10:04 pm Felsefe

Siyasetin “Politiksiz”liği

Felsefe tarihi muhtelif kavram ve sistemlerin münakaşası ile bezelidir. Antik Yunan’dan bugüne idealite/realite, fizik/metafizik, empiriklik/spekülatiflik gibi karşıt kutupların dikotomik hasımlığı her bir felsefî mecrada sübut bulur. Düşünce dünyasının bu karşıtlık üzerinden tarihin katmanlarında niteliksel ve niceliksel ölçülerde birçok ürünü de bizlere göstermiştir ki, tez-antitez karşıtlığı her daim bir sentez sunmaz. Düşünceler bazen reddedişler ve karşı kıyıda konumlananları yok etme maksatları üzerine kuruludur. Karşıtlıklarda kanımca en muteber yön, eski düşüncenin işlevsizliğini ve güç kaybının yarattığı irade eksikliğini gören yeninin gözü kara mukavemetidir. İkaz edelim ki, buradan her eskinin ve eskiyi arzulamanın negatif olumsuzluğu doğuracağı manası sezinlenmesin; Rönesans gibi klasik çağın zihinlerde yeniden yeşerdiği ve eskinin kuvvetli omuzları üzerinden yeniden doğuşun muştulandığı bir dönemin, aydınlanmanın eşik taşlarını döşediği gerçekliği ortadayken… Siyasetin de felsefenin rûy-i zemininde hatırı sayılır bir alanı işgal ettiği düşünüldüğünde görülür ki bahis konusu karşıtlık en çetin savaşını bu cephede vermektedir. Antik Yunan’ın maruf filozoflarından Aristoteles’in Politika’sının başlarında “Zoon Politikon” yani insanı “politik bir hayvan” olarak tanımlayan bir kavramlaştırmanın ortaya çıkışıyla metnin yazıldığı tarihten binlerce sene sonra siyasete hatta siyaset felsefesine gözle görülür muarız bir ayaklanmanın da böyle bir çetinlik taşıdığı salık verilebilir. Özellikle İkinci Harbin sonunda felsefenin politikliğinin keşfiyle başlayan politik felsefenin siyaset felsefesine olan itirazı yüksek perdeden dillendirilmiştir. Esasında kadim felsefî düşüncelerin satır aralarında, çoklukla politik felsefeye konu olabilecek kavram ve eylemlerin varlığı ortadaydı. Bu bakımdan onu salt modern dönem hadiseleri üzerinden yaşça ufak bir düşünce olarak betimlemek çok da insaflı bir yaklaşım olmasa gerek. Ezcümle konunun özüne dönüldüğünde siyaset felsefesi ve politik felsefe arasındaki bu karşıtlığın yahut kimi düşünürlere göre bir karşıtlıktan öte ilgisizliğin, ilintisizliğin, ilişkisizliğin hatta benzemezliğin ciddi bir problematik olduğunu hatırlatmalıyız.

Bir tanıma gidildiğinde etimolojik sözlükler siyasetin “at bakıcılığı” yani “seyis”le benzer anlam katmanları üzerinden aynı kökten geldiğine gönderim yapar. Zamanın, kavramları bir organizma gibi yeşertip filizlendirdiği ve değişik anlam kalıpları içerisine tıkıştırdığı düşünüldüğünde, siyasetin doğrudan bir “at bakıcılığı” olduğu geçerli bir tez gibi görünmeyebilir. Fakat politik felsefe hâlâ bu noktada kavramsal dönüşümün tam manasıyla sağlanamadığı, siyasetin sadece “idare etmek” ile “devlet işlerini yürütmek” mesabesine gelebildiği inancın cephesinde… Felsefî zeminde bu konu üzerine yaşanan tartışmalar temelde bir “politik felsefe versus siyaset felsefesi” olarak anlaşılmamalı. Buna politik felsefenin, siyaset felsefesi olmadığı üzerinden gerçekleşen bir tanımlama çabası denilmesi daha doğru gibi… Çünkü siyaset felsefesinin “ben politik felsefe değilim” gibi karşıt bir söylev geliştirme kaygısı taşıdığı söylenemez. Peki, politik felsefe uğraşısı güdenlerin siyasete karşı “politik olan” üzerinden geliştirdiği eleştirilerin “genel hatları neler?”dir. Bu soruyla meseleye mercek tutmak bu yazının omuzlarında felsefî bir yükümlülük olarak belirdi.

Siyasetin ne olduğuna dair ifadelerin yüklü olduğu bir bilgi tomarını masaya saçarsak, politik olanın ne olmadığını, dağılan kavramlar arasından seçebiliriz. Siyasetin ne olup olmadığını bize gösterecek olan siyasetin kendisi değil; onun ne olmadığını söyleyecek politik felsefenin konumlandığı politik alandır. Akvaryum örneğinde olduğu gibi dışarıdan bakan göz genelde bir objektivite sahibidir. İçerideki ise salt fanusun sınırları kadar kendini açıklayabilir. O vakit siyaseti ve siyaset felsefesini politik olanın teşrih masasında tetkike koyulalım.

