Batı’da meydana gelen modernleşme hareketi Doğu’nun bünyesinde doğal bir varlık sahasını üretme konusunda başarısızlığa uğramıştır. Bu başarısızlık tarihin doğal seyrinin yerini Batı’da yetişmiş Doğulu aydınların suni bir zemin üreterek modernizmi bir bütün olarak halklarına tatbik etmelerine neden olmuştur. Ancak doğal bir seyrin sonucu olmayan bu tatbik hareketi tatbike çalışılan bünyeler üzerinde bir şok etkisi yaratmıştır. Binlerce yıllık kültür, ekonomi, ahlak ve siyaset anlayışı olan Doğu toplumları Batılılaşma hamlesiyle kültürel kodlarının hepsinden vazgeçirilmek istenildiklerini düşünerek kendi içlerinde bazı direniş noktaları yaratmaya başlamışlardır. Şokun yıkımı ve bu yıkımın içinde bir koruma alanı olarak beliren gelenek, modern projeye karşı Doğu toplumlarında kurtarılması gereken son kale, işgal edilmemiş son toprak parçası ve batırılamamış son bir gemi muamelesi görerek halkın belli bir kesiminin kenetlenme noktası haline gelmiştir.
Anlayış olarak Batılı ancak köken olarak Doğulu olan aydınların bir kurtuluş reçetesi olarak sunduğu Batılılaşma fikri ve onun felsefesi olan modern projeye bağlanış düşüncesinin toplumun belli dinamiklerini göz ardı ederek deyim yerindeyse “tek kurtuluş ümidi” olarak heyecanlı bir şekilde savunulması, bu düşünce sistematiklerinin nesnel olarak değerlendirilip Doğu toplumlarının şartlarına göre revize edilmelerine engel olmuştur. Bu durumda etken olan itki ise aydınların Batı karşısında yaşadıkları aşağılık psikolojisi ve bu psikolojiden hızlı bir şekilde kurtulmak için kapıldıkları heyecanlı acelecilikleridir.
Shayegan’ın bu duruma ilişkin yorumu nesnel bir perspektifin ürünüdür: “Faziletleri övülen bu temel kavramlar mucizevi bir reçetenin ürünü değildiler; istisnai bir tarihsel sürecin –neredeyse bir paradigma değişiminin- nihayetine erdirilmesinin ürünüydüler ve aşırı derece bağlı olduğumuz, kamu alanımızı bütünüyle dolduran geleneksel değerleri tahliye etmeden, dolayısıyla marjinalleştirmeden bizim dünyamıza yerleştirilemezlerdi.”[1] Bu marjinalleştirme durumunu Türk modernleşmesi bağlamında bir değerlendirmeye tabi tutarsak eğer Batı’daki bilimsel düşüncenin gelişiminde önemli bir yer tutan pozivitizm akımının Türk aydını üzerindeki bilinç ve eylem etkisine bakmak gerekir. Dünyayı bilimle açıklamaya çalışmak, inançsal hakikatleri bilimsel hakikatlerle sorgulayıp bir açmaza ulaşmak Türk aydınının modernizm karşısındaki ilk şokudur. Bu şoka verilen tepkiler ise agnostik bir yapıdadır.
