İstanbul’un iktidar ve muhalefet için psikolojik ve maddi önemi nedir?
Siyaset biliminde üzerine çok duramadığımız konulardan bir tanesi, hangi seçimlerin kritik olduğu ya da seçimlerin kritik olup olmadığı meselesidir. Kritik seçim dediğimizde iktidarın değiştirilmesi bir kriter alınabilir. Uzun süreli iktidarın değiştirilmesi başka bir kriter olabilir. Bu konudaki ender uzlaşmalardan biri, bugünlerde yaşadığımız İstanbul seçimleridir. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri kritik ama ülkedeki iktidarı değiştireceğinden dolayı değil. Yerel seçimler genelde biraz küçümsenir çünkü ülkedeki iktidar daha fazla belirleyici ise ülkenin kaderi hakkında, yerel yönetimlerinde insanların yaşamı üzerinde fazla bir etkisi yoksa çok önemsenmeyebilir. Ülkemizde gelenek pek bu yönde değil. Geçmişe baktığımızda özellikle 1994 yerel seçimleri göz önünde tutuluyor, Recep Tayyip Erdoğan’ın seçimi sürpriz bir şekilde kazanması nedeniyle. Arkasından 2019 yerel seçimleri de göz önünde tutulduğunda evet, İstanbul’u alan Türkiye’yi alır gibi bir iddiayı biz çok duyduk. 1989’da Nurettin Sözen İstanbul’u almıştı ama bunu 1990’da SHP zaferi izlemedi. Bunu da unutuyoruz. Belki de bunları da hatırlamamız gerekiyor ama İstanbul seçimlerinin kritik olduğunu söyleyebiliriz. Burada bir uzlaşma var.
İstanbul seçimi neden kritik, ülkedeki iktidarı değiştirmeyecekse? Psikolojik etkisini söyledik, İstanbul’u alan Türkiye’yi de alır diye bir iddia var. Bu iddianın altında yatan şeylerden bir tanesi, İstanbul’un Türkiye sosyolojisini temsil ettiğine dair bir algının olması. Aslında çok farklı. Seçim sonuçlarının baktığınızda farklı. En son cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda 52- 48. Kılıçdaroğlu’nun önde olduğu seçimden bahsediyoruz. Sonucun böyle olmadığını biliyoruz. İller bazına karşılaştırdığınız zaman, çok farklı olaylar mutlaka var, her açıdan. Sosyolojik olarak ya da demografik olarak İstanbul, Türkiye’nin geri kalanından o kadar farklı ki birbirine benzeyen illeri bir araya getirmeyi hedefleyen İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflandırması’nda dahi İstanbul tek başına. İstanbul, komşuları Tekirdağ ve Kocaeli’ne de benzemiyor. İstanbul kendine münhasır.
İstanbul’u kazananın Türkiye’yi kazanacak olmasının temel sebebi İstanbul’un Türkiye demografisini temsil etmesi de değil. Böyle algılanmasının sebebi, aslında Türkiye’de siyasetin büyük oranda büyükşehirler, hatta biraz daha ileri gidelim, Ankara-İstanbul ekseninde yapılması. Diğer yerel unsurların pek haber değeri taşımaması. İstanbul’un domine ettiği siyaset değişmedi. Medya kuruluşlarının hemen hepsi İstanbul’da. Medyada konuşanların çoğu İstanbul’da. Sosyal medyada dahi İstanbul aşırı temsil ediliyor. 20 milyonluk bir şehirden bahsediyoruz. İstanbul’un sorunları ülkenin geri kalanının sorunlarından biraz daha ciddiye alınıyor. Hemen herkes tarafından böyle bir sembolik ağırlığı var, psikolojik ağırlığı var. 20 milyonluk bir metropol, dünyanın sayılı metropollerinden biri olduğu için bunu yok saymamak türlü imkan sunuyor, bunu yok sayamazsınız. Dolayısıyla bu bizi şaşırtmıyor. Bu bir psikolojik özellik.
Yine psikolojik nitelik olarak tribünden şeylerden biri, Recep Tayyip Erdoğan’ın başarısını İstanbul’da sağlamış olması. Kendisi İstanbul’da büyüdü. Yerel siyasete İstanbul’da atıldı; ilçe yöneticiliği yaptı, il yöneticiliği yaptı, parti düzeyinde seçim kazandı, bir seçimi kazandı ama kaybetti, 1991 seçimlerinde. 1994’te kazandı, damgasını İstanbul’a vurdu icraatlarıyla ve İstanbul bir Recep Tayyip Erdoğan şehri gibi gözüküyordu 2019’a kadar. Sadece hiç akla gelmeyen bir şeyi başarması yani muhafazakar ya da mütedeyyin bir siyasi partiye İstanbul’u kazandırmasının yanı sıra, aslında o dönemde durumu açıklamakta çok fazla kullandığımız çevrenin merkeze penetre etmesidir. Eskiden merkez ve çevre ayrı kavanozlar içerisinde yaşarken büyük ölçüde ANAP döneminde çevrenin değerlerinde makbul hale gelmesi, kabul edebilir hale gelmesi, çevrenin de sesini duyurabilmesi de Recep Tayyip Erdoğan’ın önce belediye başkanlığı, sonra cumhurbaşkanlığı döneminde söz konusu oldu.
