7:29 pm Felsefe

Studia Humanitatis’in İki Ciheti: Batı’sı & Doğu’su

    

I. Batı: Septem Artes Liberales ve Orta Çağ’ın Aydınlığı

Beşerî ilimlerin sınıflandırılması meselesi, ilk çağlardan itibaren muhtelif bilim insanları ve felsefeciler tarafından üzerinde durulmuş bir konudur. İlimlerin, hüviyet ve mahiyetlerine göre yapılan sınıflandırma çalışmaları, eğitim ve öğretimde metodolojik bir sistem ortaya koymak ve söz konusu beşerî ilimler (studia humanitatis) arasındaki ortak bağlardan hareketle bu ilimler arasında cereyan eden ilişkileri ortaya çıkarmak üzerine temellendirilmiştir. Düşünce tarihinde ilimleri sistematik bir tasnif içerisinde ele alan ilk filozofun Aristoteles olduğu bilinen bir mevzudur. Bu bağlamda İslam ve Hıristiyan düşünce tarihlerinde ilimlerin sınıflandırılması meselesinin bir gelenek olarak çağlar boyunca devam ettiği görülmektedir. Zira bu ilmî ve düşünsel geleneğin en sistematik ve müşahhas mahiyetiyle karşımıza çıktığı şekli Hıristiyan dünyasında Septem Artes Liberales (Yedi Özgür Sanat), İslam zihin dairesi içerisinde ise ‘Ulûmü’l- Meşhûr (Meşhur İlimler) terimleri ile yapılan tasnif çalışmalarıdır. Bu yazının konusu, öncelikle “studia humanitatis”in Hıristiyan düşünce tarihi açısından muhtasar surette incelenmesi olacaktır.

Roma İmparatorluğu’nun son devrelerinden geç dönem Orta Çağ evresine ve nispeten yeniden doğuşun vuku bulduğu 15 ve 16. yüzyıllara kadar etkisini sürdürmüş olan artes liberales, ontolojik mahiyetlerine göre iki gruba ayrılmış ve her birinin bağımsız birer sanat olarak tabir edildiği yedi disiplinden oluşmaktadır. Orta Çağ skolastiğinde, tümelin amacı ve tümeli kapsar sayıldığından tanrı bilimi odağında sistematize edilmiş bir eğitim programı olarak karşımıza çıkan artes liberalestrivium ve quadrivium şeklinde sınıflandırılmak suretiyle bir seferde kurulmamış, hem mahiyet hem de tasnif bağlamında son şekline aşama aşama kavuşmuştur. Bu noktada özellikle devrin kilise merkezli düşünsel altyapısına dayalı olarak gelişen eğitim anlayışının, hem mikro hem de makro düzlemde toplumun ihtiyaçlarını karşılama düzeyi, eğitimdeki bakış açılarında kısmi değişiklikleri zorunlu kılmış ve bu zorunluluk artes liberalesin bir eğitim programı olarak sistemleşmesinde temel faktör olarak karşımıza çıkmıştır. Zira geç antik dönemin ilk evresinden itibaren eğitim sistemini devletin elinden alıp kendi nüfuzuna dahil etmeye başlayan Hıristiyan Kilisesi, aile âdetlerinden din eğitimine kadar birçok alanda otoritesini kurmuş ve bu durum Aziz Augustinus gibi kilise babaları tarafından da desteklenmiştir.

Augustinus’un De doctrina christiana (Hıristiyan Doktrini) adlı eseri Orta Çağ’da eğitim sisteminde klasik olmuş bir yapıttır ve bu eser, Roma eğitim sisteminin de temelini oluşturan hitabetgramer üzerine inşa edilmiştir. Buradan hareketle ilkel Hıristiyan yorum geleneğinin Roma eğitim modelinden büyük ölçüde destek bulduğu gerçeği de dikkatlerden kaçmamaktadır. Erken dönem Orta Çağ eğitim sisteminin bu şekilde kilise kontrolünde olmasının yanında devrin Hıristiyan pedagojisinin tanımlanması ve tamamlanmasındaki en etkili rol sahiplerinden birisi monastik tecrübedir.

