanmış ve oldukça ses getirmiştir. Bu eserde Cumhuriyet’in hemen öncesinde Türk aydını ve Türk köylüsü arasındaki derin uçurumu ve bu uçurumun aydında yarattığı hayal kırıklığını son derece çarpıcı bir üslupla anlatmıştır. Derginin pek çok sayısında sanat ve edebiyat üzerine yazılar yazmıştır. Tek parti iktidarınca aşırı ve tehlikeli bulunan Kadro Dergisi 1934 yılında kapatılmış, peşinden de Yakup Kadri Tiran’a elçi olarak atanmıştır.
Yakup Kadri yazdığı pek çok eserle döneminin tanıklığını yapmıştır. Kiralık Konak‘ta bir imparatorluğun çöküş dönemini sosyal yaşam üzerinden anlatmış, Yaban‘da Millî Mücadele sürecinde aydın problemini ele almış ve hatta Nur Baba romanıyla Bektaşi geleneğini ele almıştır. Bugün Türk edebiyatının seyrini irdelemek isteyenlerin uğraması zorunlu bir durak olarak varlığını korumakta, eserleri hala okunmakta ve ele alınmaktadır.
1974 yılında, 85 yaşında hayata gözlerini yumduğunda geride onlarca eser bırakmıştır. Sadece yazar olarak değil, neredeyse bürokrasinin her kademesinde rol almış bir bürokrat, İmparatorluk’un parmaklar arasından kayıp gitmesini izleyen bir Osmanlı aydını, Cumhuriyet’in kuruluş coşkusuna ve heyecanına tüm enerjisi ve kalbiyle iştirak eden bir Cumhuriyet devrimcisi olarak da anılarıyla, tanıklıklarıyla ve tahlilleriyle geçtiğimiz yüzyılın en önemli Türk entelektüellerinden biri olarak tarihe geçmiştir.
*Tırnak içindeki biyografi bölümü İnkılap Yayınları internet sitesinden alıntılanmıştır.
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.