AK Parti’nin İstanbul’da uzun süren yönetiminde de benzer bir durum oluştu. En büyük dönüşüm, İstanbul’un çok güzel, havalı semtleri yanında Gaziosmanpaşa’nın, Esenyurt’un ve ismini sayamayacağımız birçok yerin de eşit derecede kıymetli olduğu bir döneme geçiş olarak yorumlanabilir. Bu açıdan da İstanbul, Recep Tayyip Erdoğan’ın kenti olarak biliniyordu 2019 seçimlerine kadar. Bu açıdan da bir psikolojik etki var. Öteki tarafta muhalefet için de bir psikolojik etki var. İstanbul asla bir araya gelmez denen unsurların bir araya geldiği, gelebildiği, özellikle ikinci seçimde kaynaklarını harekete geçirebildiği ve seçimi de bu sayede kazanabildiği bir örnek olarak hafızalarda yerini aldı.
İstanbul’un muhalefetteki hafızasını tabii çok derinlemesine tartışmak mümkün değil ancak Gezi Hareketi’nin de bu hafızanın, ortak hafızanın parçası olduğunu düşünebiliriz. O ütopyacıyı yaklaşımlarında Gezi, çok farklı kaygıları olan insanları, çok farklı öncelikleri olan insanları aynı sofrada birleştirebilen bir metafor olarak kullanılmıştı. Bu ütopyacı anlatı ne kadar gerçekçi, tartışılır ama aynı şekilde 2019 seçimlerinin tekrar seçimlerindeki başarı da benzer bir öykü oluşturdu. Sokakta görsek kafasını çevirecek, birbiriyle konuşmayacak kişiler bir ortak paydada birleştiler. Bu ortak payda neydi? Ak Parti’yi İstanbul’da iktidardan etmek. Daha sonraki beş yıl bu ütopyanın hayata geçtiği bir dönem oldu mu, tartışılır. O birliktelik varolmaya devam etti mi, organikleşti mi? Bunu başka bir açıdan uzun uzun tartışmak lazım. Muhalefet açısından da İstanbul’un böyle bir sembolik değeri var. Gezi ruhunun devamı diyelim. Bu psikolojik boyutu.
Bir de maddi boyutu var. 20 milyon nüfuslu bir büyükşehir, kayda değer büyüklükte bir bütçesi var. 6-7 milyar dolarlardan bahsediyoruz. Kayda değer sayıda kişiyi istihdam edebiliyor. Bunu doğrudan belediyede çalışanların yanı sıra, BİT dediğimiz belediyenin iktisadi teşekkülleri üzerinden de yapabiliyor. Çok sayıda kişiye iş verebiliyor. Yatırımlara yön verebiliyor. Toprak rantı sağlayabiliyor. Taksici plakasından görüyorsunuz, başka hatlar sağlıyor. Büyük bir ekonomi ve siz de bu ekonominin başındasınız.
Buna sosyal yardımları da ekleyin. 20 milyon kişide kaç kişiye sosyal yardım yapabileceğinizi düşünün. Bütün bunları bir araya getirdiğinizde ciddi ciddi bir maddi kaynak olduğunu görürsünüz. 2019 seçiminden sonra bazı vakıfların iktidara yakın vakıfların başka illere göç etmek zorunda kalmaları bunu gösteriyor. O kaynakları istediğinize aktarma gücüne sahipsiniz. Büyük bir pasta ve pastaya sahip olmayı da herkes ister. Dolayısıyla hem iktidar bu pastayı geri almak istiyor maddi olarak. Psikolojik faktörlerin yanı sıra, maddi faktörlerden dolayı hem de muhalefet ya da İmamoğlu bunu elinde tutmak istiyor. Bu seçimin bu kadar önemli olmasının sebebi pastanın büyüklüğü diyelim.
