Marx ile Freud’un fetişizm kavramını kullanımı arasındaki akrabalık her ikisinin de terimin işe koşulduğu tarihsel bağlamda süreksizlik yaratmış olmasına dayalıdır. Sözcük, doğal olmayan, uydurma ve taklit bağlamında kullanılan Latince factitus‘tan gelir. Fetişizm henüz en başta görünüşün sorunlu bir boyutuna işaret ediyor gibidir.
Siyasal iktisadın eleştirisi ve psikanalizin fetişizmin eleştirel anlamını harekete geçirebilmesi için kavramın ortaya atıldığı çerçevede temel bir epistemolojik değişimin meydana gelmesi gerekmiştir. Marx ve Freud’un kavramı eleştirel bir araca dönüştüren müdahaleleri bu noktada devreye girer. Sömürgecilik dönemi fetişizm onu ilkel ötekine yansıtan toplumların kendilerine uygulanır. Fetişleştirmenin toplumsal ve libidinal ekonomi içindeki öneminin gözlenebileceği saha ise sanayi toplumlarıdır. Kültürel üstkonum diye bir şey olmadığı aksiyomu, fetişizmi eleştirel ve genel bir kavrama dönüştüren asgari farkı doğurur. Bir kavram olarak fetişizm, ekonomik-sömürgeci üstdil hipotezini ilga ederek gözlemciyi gözlemlenen içine dahil eder. Fetişizmin sömürgeci kullanımı bilgi-bilgisizlik şeklindeki basit karşıtlığa dayalı iken Marx ve Freud ideolojik kullanımının ötesine uzanan yeni bir bilgi biçimi sunmuştur. Bilinç dışının keşfini Marx’ta aramak abartılı olsa da fetişist yansıtmayı özetleyen “bilmiyorlar ama yine de yapıyorlar” tabiri ile bilinmeyen bilgiye işaret eden kendisidir. Sömürgecilik ideologlarına gelince, ilkel öteki üstüne varsaydıkları bilginin, metalar, para ve sermaye ile asıl kendi kurdukları ilişkiyi yansıttığı bilgi ve idrakinden yoksundurlar.
Fetişizme ait esas işlem, içeriden ikilenmiş içi dışlama ve dışı içerme işlemidir. Fantazmik üstkonumun üstlenilmesini mümkün kılan tek yer burasıdır. Marx meta fetişizmi üzerinden bir fetişizm vakasını kendi kültürel ortamı içinde konumlandıran ilk isimdir. Kapitalist toplumsal bağın dayanağı olan yansıtmayı; insanlar arasındaki ilişkilerin şeyler arasındaki ilişkiler yoluyla altüst edildiğini, özne yerine nesnelerin fetişleştirildiğini belirlemiştir. Lacan, Marx’ın eleştirisinin mantıksal değerini kavrayarak fetişizmin sapkınlık olmadan düşünülmesini, kelimenin Freudyan anlamının ötesine geçmesini sağlar. Marx’ın fetişizm bahsi düpedüz imleyen kavramının habercisidir.[1]
İlk yaklaşım olarak meta fetişizmi; insanların gözünde fantastik bir biçime, “şeyler arasındaki bir ilişki” biçimine bürünen belli bir toplumsal ilişki türüdür. Bir metanın değeri, başka bir metanın yani paranın yarı doğal özelliği biçimine evrilir (herhangi bir metanın değerinin şu kadar para olduğu söylenir). Meta fetişizminin asıl özelliği, insanların yerini şeylerin aldığı o bildik (insanlar arasındaki ilişki, şeyler arasındaki ilişki biçimine bürünür) yer değiştirme değildir; daha çok yapılaşmış bir ağ ile o ağın unsurlarından biri arasındaki ilişkinin yanlış tanınmasıdır.[2] Böyle bir yanlış tanıma, insanlararası ilişkilerde olduğu gibi şeyler arasındaki bir ilişkide de ortaya çıkabilir.[3] Marx’ın da ifade ettiği özellik bir bakıma Lacancı ayna evresi teorisini önceler: Ego öz kimliğine ancak diğer bir insana yansıyarak -bir başka insan ona bütünlüğüne ilişkin bir imge sunduğu sürece- ulaşabilir. Kısaca kimlik ve yabancılaşma kesinlikle bağıntılıdır. Marx benzeşikliği yazılarında sürdürür:[4] Kral olmak, bir kral ile onun tebaası arasındaki toplumsal ilişkiler ağının sonucudur fakat (fetişist yanılsama tam da bu noktaya müdahil olur) toplumsal bağın katılımcılarına bu ilişki, kral olma belirlenimi kralın doğal özelliğiymiş gibi, zorunlu olarak ters görünür.
