9:26 am Ekonomi

Cumhuriyet’in 100 Yılı-1

Türkiye Cumhuriyeti yüz yaşına girdi.  Geçen bir asırda ekonomide onlarca yapısal paket, epeyce de benzer krizler yaşadı. Bu yüzyılı yapısal önlemlere göre değil de yapısal dönüşümlere göre ayırabiliriz. Benim yaptığım ayrım aşağıda. Elbette başka iktisatçılar daha farklı ayrıştırmaya gidebilir.

1923-1930 Arayış ve 1929 Bunalımı

1930-1945 Devletçi İktisat Politikaları ve Aydınlanma Süreci-Kuruluş Dönemi

1946-1950 Çok Partili Sisteme Geçiş ve Liberalizme Göz Kırpma

1962-1973 Planlı Dönem- İstikrarlı Gelişme ve Ekonomide Kalkış Dönemi 

1980-2010 Dışa Açılma- Piyasa Ekonomisine Geçiş (?) Dönemi

2010-2023 Devlet Kapitalizmi Dönemi

Cumhuriyet’in ilk yılları iktisat politikası açısından bütüncül değildi. Genç Cumhuriyet, 1929 yılına kadar dış ticaret ve döviz kuru üzerinde bir hakimiyet kuramamıştı. Çünkü Osmanlı’dan kalan kapitülasyonların Lozan Anlaşması’na yansıyan kısmı nedeniyle 1929 yılına değin Türkiye’nin gümrük vergisi koyma şansı olmadı. 1929 yılına gelindiğinde ise dünya Büyük Bunalım’a girmişti. Cumhuriyet bu dönemde sadece sermaye değil, aynı zamanda iş gücü açısından da sorunlar yaşadı. Türkiye’de 1940 yılına kadar kadın nüfusu, erkek nüfusundan fazlaydı yani erkek iş gücü kıtlığı vardı.

Uzun dönem yaşanan savaşların ve 1929 Bunalımı’nın etkisiyle tarım ağırlıklı ekonominin gücü zayıf olduğu için pazara çıkan ürün miktarı da kısıtlıydı. İktisadi faaliyetlerde adeta trampa egemendi. Cumhuriyet’in kurucu yöneticileri için en önemli öncelikli konu, üç beyazı üretmekti: şeker, un ve Amerikan bezi. Bunun özel sektör ya da kamu kesimi tarafından üretilmesinin bir önemi de yoktu. Nitekim ilk şeker fabrikası kurma deneyimi özel sektörden gelmiş (Uşak Şeker Fabrikası) ancak hammadde ve nitelikli iş gücü kıtlığı nedeniyle olumlu sonuç alınamamıştır.

Cumhuriyet’in ilanından 1929 Krizi’ne değin, 1923’te İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi’nde ifade edildiği üzere özel teşebbüs önderliğinde bir kalkınma modelini uygulama isteği vardı. İsmet İnönü, 1930 yılında yazdığı bir makalede ve daha sonra çeşitli defalar söylediği “bizim devletçiliğimiz zaruretten doğmuştur” ifadesi neden liberal iktisat politikalarından vazgeçildiğini açıklar.

Cumhuriyet 1934-1939 döneminde Birinci Sanayi Planı’nı devreye sokmuştu. Bu plan sayesinde üç beyaz konusunda önemli başarılara imza atıldı. 1930-1939 döneminde sanayi sektöründeki büyüme oranı % 10,3’e ulaşmıştı. Fakat II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla II. Sanayi Planı uygulanamamıştır.

Bu dönemin en büyük başarılarından birisi Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının 1930 yılında kurulması ve 1931 yılında faaliyete geçmesidir. Çünkü altı yüzyıl hükümranlık süren Osmanlı Devleti’nin bir merkez bankası yoktu. Fransız-İngiliz sermayeli Osmanlı Bankası bu işlevi kısmen görüyordu. Banka’nın I. Dünya Savaşı sırasındaki tutumu da yabancı bir bankadan merkez bankası olmayacağını kanıtlar nitelikte olmuştur. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası o gününün koşullarına göre bağımsız bir banka kimliğiyle kuruldu ve Banka’ya sadece altın ve döviz karşılığında para basma ilkesi getirildi. Dolayısıyla Türkiye’nin para politikası uygulama gücünün de 1930’dan sonra başladığını söyleyebiliriz.

II. Dünya Savaşı yıllarında Türkiye tekrar iş gücü yetersizliği içine düştü. Çünkü yaklaşık 1,5 milyon erkek nüfus askere alınmıştı. Bunun neticesinde üretim düştü, fiyatlar yükselmeye başladı. Hükümet 1940 yılında Millî Koruma Yasasını çıkartarak karne uygulamasına geçti. Orduya ve kentlere yiyecek sağlamak için 1942 yılında Toprak Mahsulleri Vergisi’ni yürürlüğe sokarak üretilen ürünün % 25’ine el koymak istedi. Ancak bu politika başarılı olamadı.

Savaş sonrası uluslararası konjonktürün de baskısıyla hızla çok partili sisteme geçildi. 1946 seçimlerinde Cumhuriyet’in kurucu partisi yara almış, kurulan hükümet liberal iktisat politikalarına yönelmiş ve ülke ilk büyük devalüasyonla tanışmıştır. 7 Eylül 1946 tarihinde yapılan devalüasyonla 1 Dolar, 1,28 TL’den 2,80 TL’ye yükseltildi.  O tarihe kadar tüm hükümetlerin kabul ettiği sağlam bütçe, sağlam para hedefinden vazgeçildi. Tüm bunların sonrasında Türkiye’de 1950 seçimleriyle birlikte yeni bir döneme başladı.

Okuma Önerisi: Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ankara.


*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.

Visited 260 times, 1 visit(s) today

Close