Şinasi’nin Münâcât şiiri bu şokun yarattığı agnostik düşüncenin ortaya çıkışına ilişkin ipuçlarını veren ilk dönelerden biridir: “Vahdet-i zâtına aklımca şahâdet lâzım/ Cân ü gönlümle münâcat ü ibâdet lâzım”[2] beytinde ilahi olanı kavramak için bilimsel bir döneye ihtiyaç duyduğunu belirten Şinasi, Allah’ın varlığını ve birliğini kavrayabilmek için onu akılla da kavraması ve kabul etmesi gerektiğine ilişkin pozitivist bir sorgulamaya girişmiştir. Ancak bu sorgulamanın Şinasi’yi ulaştırdığı yer sanılanın aksine bir inkar değil, pişmanlık dolu bir iman tazeleme noktasıdır: “Ne dedim tevbeler olsun bu da fi’l-i şerdir /Benim özrüm günehimden iki kat bed-terdir”[3]
Türk modernleşmesi fikri boyutta Şinasi’nin sorgulamalarıyla filizlenen bir kırılmanın ardından Namık Kemal’in dinî motivasyonu elinden bırakmadan Batı’ya ilişkin kavramları/değerleri Türk toplumuna entegre etme çabasıyla farklı bir boyuta varmıştır. Bu boyut modernizmin, burjuva devrimi sonrası Avrupa toplumunun siyasi aksiyonunu belirleyen hürriyet, reis-i cumhur, vatan, millet gibi kavramlar düşüncenin teorinin pratiğe dönüşmesi yolundaki adımların ayak sesleridir adeta. Bu sesler toplumun dimağına ekilen, o dönem Türk toplumunun şartları göz önünde tutulduğunda, marjinal söylemlerdir. Ancak Batı’nın kendi kültürel havzasında ve kendi tarihsel şartlarında yaratmış olduğu değerleri içselleştirirken yaşadığı şokla kendi benine yönelik marjinal tepkiler üreten Türk aydınları da vardır. Beşir Fuad, Sadullah Paşa ve Ziya Gökalp bu tip aydınların en tipik örnekleridir. Üçü de Batı’nın üretmiş olduğu fikir pratiklerinin kendi zihinsel dünyalarındaki karşılığını bulamamaktan muzdarip olup intihara kalkışmış, ilk ikisi bu denemelerinde başarılı olurken Ziya Gökalp’in intihar denemesi başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Shayegan’a göre modernleşme sürecini sekteye uğratan sebeplerden biri de Doğu toplumlarını etkisi altında bulunduran Arap dilidir. Bu etki altına alma durumu inançsal hakikatleri Arap dilinin imkanları ile kavramak zorunda kalan Doğu toplumları için bir zorunluluğun sonucudur. Arapça iyi bir belagat dilidir ancak belagatın dinî anlatıdaki karşılığı ile bilimsel alandaki karşılığı eş değer değildir. Bu eş değer olmama durumunu Shayegan Jaques Berque’den yapmış olduğu şu alıntı ile açıklamaya çalışmıştır: “Her bir sözcüğün sonu Tanrıya varan Arap dili, gerçeği kavramak için değil, örtmek için doğmuştur.”[4]
Batı’nın engellenemez yükselişi karşısında, Doğu toplumlarında mistik olanla realite arasında kıyasıya bir çatışma meydana gelmektedir. Mistik olan öğretiler Doğu toplumu insanını kurtuluş kaynağı olarak Asr-ı Saadet dediği peygamber dönemindeki yaşayışa davet ederken Batı’nın realitesi tam aksini telkin etmektedir. İlerlemeyi bir felsefe olarak kuramsallaştıran Batı, geçmişi reddederek geleceği inşa ediyor ve bunda da engellenemez bir başarı yakalıyordu. Bu durum Doğulu bir insanın kendi gerçeği ile hayatın gerçeği arasındaki farkı görmesine –görmese bile sezinlemesine- sebep oluyor ve bilinç dünyasında tamir edilmez bir kırılma yaratıyordu. Bu durumu kendisi üzerinden modelleyen Shayegan içine düşmüş olduğu ruh dünyasını ironik bir tutumla ele almış, “Şimdiki zamanla karışan bir geçmişim (hep o geçmişe atıfta bulunmam ve hep o geçmişi diriltmemden ötürü) ve geleceğim olan bir şimdiki zamanım vardır.”[5] diyerek ve inanç insanının bilinç insanı karşısındaki tutumuna ayna tutmuştur.
Değişim Batı’da altyapısal koşulların etkisiyle olduğu için bilinç yarasına yol açmamıştır. Ancak bu değişimi yaratan altyapısal koşullar Doğu için geçerli olmadığı için bir yaraya uygulanan yanlış merhem konumuna düşmüştür. Altyapının üst yapıyı belirlediği gerçeği gün gibi ortadayken hazır şablon şekilde alınan üst yapı altyapısı buna müsait olmayan Doğu halklarının yaşantılarına ve zihinlerine empoze edilmeye çalışılmıştır. Bu durum da modernleşmenin başarısızlığının ya da umulan başarıyı sağlamamasının en temel nedenidir.
[1]Daryush Shayegan, Yaralı Bilinç – Geleneksel Toplumlarda Kültürel Şizofreni-, Çeviren: Haldun Bayrı, Metis Yayınları, 6. Basım, İstanbul, 2020, Sayfa: 14
[2] Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri 1, Dergâh Yayınları, 15. Baskı, İstanbul, 1998, Sayfa: 32
[3] A.g.e. s.32
[4]Aktaran A. K. El Janabi, “Sur la culture arabe actuelle”, Sou’al’da no. 3, Paris, 1983: 48-50
[5] A.g.e , Shayegan, s.17
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.