10:55 am Felsefe

Neden Politik Hayvanız?

Düşünce tarihi, düşünürlerin teorilerinin tarihidir. Birçok teori, düşünmeye cüret eden insanların yaşadığı çağın problemlerine ışık tutmakla kalmaz, günümüzü aydınlatma kudretini de gösterir. Teoriler kimi zaman binlerce kelime, yüzlerce sayfadan oluşsa da bazen onları betimleme bir cümleye indirgenebilir. Birçoğu yaşantımızın hemen her anına atıfta bulunan ustaca düşünülmüş ve temellendirilmiş vecizelerdir. İnsanın politik bir canlı/hayvan olarak tasvir edilmesi, politikayla sıklıkla hemhal olduğumuz çağımızda dikkate değer önem taşımaktadır. Politika üzerine yazdığı metinde zikrettiği bu söz için Aristoteles acaba ne anlatmak istiyor? Ek olarak, çağımızda bu önermeyi üzerimize alma hakkına sahip miyiz? Bu yazıda Aristoteles’in politik hayvan mefhumunu mütalaa ederek çağımızdaki karşılığını tartışmaya çalışacağım.

            Politika bir Atina felsefesidir. İnsanlar her şeyin ilk nedenini temaşa etme eylemleri neticesinde bir disiplin ortaya koyarak felsefenin temellerini atmıştır ve müteakip yıllarda, felsefi düşüncenin yolculuğu Atina kentine gelmekle birlikte bir paradigma kayması yaşanmıştır. Yunan felsefesi için Atina coğrafyasında cereyan eden Kopernik Devrimi niteliğindeki bu kayma insan felsefesidir: etik ve politika. Dönemin en önde gelen ismi Sokrates’in ilgisi doğa felsefesinden ahlaki meselelere yönelince politika bilimi insan hayatına girmiştir.

            Aristoteles Metafizik eserinin Epsilon bölümünde bilimleri tasnif etmekle meşgul olur. Teorik, poetik ve pratik olarak tasnif edilen bilimler içerisinde etik ve politika bilmeye değil eylemeye dayanan disiplinler olarak nitelendirilir. Politika ve etik bir eylem (praksis) felsefesi olmasıyla beraber bizzat insanla ilgilenir. Peki, ama insan nedir, politik varlık olmasının ötesinde ne vardır? Bu yazının problemine cevap vermek için Aristoteles’i yalnızca Politika üzerinden okumamak gerekir.

            Fizik ve Metafizik eserlerinde Aristoteles varlık üzerine konuşur. Varlık ona göre birçok anlamda dile getirilebilen bir şey olmasından dolayı filozofun sayfalarca tasnifle uğraştığını görürüz. Varlığın ya da tözün (ousia) Dynamis, Energeia ve Entelekia olarak ele alınması son derece önem teşkil eder. Düşünür, varlığın söz konusu hallerini devreye sokarak Parmenides ve Herakleitos ile başlayan değişim problemlerine yanıt aramaya koyulur. Dynamis varlığın potansiyel hali, Energeia potansiyelin aktüel hali ve Entelekia ise varlığın nihai noktasıdır. Örnek vermek gerekirse, herhangi bir elma tohumu potansiyel elma ağacıdır. Tohum, elma ağacı olduğu vakit Energeia halini alır ve elma meyvesini vererek kendini gerçekleştirir: Entelekia haline gelir. Entelekia’nın kökeninde telos sözcüğü vardır. Telos, Yunan dilinde amaç anlamında kullanılır. Aristoteles terminolojisinde ise amaç (telos) doğanın yasasıdır. Örneğin doğadaki değişim bir zorunluluktur ve her nesnenin yöneldiği bir nokta mevcuttur. Buradaki yönelimsellik potansiyelin aktüel haline gelmesinde vaki olacak bir hareketi ya da değişimi imlemektedir. Ele aldığımız bu örnek doğada içkin olan amaca (telos) işaret eder. Bir natüralist metafiziği izleyen Aristoteles’in doğa tasviri ve doğanın sahip olduğu yasa, doğaya ait olan her şeyi kapsamaktadır. Megaralı filozof için vazife varlığın hallerini, doğanın bir parçası olan insan için temellendirmektir. Şu tasıma bakalım: Doğada her varlık bir amaca sahiptir ve insan da doğaya ait bir varlıktır; o halde insan da bir amaç için vardır. Spermata potansiyel bir insandır: iki ayaklı, iki kollu, 46 kromozomlu, tunik giymiş, şölende şarap içen, sakallı Atinalı bir varlık. Spermata, Atinalı bir varlık olarak kendini gerçekleşmiştir ancak henüz nihai amacına ulaşamamıştır. Tıpkı elma ağacının, ağaç olmaktan öte meyve verme gibi bir erdemi (arete) var ise insan için de farklı şeyler söz konusu değildir. Filozof için bu nokta metafizikten etiğe açılan bir kapıdır.