Zizek’e göre iki fetişizm tarzı arasındaki benzeşiklik koşuttur. Piyasa üretiminin hakim olduğu kapitalist toplumlarda işleyiş, insanlar arasında da metalarda olduğu biçimdedir denemez; bunun tam tersi geçerlidir:
“Meta fetişizmi kapitalist toplumlarda ortaya çıkar, ama kapitalizmde insanlar arasındaki ilişki kesinlikle fetişleşmiş değildir. Burada her biri kendi bencil çıkarlarını gözeten özgür insanlar arasındaki ilişkilerle karşı karşıyayızdır. Aralarındaki ilişkinin baskın ve belirleyici biçimi, tahakküm ve kölelik değil, yasa önünde eşit olan özgür insanlar arasındaki bir sözleşmedir. Piyasada iki özne karşılaşırlar, aralarındaki ilişki efendiye duyulan hürmetin, efendinin tebaasını himaye edişinin tüm ağrılığından kurtulmuştur. Faaliyetleri baştan sona kendi bencil çıkarları tarafından belirlenen iki kişi olarak karşılaşırlar; her biri iyi bir faydacı gibi davranır, birine göre diğer kişi hiçbir mistik haleyle çevrili değildir; arkadaşına baktığında tek gördüğü, kendi çıkarını gözeten ve onu ancak ihtiyaçlarından bazılarını karşılayabilecek bir metaya sahip olduğu sürece ilgilendiren bir başka öznedir.”[5]
Alıntıdan da anlaşılacağı üzere iki fetişizm türü bağdaşmamaktadır. Meta fetişizminin hakim olduğu toplumlarda, “insanlararası ilişkiler” fetişizmden bütünüyle arınmıştır. Oysa “insanlararası ilişkilerde” fetişizm bulunan toplumlarda meta fetişizmi henüz gelişmemiştir, piyasa için üretim değil, “doğal” üretim egemendir. Hegelci efendi-köle diyalektiği bağlamında bakarsak; kapitalizmde efendinin geri çekilişi sadece bir yer değiştirme gibidir. İnsanlar arası ilişkilerin fetişizmden arınmasının bedeli, şeyler arasındaki ilişkilerde fetişizmin (meta fetişizmi) vuku bulmasıyla ödenmiş, fetişizmin yeri öznelerarasılıktan şeylerarasılığa kaymıştır.* Marx’ın özlü ifadesiyle, şeyler arasındaki fetişizm, emeğin ürünleri arasındaki toplumsal ilişkiler biçimi altında gizlenmiştir.[6]
Meta fetişizminde tüm metalar esrarengiz bir değer doğurma gücüne sahip ampirik nesneler olarak görünürler. Duyusal olanın bu duyuüstü karakteri kapitalist soyutlamaların gelişmiş biçimlerinde (genel eşdeğer ve hayali sermaye gibi) hayli şiddetlenir. Klasik iktisatçılar, duyuüstü olan değeri duyusal metaların pozitif bir niteliği olarak görürler. Böyle konumlandığında servet, koca bir meta/değer havuzu olarak algılanmaktadır. Halihazırda yürürlükte olan fetişist paradigma duyuüstü duyusal bir perspektife takılı kalmıştır. Eleştirel materyalist hamle ise mantıksal (duyusal duyuüstü) bir konum alır. Söz konusu iktisadi kapitalist ideoloji analizi olduğunda takip ettiğimiz epistemolojik metot bu doğrultudadır. Metaların ancak duyusal duyuüstü nesneler olarak (fiziküstü değil) toplumsal veya söylemsel nesneler oldukları söylenebilir; değerin asıl öznesinin yalıtılmasını sağlayan budur. Tekrarlayacak olursak, fetişizm perspektifinde değerin öznesi değerin kendisidir, dirimselci bir öznedir, değerin görünürde otomatik ve özerk bir şekilde açıklaması böyle mümkündür. Eleştiri perspektifinde ise değerin öznesi reddedilen dirimselciliğe heterojen kalan bir negatifliktir.
Duyuüstü duyusal’dan duyusal duyuüstü’ne geçişte, maddilik kavrayışında bir değişim söz konusu olur: Metaların fetişleştirilmesi ile değere causa sui (kendi kendisinin nedeni), kapitalist soyutlamalara ise canlı kuvvetler olarak muamele edildiği için görünürdeki siyasal iktisat materyalizminin ardında kökleri derinlere uzanan bir idealizm hatta spiritüalizm yattığı ortaya çıkar. Marx bu tinsel materyalizmin karşısına yapısal ve mantıksal ilişkilerin maddiliğini koyan ilk isimdir.[7]** Özerklik taşıyan ve dolayısıyla nedenselliğe sahip olan nesneler değil, yapılardır. Marksist yorum, toplumsal ilişkilerin metalararası fantazmik ilişkiler biçimi aldığı kurulmuş yabancılaşmanın arkasında, insanlararası dolayımsız ilişkilerin hepsini çarpıtan daha temel, kurucu bir yabancılaşma bulunduğu noktasında ısrar eder.
