Süreğen çatışmaların tırmanmasında psikoloji?
Süreğen çatışmalar genellikle şiddet içeren eylemlerin cereyan etmesiyle başlar ve bu nedenle başlangıç aşaması gürültülü ve dikkat çekicidir ama çatışma her zaman aynı şiddette devam etmez. Çatışmanın süreğenliği, somut anlamda bir çatışma olmaksızın bazen sadece zihinsel, duygusal, politik veya diplomatik düzlemde kalır. Çatışmanın sonlandığı anlamına gelmeyen bu geçici sükunet dönemleri, devam eden bir savaştaki geçici ateşkes dönemleri gibidir. Sükunet dönemlerinden tekrar alevlenme dönemlerine geçiş çok hızlı biçimde cereyan edebilir. Süreğen çatışmaların alevlenme ve tırmanma dönemlerinin kendine özgü farklı psikolojik özellikleri vardır. Süreğen çatışmalardaki bu özellikler gelip geçici çatışmalardaki psikolojik özelliklerden farklıdır. Bu farklılıklar bağlamın psikolojik koşullarında ve çatışma içindeki toplulukların kolektif psikolojisinde gözlenebilir.
Çatışmaların alevlenmesinde bağlam
Çatışmanın alevlenmesi veya tırmanması genellikle taraflardan birinin dile getirdiği şikayetler, huzursuzluklar, talepler, itirazlar diğer grup tarafından anlayışla karşılanmayıp sert tepkiler ortaya çıktığında başlayan bir süreçtir. Talepleri veya şikayetleri dikkate alınmayan grup, daha sert tutum ve eylemlere girişerek çatışmayı alevlendirmeye ve diğer gruba bedel ödetmeye kalkışır. Bunun üzerine diğer grup da tepkilerini sertleştirir ve çatışmanın harareti gitgide yükselir (Pruitt ve Kim, 2004). Bu şekilde başlayan kısır döngü bir çatışma kültürünü de şekillendirir. Çatışma tırmandıkça grupların davranış repertuarı daralır ve eylemler davranış yelpazesinin uçlarından seçilir zira yelpazenin daha ılımlı taraflarına yönelik psikolojik bir körlük gelişmiştir. Bu tırmanma sürecinde taraflar adeta çatışma içine hapsolur çünkü çatışmaya hem güçlü bir duygusal yatırım yapılmıştır hem de çatışma sürecindeki kayıpların telafi edilmesi gerektiğine ve şimdiye kadar verilen kayıpların boşuna olmadığının ispatına ihtiyaç duyulur (Ross, 2010).
Çatışma tırmanırken can kaybı, yaralanmalar, sakatlanmalar, ailelerin dağılması, evlerin veya toprakların yitirilmesi, maddi kaynakların çatışma için harcanması şeklinde kayıplar artar. Bu kayıplar telafi edilene kadar çatışmanın devam etmesi gerektiği şeklinde bir inanç yerleşmeye başlar. Bundan sonra da çatışmada tarafların ödün vermeye, müzakere etmeye yönelik istekleri azalır (Skitka, 2010). Karşılıklı olarak sürekli artan şiddet ve ortaya çıkan kayıplar grup üyelerinin kendilerini çatışmaya adamalarını güçlendirir. Sürekli ölüm ve yaralanmalar olmasına rağmen grup üyelerinin çatışmaya daha sıkı tutunmaları paradoks gibi gözükebilir, aslında bu durum bilişsel bir tutarsızlığın giderilmesine hizmet etmektedir. Barışa yönelik herhangi bir düşünce, kaybedilen canlara haksızlık, vefasızlık gibi algılanır ve vicdani bir huzursuzluk yaratır. Bu huzursuzluğu yaşamaktansa çatışmaya devam etmek ruhsal denge için daha kolay bir yol gibi görünür.
