Osmanlı modernleşme sürecinde materyalizmi benimseyen aydınların süreli yayınlarda kalem oynatmasıyla birlikte, Batı menşeli spiritüalist temayüllü düşünceler de gündeme getirilmiştir. Bu süreçte Batı düşüncesinin alımlanışı, karşıt kanaatler için çarpışma ortamı sağlamıştır. Dolayısıyla pozitivizmin intikali, entüisyonizmin intikaline de meydan vermiştir. Üstelik bu durum, yalnızca benimsenen düşüncelerin ya da filozofların takip edildiği, metinlere taşındığı anlamına gelmez. Nitekim materyalist düşüncenin temsilcilerinden Subhi Edhem, Türkiye’de Bergson’a dair ilk telif eserin müellifidir.
Erken sayılabilecek dönemde eleştirel metin kaleme almasına rağmen Bergsonculuk, Cumhuriyet devrine yaklaşıldığı sırada kuvvetlenmiştir. Tanpınar, Dergâh’ın neşredildiği zamanları, “Bergson felsefesinin ortada yüzdüğü bir devirdeydik” diyerek tarif eder.i Safa, Dergâh’ın mistisizmini, bir sistem veya akide değil, Mustafa Şekip’in Bergsonculuğun yeni spiritüalist görünüşünden kuvvet alan, “derunileşme” iştiyakı olduğunu bildirir.ii Bununla birlikte, materyalizm ve mistisizm arasındaki münakaşaların yanı sıra, ferdiyetçiler ve cemiyetçiler arasında da kimi tartışmalar gündeme gelmiştir. Şekip Tunç, Gökalp’a ferdiyetçilik cephesinden eleştiriler yöneltirken karşımıza “Durkheim versus Bergson” nevinden bir tartışma çıkar. Gökalp’ın haleflerinden Mehmet İzzet ve Mustafa Şekip Tunç arasında görülen bu fikrî ayrılık, Hayat Mecmuası’nda neşredilen yazılardan takip edilebilmektedir.
Münakaşa, Mehmet İzzet’in Bergson lehine yapılan neşriyatı tamamlamak için yazdığını bildirdiği, “Usul Kavgası” başlığını taşıyan yazısıyla başlar. Mehmet İzzet’ göre, ilim adamları ve felsefe meraklıları arasındaki mühim farklardan biri, ilim adamlarının usule ilişkin tartışmalara ehemmiyet vermemeleri, felsefe meraklılarınınsa “hakikat nasıl bulunur” sorusu etrafında tartışmalara girmeleridir. Bu eskiye ait kavganın ömrü henüz bitmemiş olup o gün de Bergson ve Russell örnekleriyle devam etmiştir. Mehmet İzzet, öncelikle Bergson’un fikirlerini hülasa eder: İnsan için iki türlü bilgi vardır; biri izafi, diğeri mutlaktır. Müspet bilgiler ilk türdendir, ancak zevahiri kavrarlar.
Hayat ve kainat hakkında bize malumat verecek olan metafizik ise mutlak olanı elde etmekle yükümlüdür. İlimde izafi olan bilgileri elde etmek için akla, metafizikte mutlak olana erişmek için de hads –intuition- yoluna başvurulur. Hads bir nevi zihnî “sympathie”dir, bir şeyi anlamak için onunla hemhal olur, onun içine yerleşir ve başka şeylere ihtiyaç duymadan kavrar.
Mehmet İzzet, bu aşamada Russell’ın Bergson tenkidine yer verir: Bergson’un nazariyesi de aklın bir mahsulüdür. Eğer aklın bize hakikati ifade etmek kudreti yoksa bizzat aklın menşeini tenvir iddiasında bulunan bu nazariyenin doğru olduğu nasıl söylenebilir? Mehmet İzzet’in yer verdiği diğer itiraza göre, müdrike hayati tekamülün mahsulü ise bütün diğer ruhi kuvve ve melekelerin de amelî gerekliliklerin tesiri altında inkişaf ettiklerini kabul etmek gerekecektir ki bunlar arasında hads de vardır. Bu takdirde akıl kadar hads de izafi olacaktır. Russell’a göre doğrudan doğruya bize bilgiyi veren, ihsastır. Medeniyet ilerledikçe hads azalır ve hadsin faaliyet sahası metafizik değildir.iii
Şekip Tunç, Mehmet İzzet’in yazısına, ilerleyen sayılarda “Parça-Fikir Değil Bütün-Fikir Lâzım” başlığını taşıyan yazıyla cevap verir. Şekip Tunç, Russell’ın madde ve ruhu ne suretle telakki ettiğini, aralarında bulduğu ilişkileri, metafizik hakkındaki fikirlerini göstermeden, Bergson’un sadece usulüne hasredilmiş bir tenkidin “iphamdan ari fikirler” olabileceğini zannetmediğini söyler. Bergson ve Russell, başlı başına birer felsefe vücuda getirmiş şahsiyetler olduğundan, birbirleriyle mücadelelerinin mahiyet ve kıymeti bütün felsefelerinin insicamıyla anlaşılabilir. Bu yapılmadıkça yazılanlar ne Russell’dan istifade ettirir ne de Bergson’un hatalı müddealarından kurtarır.
