9:30 am Osman Kepenek

Kıbrıs ve Ellinci Yılında Mutlu Barış Harekâtı

Türk tarihinde sembolik rakamlar mühimdir. Bu sembolik rakamlar büyük zaferlerin yıl dönümü olduğunda ise milletçe daha büyük bir heyecanla kutlanır. 20 Temmuz 2024 tarihi de Kıbrıs Barış Harekâtı’nın ellinci yıl dönümü olması sebebiyle büyük öneme sahiptir. Bu tarihî zaferin ellinci yılında Kıbrıs Türklüğü, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin uluslararası arenada tanınırlık kazanması gibi konuların yeniden gündeme gelmesi ve çözüm önerilerinin tartışılması gerekir.

2024 yılı aynı zamanda Kıbrıs Türklüğünün efsanevi lideri Rauf Denktaş Bey’in de yüzüncü doğum yılı olduğu için yılın ilk altı ayında pek çok program tertip edilmiştir. Bu programlardan birisi ve belki ilki de Akademik Araştırma Enstitüsü tarafından İstanbul Üniversitesinin ev sahipliğinde gazeteci, diplomat ve akademisyenlerden oluşan geniş bir heyetle icra edilmiştir. Harekâtın ellinci yılını konu alan bilgi şöleni ve konferanslar başta üniversitelerimiz olmak üzere belediye, dernek-vakıf ve düşünce kuruluşlarımızın ev sahipliğinde devam etmektedir. Bu programların önümüzdeki eğitim öğretim döneminde de devam ettirilmesi ve yıl boyunca Kıbrıs’ın gündemimizde kalması gerekmektedir. Yurt sathında yapılan programlar önemli olmakla birlikte, yurt dışındaki bütün temsilciliklerimizde de konunun bütün detaylarıyla ele alınması hayati önem taşımaktadır.

Bildiğiniz üzere, Türkiye’nin Kıbrıs adasındaki varlığı uluslararası hukuk tarafından kabul edilmemiş; Kıbrıs Türkü’nü mezalimden kurtarmak ve adaya barış getirmekten başka derdi olmayan Türk askeri “işgalci” olarak gösterilmiştir. Yunan ve Rum basınında ve tarih anlatısında 20 Temmuz “Kıbrıs Türk İstilası” olarak tanımlanmaktadır. Birleşmiş Miletler ise 1963 yılından Türk askerinin adaya ayak bastığı 1974 yılına kadar adada yaşanan soykırımı görmezden gelerek bu sözde işgal ifadesini onaylamıştır.

On yıldan uzun süren terör döneminde Türk-Rum ortaklığı üzerine kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nden bahsetmek hukuken ve fiilen mümkün değildir. Çünkü devletin asli unsurundan biri olan Türkler, kasıtlı bir şekilde devletin yönetim kademelerinin dışına atılmış, sözde devlet başkanlığı sıfatını üzerinde bulunduran başpiskopos ise Türkleri yok etmek için ayinler düzenleyerek toplu yeminler ettirmiştir. Bu dönemde Rum teröründen canını kurtarabilen Türkler, adanın sadece yüzde ikilik bir kısmına hapsedilmiş ve her türlü insani yardım malzemesinden mahrum bırakılmak suretiyle ölüme terk edilerek mağaralarda yaşamak zorunda bırakılmıştır.

Bütün bu tabloya seyirci kalan Birleşmiş Milletler ise Türkiye’nin Londra ve Zürih Anlaşmalarına yani uluslararası hukuka dayanarak almış olduğu harekât kararını taraflı bir şekilde işgal olarak niteleme gafletine düşmüştür. Üstelik aradan geçen yarım asırdır Birleşmiş Milletler bu hatasından dönmemiştir. Tam da bu sebeple Türkiye, yurt dışında özellikle Rum lobisinin etkili olduğu ülkelerde o ülkelerin kamuoylarını etkilemek üzere çeşitli etkinlikler tertip etmeli, Kıbrıs’ta neden var olduğumuzu net bir şekilde tekrar tekrar anlatmalıdır.