Çatışmanın tırmanma aşamasında toplumsal kapanma eğilimi sık görülür. Bu kapanma, toplumun başka topluluklarla temasının kısıtlanması, farklı bilgi kaynaklarına ulaşımın engellenmesi, çatışmaya yönelik eleştirilerin baskılanması şeklinde olabilir. Kapanma genellikle çatışmada önderlik edenlerin başlattığı bir süreçtir. Önderler, grup psikolojisinde çatışmaya yönelik birlik ve beraberliği sürdürmek, grup içindeki farklı fikirleri bastırmak, çatışmaya eleştirel yaklaşımları engellemek için her türlü propaganda yönteminden yararlanmaya çalışırlar. Kitle iletişim araçlarının kontrol altına alınması, sosyal medyanın kısıtlanması, farklı bilgi kaynaklarının engellenmesi, eleştirel düşünenlerin bir şekilde susturulması, sansür uygulamaları ve otosansüre yönelik gerekliliğin hissettirilmesi gibi yöntemlerle grubun “grup sargınlığı” denilen kenetlenmişliği sürdürülür (Wolfsfeld, 2004). Bunun sonucunda grup adeta tek yumruk halinde grup hedeflerine kilitlenir ve daha belirgin şiddet eğilimleri gösterir.
Çatışma alevlenirken karşılıklı olarak artan şiddet, topluluk üyelerinin gitgide daha zorlu deneyimler yaşamalarına yol açar. Bu zorlu deneyimler topluluk içinde yaygınlaştıkça herkesin gündeminde çatışma ana başlık haline gelir ve çatışma yaşamın içinde bir parça olmaktan çıkar ve anlamsal olarak gitgide genişler; o kadar ki artık çatışma yaşamın içinde değil, yaşam çatışmanın içinde sürdürülen bir iş haline gelir.
Bu bağlam içinde topluluk üyelerinin başa çıkması gereken üç temel zorluktan söz edilebilir (Bar-Tal, 2013):
Birincisi, topluluk üyelerinin çatışma süresince tatmin edilmesi zor olan birtakım psikolojik ihtiyaçlarını bir ölçüde tatmin etmeleri gerekir. Mesela belirsizliğe tahammül etme, güvenlik hissi, kendi kimlikleriyle ilgili olumlu hissetme gibi psikolojik ihtiyaçların bu süreçte tatmini zordur ama bunların hiç tatmin edilmemesi de topluluk üyelerinin ruh sağlığını olumsuz etkileyebilir. Her gün birileri bir merminin hedefi olurken ve sık sık bir yerlerde bombalar patlarken nereden, ne zaman bir merminin geleceğini veya nerede, ne zaman bir bombanın patlayacağını bilememek tahammül edilmesi son derece zor bir belirsizliktir. Bu belirsizliğe tahammül edebilmek için topluluk üyeleri sıklıkla akılcı olmayan birtakım inançlar geliştirirler. Mesela aynı yerde iki kere bomba patlamayacağına, daha önce cumartesi günü hiç saldırı olmamasının bundan sonraki cumartesilerde saldırı olmayacağı anlamına geldiğine inanabilirler. Aynı şekilde siviller kendi askerlerinin kendilerini koruduğuna, gerçekleşen olumsuzlukların istisna olduğuna, engellenen saldırıların çok daha fazla olduğuna, bu nedenle başlarına bir şey gelmesi ihtimalinin düşük olduğuna inanabilirler. Bu inançların hiçbirinin somut dayanakları olmayabilir.
İkincisi, topluluk üyelerinin süreğen çatışmanın yarattığı stres, korku gibi durumlarla baş etmeleri gerekir. Bu ihtiyaç bazen dinî bir tevekkülle giderilir, bazen mizah, bazen yok sayma, bazen duygusal soyutlanma gibi savunma mekanizmaları kullanılır. İnsanlar her zamankinden daha dindar, daha şakacı, daha umursamaz veya daha duygusuz gibi görünebilirler. Bu görünümler aslında strese ve korkuya karşı başvurulan savunma yöntemleridir.
