Cumhuriyet, vasıfsız tebaayı sorumlu yurttaşa dönüştüren bir farkındalık rejiminin, bir değerin ve bir faziletin adıdır. Cumhuriyet, yalnızca monarşinin bir reddiyesi değil aynı zamanda da demokrasinin tiranlığa dönüşmesini engelleyen kurumsal bir ihtimam, bir bariyerdir. Dolayısıyla bir siyasal rejim olarak Cumhuriyet; kuvvetler ayrılığı, hukukun üstünlüğü, anayasal devlet ve sınırlı iktidar gibi en temel liberal önermeleri benimseyen ideolojik künyeye sahiptir. Cumhuriyet, ideal yönetime dair evrensel ilkeleri yurttaşlara özgü biçimlere dönüştüren ve her daim evrensel ile yerel arasında bir denge gözeten sistemdir. Bu yönüyle aşkın öğretileri, yurttaşlığa dayalı failliğin içkin tecrübesi haline getirebilen yegane siyasal rejimdir.
Cumhuriyet rejiminin yukarıda özetlenen ideal tarifine henüz kavuşamayan Türkiye Cumhuriyeti, düvel-i muazzamanın hasta adam dediği bir devletin yerine ve o devlete son ana kadar refakatçilik yapan bir kadro tarafından tam 100 yıl önce bugün kuruldu. Milletlerin tarihteki istedikleri noktadan başlayarak mesafe katedemeyeceğinin farkında olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğindeki kurucu kadro, geçmişe ağıt yakıp nostaljiye saplanmak yerine bin bir türlü imkansızlığa rağmen medeniyet meşalesini tutuşturmaya cüret etti. İşte asri olanı yakalamayı hedefleyen bu cüretin sayesindedir ki sefaletin, çatışmaların, krizlerin, istikrarsızlığın kol gezdiği coğrafyamızın en berrak ve rakipsiz tasviri -kusurlu demokrasisine rağmen- Türkiye Cumhuriyeti’dir.
Yakın siyasi tarihimiz, Cumhuriyet değerlerinin “ontolojik” anlamda tartışmaya açılmasının yol açtığı vahametlerle doludur. Ülkece tek çıkış yolumuz, Cumhuriyet değerlerine sahip çıkmak ve bunları çağın gerekliliklerine göre geliştirmektir. Atatürk’ün 100 yıl önce yaktığı Cumhuriyet ocağından bugüne kül değil, kor taşımaktır.
Demokrasimizin, Cumhuriyet değerleriyle taçlanması temennisiyle…
Cumhuriyet’imizin 100. yılı kutlu olsun.