Monastisizm, keşişlerin dünyadan vazgeçerek, dünyevi değerlerden ve kültür hareketlerinden koparak münzevi bir hayatı öncelediği, hatta bir öğreti olarak tavsiye ettiği felsefi ve spritüal yaşam tarzıdır. İslam kültüründe mâsivâyı terk etme üzerine kurulu zühdî hayat ile karşılanabilecek olan bu deneyim, manastırlar tarafından da desteklenmiştir fakat söz konusu sistem, halkın büyük bir kesimini okuryazarlıktan uzak tutmuş ve entelektüeliteye kitlesel gelişim imkanı bırakmamıştır. Bu durum, devrin en önemli otoritesi olarak 8 ve 10. yüzyıllar arasında Avrupa’ya adeta erken bir rönesans devri yaşatan Karolenj İmparatorluğu’nun emirnamelerinde ve sinodlar ile konsiller aracılığıyla tutulmuş raporlara şeffaf bir şekilde yansımıştır. Kayıt altına alınan bu raporlarda eğitim sisteminde temel bilgilerin çöküş tehlikesi ile karşı karşıya olduğu bilgisi kesin olarak belirtilmiştir. Mevcut eğitim sistemindeki bu manzara, Kutsal Roma imparatoru Şarlman’ın (d.742- ö.814) uygulamaya koyacağı eğitim reformu projesinin de en önemli gerekçesini oluşturmaktadır.

Şarlman, başlattığı reform hareketiyle Alcuinus ve Paulus Diaconus gibi pek çok monastik isimden de faydalanarak eğitimde normatif kural sisteminin rasyonelleşmesine büyük katkı sağlamış, bu durum erken Orta Çağ devrinin eğitim anlayışında kısmi sekülerleşmenin de önünü açmıştır. Okullarda Mezmurlar Kitabı gibi ezbere öğrenilmesi esasına dayalı din merkezli okuma-yazma projesinin yanında Grek ve Latin birikimini ihtiva eden klasik metinler de eğitim programına dahil edilmiş, böylelikle artes liberalesin gündeme alınması için gereken entelektüel zemin oluşmaya başlamıştır.

Anna Benvenuti, Umberto Eco’nun editörlüğünü yaptığı Orta Çağ adlı yapıtın ikinci cildindeki “Eğitim ve Yeni Kültür Merkezleri” başlıklı yazısında triviumu edebî, quadriviumu ise bilimsel bilgi olarak nitelemiş, artes liberalesin de ilk olarak Aquisgrana’da Karolenj hakimiyeti altında kurulan Schola palatina’da (Saray Okulu) eğitim programına dahil edildiğini belirtmiştir. Her ne kadar skolastiğin bir ürünü olarak onu gelecek nesillere aktaracak olsa da eğitimdeki kısmi sekülerleşmenin en önemli timsali olan artes liberales, Scola palatina’da beşerî bilimler hüviyetinde eğitim programına dahil edilinceye kadar Cossiodorus, Martianus Capella ve Boethius tarafından aşama aşama sistematize edilecek ve bu üç isim Orta Çağ eğitim sisteminin beşerîleşmesinde büyük rol üstlenerek artes liberalesin tanımlanması sürecinde birincil derecede önem kazanacaklardır.

Romalı bir asilzade olan Cossiodorus (d.490 – ö.583) beşerî bir eğitim sisteminde gerekli olacak tüm bilgileri Institutiones (Kurumlar) adlı eserinde sentezleyerek sunmuş ve yapıtının ikinci kitabında beşerî bilimlerin sayısını gramer, retorik, diyalektik, aritmetik, müzik, geometri ve astronomiden oluşan yedi başlıkta toplayıp hepsini Hıristiyanların eğitimine fayda sağlayan birer beceri olarak ayrı ayrı tanıtmıştır. Cossiodorus’un Institutiones’i, adeta bir ilimler kataloğu olma özelliği taşımasından hareketle ileride üzerinde durulacak olan Farabi’nin İhsâ’ el- ‘Ulûm (İlimlerin Sayımı) eseriyle mahiyet bağlamında benzerliğinden ötürü ayrıca önemlidir.