Üçüncüsü, topluluk üyeleri rakibe karşı direnebilecek psikolojik güce sahip olmalıdırlar. Bu sayede çatışmayı kazanmaya yönelik motivasyonlarını koruyabilirler. Topluluk psikolojik gücünü koruyabilmek ve sürdürebilmek için genellikle mazideki başarıları gelecekteki başarıların bir göstergesi olarak yorumlar. Bazen de dinî inançlar bu gücün korunmasını sağlayabilir. Mesela topluluk içindeki din adamları veya önderler bazı ayetlerde veya hadislerde kendilerine zafer vadedildiği şeklinde yorumlar yapabilir ve ilahi gücün kendilerinden yana olduğunu topluluğa vazederek topluluğun psikolojik gücünü sürdürmeye çalışabilirler.
Süreğen çatışmanın alevlenmesi durumlarında çatışan taraflar arasındaki asimetri bağlam üzerinde önemli etkiler gösterir. Özellikle arkasında devlet örgütlenmesi olan taraf çatışmayı sürdürme konusunda daha avantajlıdır zira askerî personel ve gereçlere çok daha kolay erişebilir. Dahası, iletişim kanallarını daha kolay kullanabilir ve dünya kamuoyunu da manipüle etme konusunda daha etkili olabilir. Bu bakımdan çatışma bağlamında kendi epistemik temellerini daha kolay ortaya koyabilir ve buna yaslanarak da çatışmayı daha rahat sürdürebilir. Diğer yandan, bu imkanlardan yoksun olan zayıf taraf her zaman için kaynak sıkıntısı çekmeye mecbur kalır. Zayıf taraf rakibini ürkütmek ve dünya kamuoyunun dikkatini çekebilmek için terörist eylemler gibi yöntemlere başvurabilir. Bu eylemler sırasında sivil halkın hedef alınması da söz konusu olabilir. Genellikle güçlü tarafı geri adım attırmaya yönelik olan bu tür eylemler nadiren istenen sonucu verir. Sıklıkla güçlü taraf daha şiddetli biçimde karşılık verir ve zayıf tarafın da sivil üyeleri çatışmadan büyük zararlar görür. Bunun sonucunda da zayıf tarafın epistemik temeli gitgide zayıflar ve dünya kamuoyundan beklenen destek bir türlü gelmez.
Epistemik temelin zayıflaması topluluk üyelerinin de süreğen çatışmaya yönelik tutumlarında değişikliklere yol açabilir. Zayıf taraf kurumsal kitle iletişim araçlarına sahip olmasa da günümüzde bu eksiklik sosyal medyanın kullanımıyla bir ölçüde aşılmaktadır fakat güçlü tarafın sosyal medyayı da daha etkili kullanması mümkündür. Her ne olursa olsun, arkasında devlet örgütlenmesi olmayan grupların terör eylemleri, bir devletin icra ettiği terör eylemlerine göre daha fazla tepki çeker. Süreğen çatışmalardaki grupların bu gerçeği hesaba katmamaları devlet organizasyonuna sahip olan tarafın elini güçlendirir.
Çatışmaların alevlenmesi ve kolektif bellek
Çatışmanın alevlenmesi sürecinde topluluğun psikolojisinde teleolojik yani hedefe dönük birtakım inançlar, duygular, tutumlar, hassasiyetler ve motivasyonlar gelişir. Amaca yönelik bu psikolojik bileşenler, topluluğun yukarıda bahsettiğimiz psikolojik ihtiyaçlarını gidermeye de hizmet eder. Çatışma sürerken belirginleşen bu unsurlar topluluğun tutarlı ve organize bir kolektif psikolojiye sahip olmasını sağlar.
Çatışma tırmandıkça kolektif psikoloji kurumlara, iletişim kanallarına, ilişkilere, eğitime, kültüre ve yaşantının pek çok alanına nüfuz ederek sosyopsikolojik bir altyapı haline gelir. Kolektif psikolojinin sosyopsikolojik bir altyapıya dönüşmesinde kolektif bellek en önemli temellerden biridir (Bar-Tal, 2013).
