Sanat, doğası gereği her dönemde tartışmalı bir insan etkinliği olmuştur. Neyin sanat eseri olduğu yahut olmadığı, sanat eserinin amacı/anlamı, yapısı vs. binlerce yıldır süregelen tartışmaların odak noktaları olmuştur hep. Dolayısıyla sanat adına yapılan kötücül işlerle de sıkça karşılaşılmıştır. Taklit eserleri gerçekmiş gibi pazarlamak, bir sanat eseri üzerinden çeşitli algılar yaratarak olduğundan daha değerliymiş zannı yaratmak, ya da tam tersi, değerli eserleri değersiz göstermek her zaman görülegelmiştir. Daha dün karşıma çıkan bir sanat haberini olduğu gibi aktarıyorum
“Sanat dünyasında ilginç bir çalışma gündemi salladı. Bir sanatçı, tereyağına vurarak oluşturduğu ‘Benzersiz Aidiyet’ isimli eseriyle büyük ilgi topladı. Eserin oluşum süreci ve kullanılan malzemenin doğası sosyal medyada tartışma yarattı. Bazı kullanıcılar sanatın sınırlarını zorlayan bu tarz çalışmaları takdir ederken, diğerleri ise bu türden eserleri anlamsız ve gereksiz bulduklarını belirttiler. Tartışmaların odağında, sanatın ne olduğu ve sanat eserlerinin nasıl değerlendirilmesi gerektiği gibi konular yer aldı.”
Bunun görüntüleri de var, yazın arama motorlarına, çıkar. Yere oturmuş bir sanatçı, önünde bir kilo civarında tereyağı var, bizimki hınçla tereyağını döverken etraftaki alımlayıcılar da ibretle bu ender görülen sanat hadisesine şahitlik ediyorlar.
Bu ve buna benzer ilginçlikler muhakkak sizlerin de karşısına çıkmıştır bir yerlerde. Lakin 2021 Mayıs ayında gerçekleşen bir hadise şimdiden sanat tarihinin en unutulmaz eylemlerinden biri olarak adını sanat almanaklarına altın harflerle yazdırdı bile. Andy Warhol’un konserve kutularını yahut bir koli bandıyla çerçeveye iliştirilmiş muzu hatırlıyorum elbette. Hatta meşhur “bu bir pipo değil”deki pipo olmayan pipo bile hatırımda. Lakin böylesi bugüne kadar ne görülmüş ne de duyulmuş bir şey sanırım. Bu hakikaten sanat tarihinin en dikkat çekici performanslarından biri. Elbette buna sanat tarihinin en absürt “keriz silkeleme” operasyonu demek de mümkün tabii, takdir sizin.
2021 yılının 18 Mayıs’ında İtalyan sanatçı Salvatore Garau, “maddi olmayan heykeli” I Am‘i bir müzayedede sattı. Evet, yanlış okumadınız, bu heykel ebatları belli olan, hangi koşullarda sergileneceği ayrıntılı şekilde tarif edilmiş, orijinallik sertifikasına sahip, gerçek bir sanat eseri. Bir tek kusuru var, görünmüyor. Kral çıplak masalını hatırladınız mı? Hah, işte o hesap…
Görünmez sanat eseri, kelimenin tam anlamıyla hiçbir şeyden oluşuyor. Eser güya parke taşı üzerindeki bantlanmış bir karenin içinde sergilendi. Parke taşındaki hiçlik… Garau, “Bu, hayal gücünü harekete geçirmenizi isteyen bir çalışma.” diyordu. Eserin maddi bir varlığı olmamasına rağmen, Art-Rite Müzayedeevi değerini 6.000 euro ile 9.000 euro aralığında tahmin etti. Açık arttırma sırasında, teklif sahipleri fiyatı yükseltti ve Garau 15.000 euroya I Am‘i sattı (valla güzel para).
Bu varsayılan eseri (varsayılan eser demek durumundayım çünkü ortada bir eserin varolduğuna dair beyan ve sertifika var fakat eser yok!) satın alan Milanolu koleksiyoncu 15.000 euroya karşılık eserin orijinal olduğuna dair bir sertifika ve sanatçının heykelini sergileme talimatlarını aldı. Tabii canım, bu kadar müstesna bir eseri öyle kafanıza göre sergileyemezsiniz. Sırf bir çuval para döktünüz diye sonradan görmeler gibi salonunuzun ortasına yerleştirip eşe dosta hava atamazsınız. Varolmayan bir heykele sahip olduysanız eğer (ruhu şâd olsun, tam da bu satırları yazarken aklıma büyük usta I. Calvino’nun Görünmez Şövalye kitabı geldi) talimatlara uygun hareket etmeniz gerekir.
Garau, eserin özel bir evde, engelsiz, yaklaşık beş metrekarelik bir alanda sergilenmesini şart koştu. Özel aydınlatma ve iklim kontrolü ise isteğe bağlı idi elbette. Tabii bu muazzam sanat eserini anlamayanlar için de bir tedbir almıştı sanatçımız, aşağıdaki sunumla her şeyi izah ediyordu…
“Belirli bir boşlukta maddi olmayan bir heykeli ‘sergilemeye’ karar verdiğimde, o boşluk belirli bir miktarda ve yoğunlukta düşünceleri belirli bir noktada toplayacak ve isimlendirdiğim haliyle, yalnızca en çeşitli biçimleri alacak bir heykel yaratacaktır. Sonuçta, hiç görmediğimiz bir Tanrı’ya şekil vermiyor muyuz?”
Rolüne kendini iyice kaptıran Garau, bir dergiye verdiği röportajda da aşağıdaki açıklamaları yumurtlamıştı:
“Uzay boşluğu, enerjiyle dolu bir boşluktan başka bir şey değildir ve onu boşaltsak ve geriye hiçbir şey kalmasa bile Heisenberg belirsizlik ilkesine göre bu hiçbir şeyin bir ağırlığı vardır. Dolayısıyla yoğunlaşmış ve parçacıklara yani bize dönüşmüş bir enerjisi var.”
Velhasıl dostlarım, bir iş yaparken hem Tanrı’dan, hem Heisenberg’den, hem modern sanattan, hem evrensellikten bahsederseniz, bir de sağlam keriz bulabilirseniz 15.000 euroyu cebe indirivermek o kadar da zor değil yani. Yersen…
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.