Institutiones’in bir diğer önemi ise Hıristiyan eğitiminin ihtiyaçları ile klasik bilgilerin normatifliği arasında bir kaynaşmaya zemin hazırlamasından gelmektedir. Zira artes (sanatlar) geleneğinin mâzisi MÖ. IV. yüzyıla kadar gitmektedir fakat buradaki disiplinler ilk defa söz konusu dönemde, benimsedikleri metodolojiler temelinde sınıflandırılmıştır. Artes liberales, Institutiones’te eğitimin beşerileşmesi açısından oldukça pratik bir amaçla detaylıca tasvir edilse de ilk kez bu eserde ele alınmamıştır. Cossiodorus’tan yaklaşık bir yüz yıl önce, 5. yüzyılın başında Kartacalı bir pagan hatip olan Martianus Capella De nuptiis philologiae et mercurii (Filoloji ile Merkür’ün Evliliği Üzerine) adlı metaforik eserinde beşerî bilimlerin yedi sanatını sadece tanımlamakla kalmayıp onun nasıl ortaya çıktığını edebî ve din dışı bir anlatımla dile getirmektedir. Capella’nın değindiği bu metaforik hikayeye göre kendine bir eş arayan Mercurius, Apollo’nun tavsiyesi üzerine Bilgelik’in kızı Filoloji (Philologiae) ile evlenmeye karar verir. Tanrıların meclisine giden Filoloji, orada Mercurius ile karşılaşır ve Mercurius ona, yedi cariye ile birlikte yedi de sanat hediye eder.

De nuptiis’in ilk kitabında anlatılan bu hikaye ile birlikte eserin geri kalan kısımlarında söz konusu yedi sanat manzum olarak teker teker tasvir edilmiştir. Eserini sembolik bir anlatımla kaleme alan Martianus, her bir sanatın görümüne, kıyafetine, yürüyüşüne ve konuşmasına mitolojik olduğu kadar sembolik bir zeminde durmaktadır. Örneğin Gramer, yazı levhalarında kullanılan balmumu ile yürürken Diyalektik, çoğunluk tarafından anlaşılması zor kelimeleri kullanarak konuşur. Martianus Capella söz konusu metaforik eseri ile Cossiodourus’un Institutiones’inden daha önce artes liberalesten bahsetmiş ve MÖ 1. yüzyılda Varro tarafından antik felsefenin referansıyla düzenlenen bu yedi sanatı, Latin dünyasına yeniden tanıtmıştır.

Burada üzerinde durulması gereken husus, skolastiğin halen daha hakim olduğu bir eğitim programına Martianus Capella gibi pagan bir hatibin eserinin dahil edilmiş olmasıdır. Zira Capella’nın Orta Çağ eğitim sistemi içerisinde çok önemli bir yeri vardır. Jacques le Goff, Orta Çağ Batı Uygarlığı adlı eserinde erken Orta Çağ devrinde ruhbanların bilimsel ve eğitsel programlarını Cicero ya da Quintilianus’tan değil pagan hatip Martianus Capella’dan aldığını dile getirmektedir.

Artes liberales, Martianus Capella ve Cossiodorus’un çalışmalarının ardından son şeklini yine bir başka Romalı filozof Boethius’un elinde almıştır. 15. yüzyıl Rösesans Avrupa’sında humanisme critique (eleştirel hümanizm)’i geliştiren ve Elengantie eseriyle Latincenin dil bilimini kuran Lorenzo Valla’nın “Romalıların sonuncusu ve skolastiklerin ilki” olarak tanımladığı Severinus Boethius (MÖ 480-525) antikite ile Orta Çağ zihni arasındaki bağı kuran başlıca köprü isimlerden biridir.

