Eşitsizlik önümüzdeki yıllarda da artarak devam edecek. Bu elbette bir sav. Ancak içi dolu bir sav. Çünkü dünyada gelir ve servet eşitsizliği son yirmi yılda artarak devam ediyor. Eşitsizlik üstelik sadece gelişmekte olan ülkelerin bir sorunu da değil, birçok gelişmiş ülkede de eşitsizlik her geçen gün artmakta. 2008 krizi ardından gelen pandemi krizi sorunu daha da ağırlaştırdı. Gelişmiş ülkelerin başını çeken ABD’de pandemi döneminde şeker hastaları, insanlar için üretilen insülini alamadıkları için köpek insülini, antibiyotik alamadıkları için akvaryum balıkları için üretilenleri kullanmak zorunda kaldılar. Bir başka gelişmiş ülke İngiltere’de başkent Londra’da 100 bin kişi halen sokakları kendilerine mesken tutmuş durumda.
Eşitsizlik, Tanrı tarafından kullarını sınamak için gökten indirilmez. Eşitsizlik yaratılır. Yaratıcıları da sermaye sınıfı ve siyasal iktidarlardır. En basit yolu ücretleri düşük tutarak kar oranlarını arttırmaktır. Bu mutlak artık değerdir. Nispi artık değer ise teknolojik yeniliklerle iş gücü verimliliğini arttırarak elde edilir. Ana akım iktisat yazını buna süslü de bir kavram bulmuştur; toplam faktör verimliliği.
Sermaye ve servet birikimi için kullanılan yollardan birisi de enflasyondur. Enflasyon, gelir dağılımına bakılmaksızın her kesimi vurur. En çok da gelirinin önemli bir kısmını gıda, konut ve ulaştırmaya ayıran düşük gelirliler enflasyon karşısında çaresiz kalırlar. Türkiye gibi iki yıl içinde yüzde 14,60’tan yüzde 64,27’ye çıkan bir enflasyon yaratılırsa ücret gelirliler ve mikro işletmeler tuş olur.
Kaynak: https://data.tuik.gov.tr/Kategori/GetKategori?p=enflasyon-ve-fiyat-106&dil=1. 2023 Enflasyon oranı TCMB Hedefi.
Tüketiciler enflasyon karşısında önceki dönem tüketim sepetini korumak için gelirleri yetmediğinden borçlanmaya başlarla yani kredi kullanırlar. Bu borçlanmanın da bir sınırı var. Ödeyemez durumuna düştüğünüzde kredi muslukları kapanır. Enflasyon oranı yüksek iken tüketimin düşmemesinin nedenlerinden birisi bu dürtüdür. Diğeri ise gelecek yıllarda enflasyonun daha çok yükseleceği beklentisi tüketiciyi özellikle otomobil gibi dayanıklı tüketim malları talebini arttırmaya yöneltir. Hatta bunu da alamıyorsa parasını bir an önce elden çıkarmak için diğer tüketim harcamalarını arttırır, örneğin kafeye gider, tatil yapar. Sıradan vatandaşın enflasyon da ekonomik kriz de yok diyerek kafelerin doluluklarını örnek göstermelerinin nedeni budur.
Kaynak: https://evds2.tcmb.gov.tr/index.php?/evds/serieMarket
Hükümet de böyle düşündüğünden olsa gerek iki uygulamayı hayata geçirdi.
-Dolaylı vergiler artırdı (KDV, ÖTV)
-Kredi talebini kısıcı önlemler aldı (özellikle bireysel ve KOBİ kredileri)
Bu iki önlem ile toplam talebi kısmaya çalışırken kamu harcamalarına dokunulmadı. Büyük firmalara düşük faizli krediler ve vergi teşvikleri devam etmekte. Yani talebin yaratıcıları arasında pozitif ayrım yerine negatif ayrıma gitti.
Örnekleyelim:
Bir cep telefonu aldınız. Aylık geliriniz 20 bin TL olsun. Geliri 40 bin TL olan bir başka kişi de aynı telefonu alsın. Telefondaki verginin de 2 bin TL olduğunu kabul edelim. Verginin gelirinize oranı yüzde 10’dur. Diğer kişi için oran yüzde 5’tir. Bu durumda aranızda eşitsizlik ortaya çıkar. Türkiye’de uygulanan politikanın ilk sonucu bu. İkincisine gelelim. Hükümetin vergiyi yüzde 50 arttırdığını kabul edelim. Yani 3 bin TL olsun. Vergi oranı arttığı için telefon fiyatı da artacak. Belki de siz artık telefon alamayacaksınız. Hükümet bu uygulamaları enflasyon oranı düşsün diye yapıyor. Sonuçta fiyatlar arttığı için enflasyon oranı düşmediği gibi adaletsizlik de yaratıyor.
Hükümetin bu politikadaki savunması, vergi gelirlerini arttırmamız gerekiyor savı. Sıradan yurttaş bu durumda şöyle bir soruyu sormuyor: Neden yüksek karlar elde eden, özelleştirmelerle zengin olanlardan şirketlerden ve yüksek gelir elde edenlerden vergi toplamıyorsunuz? Yani neden kurumlar ya da gelir vergisi yerine dolaylı vergilere ağırlık veriyorsunuz?
Bunlar doğru sorular. En fazla kurumlar vergisi ödeyen şirketlerin 2019 yılına kadar olan verileri var. Listeye baktığımızda en çok vergi verenler arasında bankalar, başta da TCMB var. Yine ilk 10’un içinde kamu bankaları önde.
Şimdi birkaç soru daha soralım:
- Neden gökdelenlerde oturan şirketler, kamu arazilerini satın alanlar, kamu ihalelerinde çok defa gördüğümüz şirketler bu listede yok?
- Neden ülkenin son yirmi yılında kayırılmış sektör olan inşaat firmaları yok?
Bu soruları halk sormuyor. Sormak için düşünmek gerekir. Düşünmek için de eğitim gerekir. Siyasal iktidar okullardaki eğitimi dinselleştirerek bunu engelledi. Halka fakirler cennete gidecek, buna üzülmeyin edebiyatı yapan Diyanet İşleri Başkanımız lüks aracından inerken aslında şöyle diyor: Dini siz yaşayın, biz kullanalım.
Bu bakış açısı tüm İslam ülkelerinde geçerli. Bundan dolayı burunları yoksulluktan, şiddetten kurtulmuyor.