İstanbul, pastanın üzerindeki çilekten çok çok daha fazlası. İstanbul seçimleri Recep Tayyip Erdoğan için her zaman kişisel bir seçim oldu. Orada 2004’ten itibaren seçim kampanyalarının yürütülmesine, adayı belirlenmesine bizzat kendisi dahil oldu. Hatırlarsınız, 2019 seçimleri öncesinde görevdeki belediye başkanının yerine başka bir belediye başkanının geçirilmesi dahil olmak üzere, burayı kazanmak için Recep Tayyip Erdoğan’ın bizzat kampanya dahil olduğunun en iyi göstergelerinden bir tanesi. Seçim kampanyasında İstanbul’a özel bir önem ayıracağını şimdiden söyleyebiliriz, daha fazla vakit ayırabileceğini ve İstanbul’da sık sık konuşmalar yapacağını tahmin edebiliriz. Burada genel olarak İmamoğlu’nu muhatap almamayı tercih ettiğini düşünsek de burada ister istemez alacak. Karşısındaki adayı yok sayarak konuşması mümkün değil. Sorunlarınız halledin, ben herkesle çalışırım demesini beklememek lazım. Buraya bizzat dahil olacağının en iyi göstergelerinden bir tanesi seçtiği aday. Yerel siyaset ağır bassaydı İstanbul’da tanınan, parti içinde gücü olan, cemaatler içerisinde gücü olan herhangi bir başka aday olabilirdi.
Şöyle bir geriye yaslanıp düşündüğümüzde, İstanbul’daki en ünlü AK Partili kim dediğimizde bu Murat Kurum değil. Kurum’un tanınırlığının ya da beğeni düzeyinin düşük olduğunu düşünmüyorum yani elimizde oturup çalışmalar yok, böyle bir anket çalışması var ise de burada bakılması gereken şey şu: İstanbul ortalamasına değil de AK Parti’ye oy verme eğilimi taşıyanlar içerisinde Kurum’un tanınırlığı, beğenilme oranına bakmak lazım. Düşük olduğunu düşünmüyorum çünkü kendisini diğer tarafa beğendirmesi mümkün değil. Murat Kurum’un işlevi, AK Parti tabanından AK Parti’ye oy verecek kişilerden maksimum oyu almak ve oy kaçırmamak. Oy nereye kaçabilir? MHP’ye kaçacak hali yok. MHP aday göstermeyeceğini belirtti. Bugün itibarıyla Yeniden Refah tabii ki bir tehdit orası. Özel bir uğraş sarf etmek gerekecek ama Kurum AK Parti tabanında büyük bir kayıp bir yaratmaz. Seçimi o yüzden vermez ve olumlu bir algısı olma olasılığı da var. Mutlaka bu da test edilmiştir, istişare edilmiştir. Mutlaka testten geçmiştir, farklı isimlerle beraber ve tercih edilmiştir.
Onun ötesinde, Kurum’un nasıl yöneteceğine dair bir güven olduğunu düşünüyorum Recep Tayyip Erdoğan’da. Nasıl yönetecek? AK Parti’nin bekası yolunda yönetecek. Kendisi orada bir derebeylik oluşturmayacak, bir bürokrat gibi davranacak. Zaten bürokrat geçmişi var. Çok uzun süre Emlak Konut, sonra TOKİ, sonra da cumhurbaşkanlığı sisteminde bakan. Cumhurbaşkanının kendisini deprem konusunda ya da kentsel dönüşüm konusunda başarısız bulduğunu da düşünmüyorum. Geçen seçimde çoğunluğun gözünden kaçtı ama deprem konusu ve kentsel dönüşüm konusu AK Parti’nin övündüğü konulardandı. Hani burada biz farklı görüş içerisinde olsak da demek ki bunun çalıştığına inançları var. Nasıl yöneteceği konusunda da bir güven sahibi olduğunu düşünüyorum. Bu açıdan da Murat Kurum AK Parti için kötü bir aday değil.
Peki, seçimi kazanabilir mi? Bugün itibarıyla seçimi kimin kazanacağı belirleyen faktör, kimin İstanbul’u daha iyi yöneteceği değil, parçalanmış ittifaklardan hangisinin daha fazla oy kaybedeceği. Yeniden Refah’ın çıkaracağı aday, AK Parti blokunun 3 ile 5 puan arasında oy kaybetme olasılığı var. Öteki tarafta İYİ Parti ve DEM’in çıkardığı adaylar, İmamoğlu’nun daha fazla oy kaybetmesine neden olacak. Herkes adayını çıkardı, zaten Zafer Partisi adayını çıkardı, İYİ Parti çıkardı, DEM çıkardı. Artık sormamız gereken soru ise şu olacak: Peki, çatıda sağlanamayan ittifakı tabanda sağlayabilecek mi bu aktörler? Bu açıdan Kurum’un işi biraz daha kolay gözüküyor. Öteki taraftan da Ekrem İmamoğlu’nun çok daha karmaşık bir politika gütme zorunluluğu var. İYİ Parti seçmenini rencide etmeden İYİ Partililerin oyunu alması gerekiyor, DEM ile çok yakınlaşmadan DEM’in oyun alması gerekiyor ve bundan dolayı terör sevicilikle suçlanmadan. Bu konuda suçlama en yakınlarından geliyor, bunu şimdiden gördük. O zaman aday niteliklerini tartışabilir hale geleceğiz ama şu anda İstanbul seçimi denilecek şey, daha çok ittifaklar için ve ittifaklararası pazarlıklar değil.
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.