Onun bilimsel ve eğitsel metodolojisi incelendiğinde Grek bilgi birikimini muhafaza etme ve yayma çabası açık bir şekilde görülmektedir. Boethius’un düşünce tarihindeki önemi, toplumun bilim ve eğitim yönünden içinde olduğu kısır bir dönemde başta beşerî bilimler olmak üzere geçmişin en önemli kültür malzemelerini kurtarıp eğitim programlarına dahil etmesinde aranmalıdır. L. Obertello’nun “Batı’da ‘klasik’ adı verilen beşerî düşünce döneminin son büyük temsilcisidir” şeklinde tanımladığı Boethius, artes liberalesin yapısal bağlamda son şeklini almasında da büyük rol oynamıştır.

İlk olarak 1. yüzyılda Varro’nun bahsettiği, sonrasında ise Capella ve Cossiodorus’un geliştirdiği beşerî bilimlerin bu yedi sanatı, trivium ve quadrivium şeklinde, onun tarafından gruplandırılmıştır. Quadrivium, Boethius’un ifadesi ile eğitim programı içerisinde fizik bilimlerinin konusu olan doğal cisimleri ele alan gruptur ve hikmete giden dört yol şeklinde anlam kazanmıştır. Zira Osmanlı felsefe literatüründe de bu dörtlü grup turuk-ı erba’a (dört yol) ve dört nev’i fennî câmî olarak geçmektedir.  Aritmetik, astronomi, geometri ve müzik şeklinde oluşturulan bu dörtlü grup, doğanın incelenmesini kapsayan disiplinleri ihtiva ettiği için artes liberalesin omurgasını oluşturmaktadır.

Boethius’a göre gramer, retorik ve mantık dallarından oluşan trivium ise bilginin elde edilmesinden ziyade bilginin ifade biçimini incelediği için quadriviumun alt sınıfında değerlendirilmektedir. Dolayısıyla Boethius’un beşerî bilimler odağında sistematize ettiği eğitim programlarında quadrivium, bilimsel bilgiye ulaşma amacına dayalı olarak triviuma göre bir üst basamakta değerlendirilmiş, teorideki bu zeminin eğitim kurumlarındaki pratiği ise Boethius’tan yaklaşık dört yüz yıl sonra, eğitimde beşerileşmeyi ve kısmi sekülerleşmeyi amaçlayan Karolenj reformunda uygulamaya konmuştur.

Avrupa’ya kültür ve eğitim açısından erken Rönesans dönemini yaşatan Karolenj hakimiyetinin sürdüğü 8. ve 10. asırlardan geç Orta Çağ ve yeniden doğuşun son evresi olan 15. yüzyıla kadar artes liberales, bilginin korunması gayesiyle skolastiğin devamlılığını öncelemesine rağmen eğitim alanında bilimsel bilgiye ulaşmanın da amacını gütmüş ve 15. yüzyılda etkin yayılma alanı bulmaya başlayan Rönesans hareketinin öncülerine antikite ile kurulacak olan bağın teşekkülü için gereken referansları sağlamada büyük rol oynamıştır. Bu hayati rol, bir sonraki adımda, 16. asırda Reformasyon hareketinin himayesinde gelişen Protestan ahlakın teşekkülünde kendisini hissettirecek ve nihai olarak etkisi bir taraftan azalarak 18. asır Aydınlanma (Aufklärung) yolunun açılmasına manevi açıdan ilham olacaktır.[1]


[1] Dr. Halil İlteriş Kutlu

Batı’nın ve Doğu’nun Zihin Tarihinde Eğitime Sanat Algısıyla Bakmak: Artes Liberales ve ‘Ulumü’l- Meşhur. Başkent University Journal of Education, 2017; 4(1)


*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.

Visited 176 times, 1 visit(s) today

Close