Felsefe hayatımız tenkitlerle gelişecekse de bu tenkitlerin, sistemlerin sistemlerle karşılaştırılmasından sonra gelmesi lazımdır. Aksi takdirde müddeaların kuvvet ve kıymetleri anlaşılmaz. Bergson’un hads iddiası, ancak onun madde, ruh ve tekamül hakkındaki telakkilerinden örülmüş bir terkip içinde makuldür. Şekip Tunç Mehmet İzzet’e, usulünü değiştirerek Russell’ın mantık ve riyaziye felsefesini ve bunlara istinat ettirdiği ruh ve madde tahlillerini yapıp bunlardan istintaç edilmiş metafizik ile iyilik ve kötülük fikirlerini teşrih ederse, Bergson hakkındaki tenkidini hakkıyla yapmış olacağını söyler.iv
Mehmet İzzet, Şekip Tunç’un bu yazısına karşı, sonraki sayıda “Gene Usûl Kavgası” başlığını taşıyan bir yazı kaleme alır. Mehmet İzzet, Şekip Tunç’un milletin ne gibi felsefe yazılarına ihtiyaç olduğuna değinmesi sebebiyle eleştiri yazdığını belirtir ve Şekip Tunç’a doğrulttuğu tenkitleri altı maddede sıralar:
- Bir milletin felsefe ihtiyacı haftalık mecmua makaleleri ile tatmin edilemez. Bu makalelerin vazifesi merakı tahriktir. Makale ile felsefe ihtiyacının tatmini, Ziya Gökalp’ın yanlış bir usulüdür,
- Usul meselesi, bir parça fikir değil; esaslı meseledir. Şekip Bey, usul meselesinin başlangıç değil bir netice olduğunu zanneder,
- Şekip Bey’e göre bir filozofun fikrini anmak için bütün sistemini bildirmek lazım gelmektedir,
- Fikrin parçası olmaz, olsa olsa esaslı fikirler ve fer’î fikirler vardır denebilir,
- Şekip Bey, Ziya Gökalp’tan evvel memleketimizde kimsenin sistemlerle uğraşmamış olduğuna dönük mütalaasında, Spencer’ın sistemini benimseyen Rıza Tevfik’i, A. Comte’ı benimseyen Salih Zeki’yi, Taine ile Schophenhaur ile meşgul olanları unutmuştur,
- Büyük sistemlere duyulan şevk alaka elvermez, küçük parça fikirlere de rağbet ve özen göstermelidir.v
Münakaşanın son metni, Şekip Tunç’un “Kime Şikâyet Etmeli?” başlıklı yazısıdır. Şekip Tunç bu yazıya, Mehmet İzzet’in cümlelerini çarpıttığını ima ederek başlar. İzzet’in saydığı altı kabahati, hangi cümlelerden çıkardığını keşfedemediğini söyler. O da yazısını altı madde olarak kurgular. Sırasıyla:
1. Üç aylık veya yıllık mecmualardan ziyade daha sık çıkan mecmuaları sevdiğini,
2. Usulün bir başlangıç mı yahut netice mi olduğu meselesi “tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan” meselesini hatırlattığını,
3. Usule davet etmek felsefe yazılarına «censure» koymak demekse bunu her vakit yapacağını,
4. Bütün fikir, parça fikir ne demektir diyen İzzet’in, daha önce bu mefhumların tatbikini «Gazi’nin en büyük eseri» hakkında Milliyet’in anketine verdikleri cevapta yapmış bulunduğunu,
5. Fikriyat sahasında ihtiyaçlarımızın hudut ve mahiyetini tayin etmek için bir kanaat serdetmediğini,
6. Küçük fikirlere, yani “muance”lara karşı müsamahakar olmadığımı hatırlamadığını aktaran Şekip Tunç, itirazının ilimde değil fakat felsefede bütün fikri bırakarak parça fikirlerin tenkit ve muhakemesine olduğunu söyleyerek maddelerini bitirir.vi
Türk düşünürlerinin felsefe kavrayışının merhale atlamasında önemli yeri bulunan iki ismin, Russell ve Bergson arasında gidip gelmesi, dönemin ruhunu yansıtırken 20. asrın başlarında yaşanan fikrî krizin üstesinden gelme çabalarının birer numunesidir.
i Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2014, s. 27.
ii Peyami Safa, Türk İnkılâbına Bakışlar, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2013, s. 82.
iii Mehmet İzzet, “Usûl Kavgası”, Hayat Mecmuası, Cilt: V, sayı 127, s. 445-446.
iv Mustafa Şekip, “Parça Fikir Değil Bütün Fikir Lâzım”, Hayat Mecmuası, Cilt: V, sayı 129, s. 481.
v Mehmet İzzet, “Gene Usûl Kavgası”, Hayat Mecmuası, Cilt: VI, sayı 131, s. 4-5.
vi Mustafa Şekip, “Kime Şikâyet Etmeli”, Hayat Mecmuası, Cilt: VI, sayı 133, s. 44-45.
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.