Kolektif bellek grubun varoluşu ve devamlılığı için epistemik bir temel sağlayan ve grup üyeleri tarafından grubun mazisi olarak bilinen zihinsel temsillerdir (Kansteiner, 2002). Kolektif bellek grubun kültürünü şekillendiren geçmişle ilgili öyküleri, sembolleri, modelleri ve mitleri içerir. Süreğen çatışma durumlarında çatışmanın tarihini topluluk üyelerine sunmak üzere gelişen anlatılar da kolektif belleğin içine yerleşir (Wertsch, 2002). Bu anlatılar çatışmanın ortaya çıkışını ve seyrini grubun bakış açısına göre tarif eder ve zaman içinde grup üyeleri için iç tutarlılığı olan bir öyküye dönüşür. Bu öykü sayesinde grup üyeleri çatışma konusunda haklılık ve meşruluk bilinci geliştirirler (Liu ve Hilton, 2005). Bu tür kolektif anılar geçici, kısa süreli birtakım olaylar veya belli bir müddet devam etmiş, uzun sürmüş birtakım durumlar etrafında ya da süreğen çatışmanın bir evresinde önemli bir rol oynamış kişiler etrafında şekillenir. İşgaller, çatışmalar, direnişler bu anıların bağlamını oluşturabilir. Mesela ’93 Harbinde savaş kaybedilmiş olsa bile Gazi Osman Paşa’nın Plevne müdafaası ortak bellekte yer etmiştir ve türkülerle nesilden nesile aktarılmıştır. Benzer şekilde, 1. Dünya Savaşı sonrasında İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edildiği gün yaşanan kıyımlar, yalnızca o esnada İzmir’de bulunanların değil, bütün milletin zihninde anı şeklinde yer etmiştir.
Kolektif bellekteki bu tür anıların hizmet ettiği dört ana amaç vardır:
1- Çatışmanın ortaya çıkmasında ve sürmesinde grubun haklılığını destekleme,
2- Grup kimliğine dair olumlu bir imaj sağlama,
3- Rakibi gayrimeşru, gayriahlaki bir duruma koyma,
4- İç-grubu yani ait olunan grubu kurban rolüne sokma.
Çatışmaya dair kolektif bellekteki anılar, çatışma öncesi dönemle ilgili anılar da olabilir. Çatışmadan önceki refah durumuna, topluluğun önceki güçlü haline dair bir anekdot da bu anılar arasında kendisine yer bulabilir. Mesela Fransa ile Türkiye arasında bir gerilim söz konusu olduğunda Fatih Sultan Mehmet’in Fransa kralına yazdığı meşhur mektup kolektif bellekte hemen uyanıverir. Bu kolektif bellek parçası topluluk üyelerinin iyi hissetmesine katkıda bulunur. Benzer şekilde Avrupa ile aramızda bir gerilim çıktığında pek çok Avrupa ülkesine karşı savaştığımız Çanakkale muharebelerine dair kolektif anılar bilince çıkar ve kendimizi büyük bir grup karşısında âciz hissetmemizi engeller.
Kolektif bellekteki bu tür anılar çatışmanın ortaya çıkardığı, baş edilmesi gereken zorluklara karşı bir motivasyon kaynağı oluştururlar. Bu nedenle gerek çatışma öncesi döneme dair gerek çatışma sürecine dair anılar, bu işlevi görecek şekilde uyarlanırlar, yeniden yapılandırılırlar ve hatta bazı durumlarda adeta uydurulurlar. Pek çok topluluğun kolektif belleğinde gerçek kanıtlarla desteklenmeyen anıların var olduğu gözlenebilir. Bazı anılara mistik unsurların da eklenmesi sık görülen bir durumdur. Mesela, askerlere yol gösteren ak sakallı bir bilge, bulutun içinde kaybolan bir tabur asker, boşaldığı zannedilen gıda depolarının birdenbire dolması gibi mucize kabilinden olaylar da anlatıla anlatıla toplumsal bellekte kolektif anı şeklinde yerleşirler.