Türkiye’nin Kıbrıs adasına yaptığı bu askerî çıkartma kara, deniz ve hava kuvvetlerinin müşterek planlaması ve uygulaması ile gerçekleşmiştir. Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi karmaşa hali, dünya siyasetinin durumu ve Türk ordusunun birtakım imkânsızlıkları sebebiyle bir hayli geç kalınan bu askerî harekât sayesinde artık dayanacak gücü kalmayan ve yok edilme tehlikesi ile karşı karşıya kalan Kıbrıs Türkü yeniden insanca bir yaşama kavuşma imkânına sahip olmuştur. Kıbrıs Türk’ü Türk askerinin adaya çıkartma yapmasını gözyaşları içinde, büyük bir mutlulukla kutlamıştır. Merhum Denktaş o tarihî günü anlatırken çocuklar gibi sevindiklerini ve birbirlerine sarılarak “kurtulduk” dediklerini nakletmektedir. Türk askerini adada karşılayan ve Rum EOKA terörü karşısında üstünlük kazanmasını sağlayan temel unsur ise Kıbrıs Türklerinin Kuva-yı Milliyesi olarak da tanımlayabileceğimiz Türk Mukavemet Teşkilatı olmuştur. Türk Mukavemet Teşkilatı, Rum EOKA terörü karşısında Kıbrıs Türklerinin hayatlarını muhafaza etmek amacıyla kurulan ve daha sonraları idaresi Türkiye tarafından üstlenilen bir yeraltı yapılanması olarak faaliyet göstermiştir. Türk Mukavemet Teşkilatı’nın varlığı ve bu tarihî mücadelesi harekâtın ellinci yılına atfen kapsamlı bir kitap çalışması olarak kısa bir süre önce okuyucu ile buluşmuştur.

Doç. Dr. Sibel Akgün tarafından “Kıbrıs’ta Türk Varlığının Koruyucusu: Türk Mukavemet Teşkilatı” adıyla kaleme alınan bu eser, sadece Türk Mukavemet Teşkilatı’nın mücadelesini değil, Kıbrıs Türkü’nün bu felaket yıllarını da anlatmakta ve tarihe ışık tutmaktadır. Tarihe ışık tutmasını ümit ettiğimiz bir diğer çalışma 20 Temmuz akşamı seyirci ile buluşan “Kuzeydeki Bayrak: Kıbrıs” belgeselidir. TRT’nin hazırlamış olduğu bu belgeselde Kıbrıs davasını anlatmak üzere 2021 yılında hazırladığı “Bir Zamanlar Kıbrıs” dizisinde yaptığı hataları tekrar etmemesi temennimizdir.

Halihazırda Kıbrıs Politikamız

Türkiye’nin Kıbrıs politikası, yıllar içinde pek çok savrulma yaşamış ancak nihayetinde olması gereken noktaya varmıştır. Kıbrıs davasının sahibi siyasi iktidarlar, Türkiye’deki Kıbrıs Türkleri ya da adada bulunan Türkiye Türkleri değil, Türk milletinin tamamıdır. Bu durum Kıbrıs meselesi diye bir konunun Türkiye’nin gündemine girmeye başladığı 1950’li yıllardan bu tarafa defalarca tescillenmiştir. Son olarak AK Parti iktidarının ilk yıllarında Avrupa Birliği hülyaları ve Batıcılık söylemlerine kurban edilmek istenen Kıbrıs, bugün itibarıyla yine aynı iktidarın en önemli ve en öncelikli dış politika başlıklarından biri haline gelmiştir.

