Türkiye’de 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimleri için muhalefetin belirleyeceği cumhurbaşkanı adayı, 2019 ortalarından itibaren gündemi en çok meşgul eden konular arasında yer aldı.
2019 Yerel Seçimleri’nde muhalefetin elde ettiği kazanımlar, uzun yıllardır seçim başarısına hasret olan muhalif kamuoyu tarafından o kadar şişirildi ki 2019 Seçimleri’nin bilimsel ve objektif okuması yapılmakta zorluklar yaşandı.
Genel kanaat; iktidarın işinin bittiği, artık iplerin muhalefetin elinde olduğu, ekonomik koşulların ve iktidarın kronikleşen hatalarının artık tahammül edilemez olduğu ve muhafeletin ilk seçimlerde çoğunluğu sağlayabileceği yönündeydi.
Oysa muhalefet açısından adeta bir destan gibi lanse edilen 2019 sonuçları, 2017 referandumunda HAYIR sonucu çıkan illerdeki hayırcı demografiyi tek bir adayın etrafında birleştirebilmekten ibaretti.
Bu hiç kuşkusuz küçümsenecek bir başarı değildi.
Ortada ciddi bir kazanım ve başarı söz konusuydu.
İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Antalya gibi çok önemli merkezlerde CHP-İYİ Parti ve HDP tabanlarını aynı adaya oy verdirtebilmek göründüğü kadar bir basit bir iş değildi.
Muhalefet bunu başardı.
Ancak bu başarıdan topyekün bir cumhurbaşkanlığı zaferi reçetesi çıkarmak, en hafif tabirle, Türkiye’yi tanıyamamak ile açıklanabilir.
Ne yazık ki bu yanılgı, başka bir tabirle bu büyülenme, kitleleri etkisi altına aldı.
Oysa Recep Tayyip Erdoğan ve iktidarı, Temmuz 2019’da yani Erdoğan’ın “karizmasının en çok çizildiği” günlerde bile hala Türkiye’de güçlü ve en etkili siyasi otorite konumundaydı.
Bu realite belki bilerek, belki farkına varılmadan göz ardı edildi.
Muhalif kitlelere de “her ihtimalde kazanıyoruz” düşüncesi aşılandı.
*
Bu süreçte insanları aklı başında davranmaya davet eden, siyasetin toplama çıkarma işlemleri yapılarak sonucun elde edildiği basit bir matematik problemi olmadığını ifade etmeye çalışan insanlar, büyülenmiş kitlelerin zafer şarkıları içinde görmezden gelindi ve dahi linç edildi.
“Erdoğan’ın ilk turda Kemal Kılıçdaroğlu’ndan daha yüksek oy alma ihtimalini” dile getiren siyaset bilimciler, gazeteciler bile linç furyasından kurtulamadı.
O günlerde sıklıkla kullandığım bir ifadeyi -müsaadenizle- tekrar etmek istiyorum:
“Erdoğan’ın sahip olduğu % 45, muhalefetin sahip olduğu % 55’ten çok daha gerçekçi, güçlü ve konforlu bir oy.”
Buradaki maksadım ise şuydu:
Toplama çıkarma işlemleri yaparak ve yalnızca anti-Erdoğanizm’in arkasına saklanarak siyasi bir otorite olamaz, halkın çoğunluğunu ikna edemezsiniz.
Erdoğan ise kendi kemik kitlesine arkasını yaslayıp iktidar olmanın sistemsel avantajlarını kullanarak kolaylıkla çoğunluğa ulaşabilir.
Anti-Erdoğanizm havuzu içinde Türk milliyetçilerinden PKK sempatizanlarına, radikal İslamcılardan koyu Kemalistlere kadar birbirlerine en karşı noktalardan bakan halk kitleleri varken diğer tarafta ise çok daha yekpare, konumu ve çizgisi belli bir iktidar bloku görülüyor.
Bu durumda halkın yaslanacağı duvarın kendilerini daha güvende hissedecekleri konfor duvarı olacağını tahmin etmek dünyanın en zor işi değildi.
*
Netice itibarıyla Kemal Kılıçdaroğlu adaylığını kabul ettirmeyi başardı.
Doğrusunu isterseniz ben burada da büyük bir sıkıntı görmüyorum.
Basit bir empati çalışmasıyla Kemal Bey’in 21 yıllık siyaset, 13 yıllık genel başkanlık macerasının ardından, üstüne üstlük kurulan masada verdiği tavizler sonucu bulunduğu “liderlik konumu” gereği, kendisini cumhurbaşkanlığı adaylığı için biçilmiş kaftan olarak görmesini anlayabiliyorum.
Bu oyunu kurgularken izlediği yol haritası ve başvurduğu manipülasyon yöntemleri ise kuşkusuz ayrı bir eleştiriyi ve kapsamlı bir yazıyı hak ediyor.
Lakin bu süreci içimize sinirdik diyelim…
28 Mayıs gecesi itibarıyla yaşananları ise hiçbir empati çalışmasıyla izah edebilmek mümkün değil.
Nitekim bu andan itibaren bozgunun seviyesi seçim mağlubiyetinin üstüne çıkarak ahlaki bir çürümüşlükle toplumu yüzleştirdi.
28 Mayıs gecesi dahil, Kemal Bey’e haklarını helal edip çabaları için teşekkür etmeye hazır kitleler, aylarca manipüle edildiklerini, yalnızca bir rant çarkının işlemesi için açıkça suistimal edildiklerini, iktidarın değişmesi için duydukları güçlü arzunun kötü emellerin aleti olduğunu korkunç bir yıkımın eşliğinde gördüler…
İşin en acısı ise küçük, sefil menfaatler uğruna; bir milletvekilliği, bir belediye başkanlığı, bir genel merkez yöneticiliği hatta daha da “micro” düzeyde; bir PM üyeliği, bir kurultay delegeliği uğruna toplumun öfke patlamasına kulaklarını tıkayıp koltuklarını koruma telaşına düşen kifayetsiz muhterislerle dolup taştı ortalık.
Burada meselenin yalnızca Kemal Kılıçdaroğlu olduğu kanaatini de taşımıyorum.
Aslına bakarsanız burada siyasi iktidarın bürokside var ettiği kayırmacılık ve nepotizmin tam olarak aynı çerçevede muhalefet içinde varlığını görüyoruz.
CHP’nin rant ve güç havuzundan nasiplenen odaklar Kemal Bey’i koruma altına alıyorlar.
Bir de utanmadan, bu odakların güdümündeki kongrelerde elde edilen sonuçları, toplumsal bir başarı olarak lanse ediyorlar.
İnsanların zekasına edilen hakaret, hakaretlerin en büyüğüdür.
*
Geldiğimiz noktada Türkiye’de siyasetin yeniden dizayn edilmesi ve halkta heyecan uyandıracak kadroların yetki sahibi olabilmesi için iktidardan önce muhalefetin değişme zorunluluğu ortaya çıkmıştır.
Bu doğrultuda kadroların değişimi için esaslı bir bozgundan daha farklı seçenek gözükmüyor.
Türkiye, 2028 sürecine kitlelere umut ve heyecan aşılayabilecek yeni bir muhalefet çizgisiyle ilerleyebilir.
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.