Evet, erdemli olmak insan için doğal bir durumdur. İnsanda içkin erdemli bir varlık olma cevheri, bizatihi varoluşu gereği gerçekleştirmesi gereken bir potansiyeldir. Henüz politik bir hayvan neticesine ulaşamasak bile önemli bir noktadayız. Politikadan önce etik ama daha önce fizik ve metafizik gelmektedir. İnsanın kozmostaki yerini belirtmek etikten müstakil şekilde dile dökülemez… Şimdiki problemimiz, etiğin ne olduğu. Etik, Aristoteles için mutluluğu arzulamaktır ve yöntemi erdemli insan olabilme kudreti göstermektir. Bir insan ancak erdemli olduğu müddetçe mutluluk için mücadele edebilir ve bu doğrultuda kendini gerçekleştirebilir (telos). Mutluluk, uğrunda mücadele edilmesi gereken bir kavram olarak çıkıyor karşımıza: ulaşılamaz bir şeydir, mutlu oldum denemez: bir idealdir. Aristoteles, neşe ile mutluluk arasında da bir tasnif yapar ve ikisi birbirinden bütünüyle farklı kavramlardır. Neşe bir haldir ancak mutluluk idealdir, erdemli olunarak yürünecek bir yoldur. Öyleyse nasıl erdemli oluruz da mutluluk idealinde mücadele edebiliriz sorusundan hareketle Aristoteles, birtakım koşullar sıralar. Nikamakhos’a Etik adlı eserinde inşa ettiği ahlak sisteminin anahtar kavramından birisi ölçülülüktür. Her koşulda ve eylem içerisinde ölçülü, rasyonel ve pratik olgular içerisinde akli melekesini kullanma erdemini gösteren insan orta yola sahiptir ve ölçülüdür. Konuyu daha fazla dağıtmamak için Aristoteles’in vurguladığı mutluluk için erdemli olma koşullarından bahsedeceğim. Bunlar içerisinde sağlık, bilgelik, dostluk, para gibi unsurlar mevcuttur. Biri eksik olursa erdemin vuku bulması mümkün değildir ve dolayısıyla insanın kendini var etmesini engeller. Sağlıksız bir insan için erdemli olmak mümkün olmadığı gibi bilgisiz, asosyal ve parasız olan için de aynı durum geçerlidir. Tüm bu koşulların bir aradalığı erdemli insanı yaratarak mutluluğun tesis edilmesini olanaklı kılacaktır. Peki, bir şey eksik olabilir mi? İnsanlık küçük ailelerden köy/mahalle ve oradan büyük kent devletlerini kurarak politikayı icat etmişlerdir, dolayısıyla politika da doğal bir durumdur. Aristoteles mutlu olma koşullarına bir madde daha ekleyerek etikten politikaya kapı açar: iyi rejim.

Nihai nokta politikadır ve erdemli bir varlık olan insan politik varlık olur. Doğa’dan etiğe ve oradan politikaya ulaştık. İnsan ilk etapta bir hayvandır ve doğanın ona bahşettiği etik statü kendisini erdemli varlık kılar. Erdemin dışsal koşullardan müstakil bir şekilde gerçekleşemeyeceği hususunda oldukça iddialı olan Aristoteles, politikayı hayati bilim, bilimlerin en yücesi olarak addederek Sokratesçi ve Platoncu Atina felsefesinin zekatını da verir. İnsanı politik bir hayvan olarak nitelemek dönemin Atina’sının haletiruhiyesi olmakla birlikte, tabiri caizse tözüdür. Gerek kamusal gerek ahlaki normların “doğal” olarak nitelenmesi Aristoteles’in felsefesine de sirayet etmiştir ki filozof için kölelik de doğal bir durumdur. Zannediyorum ki politik bir hayvan olan insan yalnızca Atinalı, Yunan dili konuşabilen erkektir. Politikaya ve özgürlük bilincine sahip insan Atinalı insandır. Hegel’in kanaati de bu yöndedir.

Aradan takriben 2000 yılı aşan bir zaman diliminin akabinde insan politikliğinden bir şey kaybetmemiş ve hatta var oluşun her alanında egemen aygıtların politikasına tabi özneler haline gelmiştir. Şimdi ise Aristoteles’in çağındaki o meşhur vecize “insan politik bir hayvandır” yerini “insan ideolojik bir hayvandır”a bırakmıştır. Bu devir teslim Hegel’in ama özellikle Marx’ın yabancılaşma mefhumunu ve haleflerinin öznellik tartışmasını yakından ilgilendirmektedir. Aristoteles bir biyopolitika yapmamış olsa da Agambenci bir anlamda iktidarın çıplak hayat üzerinde egemenlik kurmasını doğal karşılamıştır.  Politik hayvan olmak bizzat çıplak hayatın egemenlik nesnesi olduğu bir insanlık durumuna atıf yapmaktadır. Dahası, politika tarihinin birincil prensibini oluşturmaktadır: Hobbes’un, hakları egemene devreden doğal durumdan çıkışı naklettiği Leviathan’da olduğu gibi. Ek olarak Rousseau’nun meşhur cümlesi de farklı bir şey söylememektedir: İnsan özgür doğar, oysa her yerde zincire vurulmuştur. Zincire vurulması hikayesini anlattığı İnsanlar Arası Eşitsizliğin Kökeni’nde politik hayvanın doğuşunun aşamalarını tasnif ederek bir kölelik-özgürlük diyalektiğinden politik bir teori inşa eder. Aristoteles’e geri dönelim… Filozof, politika ve öznellik arasında yabancılaşma ya da eşitsizlik temelinden yükselen bir teori ortaya koymaz, aksine politikayı öznelliğin olmazsa olmaz unsuru, yaşamın/yaşayabilmenin tanrısı olarak idrak ederek hocasına selam gönderir. Nitekim Atina felsefesi olarak vurguladığım nokta da polisin sahip olduğu Sokratesçi etik-politik tindir.