Seçilmiş travma ve seçilmiş zafer
Vamık Volkan’a göre topluluklar bazı büyük olayları “seçilmiş travma” veya “seçilmiş zafer” şeklinde hatırlama eğilimi gösterirler (Volkan 1997). Seçilmiş travma ve seçilmiş zaferler grup kimliğine önemli katkılar sağlar. Bu tür anılar nesiller boyunca aktarılır ve topluluğun kültüründe daima korunur. Özellikle süreğen çatışma içindeki gruplarda bu tür seçilmiş travma veya seçilmiş zafer anıları grup aidiyetini güçlendirdiği gibi çatışmanın hedeflerine yönelik çabayı ve eyleme dönük gücü de arttırır (Zertal, 2005). Bunlara örnek verecek olursak, Holokost Yahudi milleti için, 1915 Olayları Ermeni milleti için, Srebrenitsa Katliamı Bosnalılar için birer seçilmiş travmadır. Bu travmalar için anıtlar dikilir, yılın belli zamanlarında anma toplantıları, törenleri düzenlenir ve bu olaylar, olayları bizzat yaşamamış yeni nesiller için bile önemli kimlik unsurları haline gelir. Türkler için Çanakkale Müdafaası, 9 Eylül’de Yunan’ın denize dökülmesi, Ruslar için Stalingrad Müdafaası gibi olaylar da seçilmiş zaferlere örnek olarak gösterilebilir.
Şunu da belirtmek gerekir ki kolektif bellekteki anılar çok detaylı değildir. Bir olayın öncesi ve sonrası bu anılarda yer almaz. Bu anılar çoğunlukla genellemeleri kolaylaştıran, diğer grubun kötülüğünü açıkça ortaya seren ve çatışmanın geçmişini özet şekilde ortaya koyan kısa sahneler gibidir. Bu kısa ve net sahneler, çatışmanın epistemik temelini nesillere aktarmakta kolaylık sağladığı gibi uluslararası kamuoyunu da ikna etmekte hızlı ve pratik bir işlev görürler. Çatışmadaki grupların gerçek dünyadaki çatışmaları gerçek silahlarla ve eylemlerle devam ederken propaganda sürecinde her grubun bu tür anıları aracılığıyla ayrı bir düzlemde ayrı bir çatışma daha devam eder. Hatta bazen somut çatışmalar dursa bile anıların çatışmalarının devam ettiği görülebilir.
Devam edecek…
Kaynaklar:
Bar-Tal, D. (2013). Intractable conflicts: Socio-psychological foundations and dynamics. Cambridge: Cambridge University Press.
Kansteiner, W. (2002). Finding meaning in memory: A methodological critique of collective memory studies. History and Theory, 41, 179–197.
Liu, J. H., ve Hilton, D. J. (2005). How the past weighs on the present: Social representations of history and their impact on identity politics. British Journal of Social Psychology, 44, 537–556.
Pruitt, D. G., ve Kim, S. H. (2004). Social conflict: Escalation, stalemate, and settlement (3. Baskı). New York: McGraw-Hill.
Ross, L. (2010). Perspectives on disagreement and dispute resolution: Lessons from the lab and the real world. E. Shafir (ed.), “The behavioral foundations of public policy” içinde (ss. 108–125). Princeton, NJ: Princeton University Press/Russell Sage Foundation.
Skitka, L. J. (2010). The psychology of moral conviction. Social and Personality Psychology Compass, 4, 267–281.
Volkan, V. D. (1997). Blood lines: From ethnic pride to ethnic terrorism. New York: Farrar, Straus and Giroux.
Wertsch, J. (2002). Voices of collective remembering. Cambridge: Cambridge University Press.
Wolfsfeld, G. (2004). Media and the path to peace. Cambridge: Cambridge University Press. Zertal, I. (2005). Israel’s Holocaust and the politics of nationhood. Cambridge: Cambridge University Press.