Geçmişin acı hatırası ile birlikte bugün gelinen nokta memnuniyet vericidir. Halihazırda izlenen Kıbrıs politikasına bakıldığında kurucu cumhurbaşkanı merhum Rauf Denktaş’ın o gün itibarıyla hayatını ortaya koyarak neredeyse tek başına savunduğu ilkelerin aynısı olduğu görülecektir. Bu manada Annan Planı döneminde ana vatan Türkiye hükümeti tarafından siyasi itibar suikastına uğrayan ve istenmeyen adam ilan edilen Denktaş, tarih ve millet önünde haklılığını ispatlamıştır. Bundan 20 yıl evvel yapılan itibar suikastı bugün geldiğimiz noktada boşa çıkmış ve Denktaş Bey’in sadece Kıbrıs’ı değil, Türkiye’yi de düşünen ve buna göre hareket eden, feraset sahibi, büyük bir lider olduğu yeniden tescillenmiştir.

Harekâtın ellinci yıl dönümü vesilesiyle Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere kabine üyeleri ile devlet erkânı ve siyasi parti genel başkanları Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde hazır bulundular. Erdoğan, kutlama programında iktidarı ve muhalefeti ile bir bütün olarak bugün burada olmamız Türkiye ve Türk milleti olarak Kıbrıs’a verdiğimiz önemin göstergesidir diye konuşarak hükümetinin Kıbrıs politikasının bir devlet politikası olduğunu ilan etmiştir.

Yapılan görkemli kutlama programı, Türkiye’nin geniş bir katılımla adada bulunması ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden dünyaya verilen mesajlar elbette önemlidir. Ancak gelinen nokta itibarıyla söylenen sözlerin icraat ile taçlanma zamanı gelmiştir. Kıbrıs Türk halkı devletlerinin tanınmasını ve adada eşit siyasi egemenlik hakkına kavuşmayı beklemektedir. Bu bekleyiş Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Türkiye haricindeki Türk devletleri ile de ilişki kurması ve Türk Devletleri Teşkilatına gözlemci ülke olarak kabul edilmesi sonrasında daha da artmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a geçtiğimiz günlerde, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin diğer Türk devletleri tarafından tanınma ihtimalinin ne durumda olduğu sorulmuş, Erdoğan ise Türk devletleri arasında Azerbaycan ile çok sıkı ilişkilerimiz var demekle yetinmiştir. Türkiye’ye göre Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Türk dünyasının ayrılmaz bir parçası olsa da geçtiğimiz yılın kasım ayında Kazakistan’da gerçekleştirilen Türk Devletleri Teşkilatı Liderler Zirvesi’ne Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin neden katılmadığı konusunda Türk Devletleri Teşkilatı Genel Sekreterliğinden ya da üye herhangi bir devletten bir açıklama yapılmamıştır.

Erdoğan’ın özellikle Azerbaycan’a vurgu yapması Bakü’nün bu konuda bir hazırlık yaptığı şeklinde yorumlansa da bu ifade sadece kendisinin şahsi temennisi de olabilir. Daha önceki yıllarda Azerbaycan’ın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanıyamama sebebi olarak işgal altındaki Karabağ ve oradaki özel durum karşımıza çıkarılırken bugün topraklarını işgalden kurtarmış güçlü bir Azerbaycan’dan daha fazlası beklenmektedir. Türk devletlerinin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanıması konusu gündeme geldiğinde diğerlerinin adının dahi anılmaması ve gözlerin sadece Azerbaycan’a dönmesi de ayrıca ele alınması gereken bir çelişki durumudur. Türk Devletleri Teşkilatı, geçtiğimiz yılki zirvenin ana temasını “Türk Time” olarak belirlemişti. Türkçeye Türk Zamanı veya Türk Çağı olarak çevirdiğimiz bu iddialı ifade, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Türk devletleri tarafından tanınmadıkça eksik kalacak ve maalesef kelimenin ruhundaki muhteva, Türk dünyasını kuşatamayacaktır. Bir kez daha ifade edelim ki Kıbrıs Türk halkı ve bu davanın sahibi olan Türk milleti için Kıbrıs’a dair verilecek müjde yeni cumhurbaşkanlığı sarayı ve millet bahçesi değil, tanınma ve eşit siyasi egemenlik hakkıdır.

*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.

** Bu yazı ilk kez millidevletgazetesi.net’te yayımlanmıştır.

***Bu yazıyı PDF olarak indirebilirsiniz:

Visited 28 times, 1 visit(s) today

Close