Politik olanın mihveri etrafında hareket ettiğimizde politik felsefenin siyaset felsefesinden kendini yalıtma gayretkeşliğine tanıklık ederiz. Siyasetin, politik olandan farkı temelde çatışma ve karşıtlık üzerinden bir pratiğe ihtiyaç duymama eylemsizliğinde ortaya çıkar. Siyaset, sürüyü ve kitleyi güdebilme ölçütünde edilgen bireylerin işlevsizliğinde boy verirken, “politik olan” yurttaşların bilinçliliğinde hareket alanını yakalar. Çünkü politik olan yurttaşlar alanına hastır; –siyasette böyle bir zorunluluk yoktur- bilinçli eylem üzerinden varlığını tesis eder. Politik bilinç yoksa politik olan özelinde politik felsefe de yoktur. Politik olan “praksis”e ihtiyaç duyar. Praksisin varlık alanı Antik Yunan “polis”leri olarak nitelendirilebilir. Praksis ayrıca bir süreç içerisinde, çatışmanın eylemselleştiği bir ortamda bilinçliliğini kazanır. Politik olan için polis-praksis ilişkiselliği önemlidir. Aristoteles’in politik düşüncesine bakıldığında bu ilişkiselliğin zeminini belirleyebilme imkânını biraz daha yakalama şansına ulaşırız.

 Aristoteles açısından hayvan ve Tanrılar “polis”e ihtiyaç duymaz. Polise ihtiyaç duyan bir yurttaşlar topluluğudur. Bir diğer yanıyla polisi varlığa getiren praksis alanı ve “benzerin birbiriyle dostluğu, benzemeze düşmanlığıdır.” Praksis için şu hatırlatma önemlidir: Praksis salt bir pratiklik ve insanın bilinçsizce işe koyulduğu bazı ritüeller ve günlük görevleri yerine getirme gibi mekanik yaşamsallığı değil, tamamen bilinçliliğin işe koşulduğu bir süreci betimler. Praksis, yaşamsal süreç içinde yapılan her etkinliğin bilincini kazanmaktır. Ayrıca politik praksisin sorunlarıyla salt teorik, epistemolojik düzlemde ilgilenilmez.

Praksis ve politik olan kavramlarının doğru anlaşılması yine onlarla birlikte aynı düzlemde yani politik felsefe düzleminde dinelen “Polis”in anlaşılması ile doğru orantılıdır. Polis: Şehir, kent, site gibi, lügat karşılıklarıyla sıkça tesadüf ettiğimiz bir kelime… Bu bakımdan çoğunlukla yüklendiği bir anlamla Antik çağlardaki insanların yaşam alanı olarak algılanma talihsizliğini taşır. Politik felsefe açısından “polis”in algılanışı hem yönetim hem de sosyal ortamla ilintilidir. Polis, çarşı-pazar yaşantısına indirgenemeyecek bir yapıdır. Topluluk fikrini içerir. Onu mükemmellik etrafında bir tasavvurla temas ettirmek mümkün değildir. Çünkü polis arzu varlığı olan insanın mekânıdır. Yukarıda satır aralarında kısmen temas ettiğimiz gibi “[…] polisi varlığa getiren şey benzerin benzeriyle olan dostluğu ve benzemez olana, yabancı olana düşmanlığıdır.”

  Politik felsefenin siyaset felsefesi üzerinden getirdiği eleştirilere tekrar yöneldiğimizde politik olanla siyasa[nın]/siyasete özgü olanın arasındaki özellikle iktidar özelinde temel bir ayrımı da hatırlamalıyız. Yine Aristoteles’i referans aldığımızda, politik olanın iktidara dayalılık üzerinden bir siyaset biçimi olmadığına tanıklık ederiz. Politik olanda “adalet/adaletsizlik, eşitlik/eşitsizlik, meşruiyet ve zorbalık” konu edilir. Diğer yandan siyaset felsefesi ile politik felsefe arasında uzak mesafelere içeriklenen, farklı muhtevalarda tanımlanan kavramsal olarak bir meşruiyet krizi vardır. Siyasette meşruiyet kimi zaman mutlak bir gücün bagajına tıkıştırılır. Mutlak güç varsa doğal olarak praksis alanı yoktur. Praksis alanının olmadığı yerde politik olan da barınmaz. Meşruiyetin salt yasallık üzerinden kurulmadığını da anımsamak gerekiyor. Meşruiyet temelde “bir şeye uygun olma durumu”yla içeriklenir.

Özetle “-değil”ler üzerinden politik felsefeyi özetleyelim: “Politik felsefe verili sorulara cevap bulmaz, mevcut cevaplar içinde çatlaklar yaratır; politik felsefe, felsefenin siyaset yapan kısmı değildir; politik felsefenin sorusu ‘devlet-i aliyye nasıl kurtulur?’ değildir; politik felsefe eleştirelliğinde iktidar kader değildir.”  

Görülen o ki, politik felsefenin siyaset felsefesi olmadığı üzerinden yürütülen tartışmalar teorik münakaşa hudutlarını çoktan aşmış gibi…


*Yazılar yazarın sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.

Visited 247 times, 1 visit(s) today

Close