Modern siyaset düşüncesinin ya da daha genel anlamıyla 16 ve 17. yüzyılda vuku bulmuş modern düşüncenin başlıca teması anti-Aristotelesçiliktir. Fizikten astronomiye ve felsefeden politikaya kadar Aristotelesçi öğeler terk edilmiştir. Modern olarak addedilmesi de Aristoteles klasisizminin sona ermesidir. Egemen aygıtın, Rousseau ve Marx’ta Aristoteles zıddı bir perspektifle değerlendirilmesi muhakkak iktisadi sürecin neticeleridir. Marx’la birlikte politik hayvan sürecimiz bilinç dışı etkenlerle birlikte ilerleyecektir. Marx politik hayvanın kendisinden başka bir şeyle uğraşmaz. 1800’lü yılların İngiltere’sinde politik hayvan, üretim ilişkilerinin yarattığı yapıların bir ürünüdür. Ekonomik etkenler, doğrudan insan yaşamının her alanını kuşatmıştır… Şimdi insan, kapitalizmin bir öznesidir. Egemen iktidarın insanlar üzerinde etkisi, sömüren ve sömürülen sınıflar arasında bitmek tükenmek bilmeyen bir çatışma alanı yaratmış olmasıdır. Lenin, Lukasc ve Gramsci gibi Marksizm’in yakın dönem takipçilerini meşgul eden problem egemen aygıtın işlevselliği olmuştur. Gramsci, tarihsel blok olarak ideolojik üst yapılara atıfta bulunur ve egemen aygıtı toplumu yöneten bir unsur şeklinde değerlendirir ki hegemonya tam da budur. Politik hayvan artık üst-yapının hegemonyasında, sivil toplum sahasındadır: din, bürokrasi, felsefe, ideoloji ve hayatı kuşatan her şey. Benzer düşünceler, Yapısalcı Marksizm’in en önde gelen ismi Althusser’de ideolojik aygıt olarak ele alınır. Althusser aşamasında politik hayvan artık ideolojik hayvandır ve müsebbibi devlet aygıtının kendisidir. Toplumda okul, aile, kilise, bilim, medya, bürokrasi gibi hemen her şeyi kapsayan devletin ideolojik aygıtları, gündelik hayatın her bir anında özneleri kuşatarak üretimin sürekli kılınmasını sağlamak adına bilinçler yaratmaktadır. Hayatın her bir noktası bilinç dışı bir yöntemle zerk edilen ideolojiler çöplüğüdür. Devletle ideoloji arasında sıkı felsefe inşa eden Althusser’in aksine Foucault devleti de ortadan kaldırır, devletin ötesine geçer. Özne ve iktidar ilişkisinde, iktidar yaşamın her noktasında teşekkül eden tahakkümlere sahiptir. Burjuvazinin kendi meşruiyetini hukukla sağlayamayacağını anlaması neticesinde iktidar toplumsal gözeneklere kadar işlemekte ve hegemonyasını kurmaktadır. Devletin rolü önemli olsa da bu iktidar analizi devleti de aşmaktadır. Yanlış bilinç ve hegemonya gibi kavramları da aşan bir iktidar analizi… Yani iktidar ile hakikatin ele ele yürümesi, onu yaratması onunla bir olması.    

Politik hayvanın serüveni Atina kentinin sınırlarını aşıp tarihin farklı dönemlerinde tecessüm etmiş ve günümüzde de etmeye devam etmektedir. Adeta bir insanlık durumunu belirtmekle mükellef mefhum. Neo-liberal politikaların yarattığı öznellik imaliyle birlikte yaşamın her alanını kuşatmış bir varoluş halini de kapsamaktadır. Lazzarato’nun kamusalı kapsayan borçlu öznelerinde olduğu gibi, neo-liberal politikaları ve hezimetleri sırtlamakla sorumlu yeni öznelerin imal edilmesi. Çağımızda politik hayvan vecizesi tersine dönmüş, negatif bir surete bürünmüştür. Hülasa klasik dönemde özgürlüğü ve erdemi, ezcümle yaşayabilmeyi mümkün kılan aygıt politika olarak kanıksanmıştır. Oysa yukarıda bahsi geçen isimlerle birlikte bugün politik olanın öznesi olmak deyim yerindeyse zincire vurulmakla eş değerde tutulmuştur.


*Yazılar yazarın sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.

Visited 130 times, 1 visit(s) today

Close