Semptomun keşfini Marx’ın feodalizmden kapitalizme geçişi algılama biçiminde aramak gerekir. Burjuva toplumuna geçiş ile “tahakküm ve kölelik ilişkileri” bastırılmış, yüzeyde her türden fetişizmden arındırılmıştır. Lakin bastırılmış hakikat (tahakküm ve köleliğin sürmesi) ideolojik görüntü ve söylemi bozan bir semptom şeklinde açığa çıkacaktır. Semptom, toplumsal ilişkiler hakkındaki hakikatin ortaya çıktığı nokta yani “şeylerarasındaki toplumsal ilişkiler”dir. Feodal toplumlarda ise “Farklı sınıflardan insanların oynadıkları roller hakkında ne düşünürsek düşünelim, işlerini yapan bireyler arasındaki toplumsal ilişkiler, her halükarda kendilerine ait karşılıklı kişisel ilişkiler olarak görünürler ve şeyler arasındaki, emeğin ürünleri arasındaki ilişkiler kılığına bürünmezler.”[8]
[1] “Her şeyin köküne insanlararası ilişkiyi yerleştirdiğimizde, nihayetinde insan nesnelerinin fetişleşmesi olgusunu insanlararası bir yanlış anlamaya indirgemiş oluruz, bu da bizatihi anlam göndermesi içerir. Kısacası kendisini Marksist diye tanımlayan doktrinin, verili ilk unsur olarak insan praksisini değil insan öznelliğini alan tezi savunması hayli şaşırtıcıdır. Aksine, bana kalırsa, Kapital’in birinci cildini açıp okuduğunuzda Marx’ın metanın fetiş karakteri üzerinde geliştirdiği analizde ilk adımın, terimin kendisi telaffuz edilmese dahi, sorunun başlı başına imleyen düzeyinde ele alınmasından oluştuğunu fark edebilirsiniz. Değerler arası ilişkiler önce imleyenler arası ilişkiler olarak verilir ve fetişleşmedeki öznelliğin söz konusu olduğu somut durumda, öznelliğin tamamı bu imleyen diyalektiğine nakşedilmiştir. Bu hususta şüpheye yer yoktur.” Lacan, A.g.e., s. 371.
[2] Aslında yapısal olan bir etki, unsurlar arasındaki ilişkiler ağının bir etkisi olan şey, unsurlardan birinin dolaysız bir özelliğiymiş gibi görünür. Sanki bu özelliğe diğer unsurlarla olan etkileşimin dışında sahipmiş gibi. Bkz., Slavoj Zizek, İdeolojinin Yüce Nesnesi, çev. Tuncay Birkan, 4. Basım, Metis Yayınları, Ağustos 2011, İstanbul, s. 39.
[3] “Bir bakıma, durum insan için de metalarda olduğu gibidir. İnsan dünyaya elinde bir aynayla ya da ‘ben benim’ demekle yetinen Fichteci bir filozof olarak gelmediğine göre, kendini önce başka insanlarda görür ve tanır. Peter insan olarak kendi kimliğini ancak, önce kendini aynı türden bir varlık olarak Paul’e kıyaslayarak yerleştirir. Ve Paul böylece, sırf kendi Paul kişiliği içinde dururken, Peter için insan türünün örnek tipi haline gelir.” (Marx 1974: 59)
[4] “Hegel’in yansıma kategorileri dediği bu tür genel ilişki ifadeleri çok tuhaf bir sınıf oluştururlar. Örneğin bir insan ancak başka insanlar onunla tebaa ilişkisi içinde oldukları için kraldır. Ötekiler ise tersine, o kral olduğu için kendilerinin tebaa olduğunu zannederler.” (Marx 1974: 63)
* Burada Lacan’ın ünlü saptamasını ironiyle hatırlamak gerekir. Kral olduğuna inanan bir deli, kral olduğuna inanan yani ‘kral’lık göreviyle dolaysızca özdeşleşen bir kraldan daha deli değildir.
[5] Slavoj Zizek, İdeolojinin Yüce Nesnesi, çev. Tuncay Birkan, 4. Basım, Metis Yayınları, Ağustos 2011, İstanbul, s. 40-41.
* Kayan Matris Semptomu: Kapitalizme özgü değiştirme histerisinin yazar tarafından adlandırılışı.
[6] Slavoj Zizek, İdeolojinin Yüce Nesnesi, çev. Tuncay Birkan, 4. Basım, Metis Yayınları, Ağustos 2011, İstanbul, s. 41.
[7] “…Buna karşılık, meta biçimi ve içinde kendini gösterdiği emek ürünlerinin değer ilişkisi ile metanın fiziksel doğası ve bundan doğan şeyimsi (dinglich) ilişkiler arasında hiçbir bağlantı yoktur. Burada insanlar arasındaki belirli toplumsal ilişki, onlar için şeyler arasındaki fantastik bir ilişki biçimini alır. Bundan dolayı bir benzetme yapmak için, dinlerin sisli diyarına yükselmek gerekir.” (Marx, Kapital I, 82)
** Freud’un dinleri obsesif nevroza indirgemesi ve ilahi figürleri insan arzularının yansıması olarak açıklamasında Marx’tan ziyade Feuerbach’ın yankısı vardır.
[8] Bkz., Marx 1974: 82.
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.