Cumhuriyet Halk Partisi 9 Eylül’de 100. yaşını kutladı. Siyasal partilerin beşiği liberal Batı demokrasileri dışında, dünya çapında az rastlanan bir süreklilik gibi duruyor 100 yıllık bu geçmiş. Başta Anglo-Sakson dünya olmak üzere, ancak modern siyasal partilerin doğduğu yerlerde bu kadar eski partiler bulmak mümkün. Amerika’daki Cumhuriyetçi Parti ile Demokrat Parti; İngiltere’deki Muhafazakar Parti ile Liberal Parti akla gelen ilk örnekler…. Kökleri on dokuzuncu yüzyılın ortalarına dayansa da. Kuruldukları günden bugüne hem kurumsal hem de ideolojik açıdan çok büyük değişiklikler geçirmişler. Bu partilerin 150 küsur yıllık geçmişinden bahsetmek anlamlı olabilir ama 150 küsur yıllık ideolojik ve kurumsal bir süreklilikten bahsetmek pek ciddi bir iş olmaz. CHP ise tam da bu iddiada. Peki, bu ne kadar gerçek?
En başta, CHP’nin 100 yıldır süregelen bir kurumsallığa sahip olmadığını biliyoruz. 12 Eylül Darbesi sonrasında bütün siyasal partiler gibi CHP de 16 Ekim 1981 tarihinde Millî Güvenlik Konseyi tarafından çıkarılan yasayla kapatıldı, mal varlığı Hazine’ye devredildi. Hatta bir süre sonra Genel Merkezindeki tüm arşivi SEKA’ya gönderildi. Türkiye’de o güne kadar çok parti kapatılmıştı ama CHP’nin kapatılması hiç gündeme gelmemişti. Bu sebeple, karardan psikolojik olarak etkilenenler en çok CHP’liler olmuştur herhalde. CHP’nin kurumsal varlığı, aslında, partinin 58. yılında son buldu.
1987 yılında yapılan referandumla, 1982 Anayasasının Geçici 4. maddesinde getirilen siyasi yasaklar kaldırıldıktan sonra başta Demirel, Ecevit, Türkeş, Erbakan olmak üzere birçok eski lider ve siyasetçi siyasal hayata geri döndü. Geçen 4-5 yıllık süreçte, eski liderler yasaklı olsalar da bir yolunu bulup partiler kurdurmuş ve uzaktan onları idare etmeye çalışmışlardı. Yasaklar kalkınca da yeni partilerinin başına geçtiler. Bir süre sonra, 12 Eylül döneminde çıkarılan siyasal partileri kapatan 2533 Sayılı Yasanın iptali ve kapatılan siyasal partilerin yeniden açılabilmesine imkan sağlayacak düzenlemeler yapılmasına yönelik talepler gündeme geldi. Gerçi bu taleplerin çok da tabanı yoktu zira eski liderler yeni konjonktürde yeni partilerinin başına geçmiş, yeni liderler ve onların partileriyle kah rekabet kah iş birliği içinde, Türkiye’nin siyasi iklimine ayak uydurmuşlardı. Eski partilerin yeniden canlandırılması pek kimsenin işine gelmezdi. Ama merkez solda farklı bir durum vardı. CHP’nin son genel başkanı Bülent Ecevit, Darbe sonrası bir süre tutulduğu Hamzakoy’dan döndükten sonra 30 Ekim 1980’de görevinden istifa etmişti. 12 Eylül yönetimine karşı en aktif mücadeleyi veren lider olan Ecevit, görevden ayrılmasının nedenini bu mücadeleyi sürdürebilmek ve partisine zarar vermemek olarak açıklamıştı. Keza özellikle yabancı basına verdiği demeçlerden dolayı sık sık tutuklanacaktı.
1982 sonbaharında kabul edilen Anayasanın yürürlüğe girmesinden tam bir yıl sonra, 1983 sonbaharında, genel seçimler yapıldı. Anayasanın kabulünden seçimlerin yapılmasına kadar geçen sürede yeni Siyasi Partiler Kanununun yürürlüğe girmesiyle (Nisan 1983 sonu) birlikte, siyasal faaliyetler serbest bırakıldı. Ancak bu, hayli kontrollü bir serbestlikti. MGK yeni kurulan siyasal partilerin 30 kişilik kurucular listesinde adı bulunan kişileri onaylamak durumundaydı. Kurucuları onaylanmayan partiler sonbaharda yapılacak seçimlere de giremeyeceklerdi. Hatırlanacağı ya da bilineceği üzere, seçim sürecine kadar onay alabilen üç parti oldu. Bu üç partiden biri merkez solu temsil etmek üzere kurulan Halkçı Parti (HP) idi. Bir bürokrat olan Necdet Calp tarafından kurulan partinin 1980 öncesinin CHP’si ile teması sınırlıydı. Asıl temas seçim sonrası Erdal İnönü liderliğinde, eski CHP’li kadroların desteği ile kurulan Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) ile oldu. Ancak kurucu listesi onay alamayan SODEP seçime giremedi. HP % 30 oy alarak seçimden ANAP’ın ardından ikinci çıktı. Ancak HP merkez solun temsilciliğini yaklaşık beş ay sonra yapılan yerel seçimlerde SODEP’e kaptırdı (SODEP: % 23, HP: % 8). Bu gelişmeyi takiben kamuoyunda bir birleşme havası estirilmeye başlandı. Aslında merkez solda birleşme değil 1980’nin hemen öncesinin hesaplarının görüleceği bir ayrılma dinamiği vardı.
CHP, 1979 sonbaharında 5 ilde (Aydın, Edirne, Konya, Manisa, Muğla) milletvekilliği ara seçimini ve aynı gün yapılan kısmi senato seçimlerini de büyük farkla kaybedince (CHP: % 29, AP: % 47) Ecevit, başbakanlıktan istifa etmiş, bir süre sonra da olağanüstü kurultay kararı almıştı. Bu CHP’nin son kurultayı olacaktı. Bu kurultayda genel başkanlık seçimi yapılmadı. Güven oylaması yapıldı ve Ecevit, 20 güvensizlik oyuna karşı 1341 delegenin güvenoyunu aldı. Ama esas mesele genel başkanlık değildi. Zaten Karaoğlan’ı genel başkanlıktan indirebilecek üzerinde uzlaşılmış ne bir lider namzedi vardı ne de istenen henüz buydu. Esas mesele Genel Yönetim Kurulu (GYK) üyelikleri yani parti üst yönetimiydi (GYK bugünkü Parti Meclisinin karşılığı). Burada iki ayrı liste yarıştı. Bu listeler aslında CHP içindeki hizipleşmeyi yansıtır nitelikteydi. Ecevit’in 1980 sonrası SHP/CHP çizgisiyle arasına mesafe koymada kullanacağı, darbe olmasa CHP’de zaten bir ayrılığın/bölünmenin gündeme geleceği argümanına kaynaklık eden hizipleşmenin tepe noktası bu olaydır. Listelerden biri haliyle, genel başkanın listesiydi ve çoğunu mevcut üyeler oluşturmuştu. Diğer listeyi ise parti içi muhalefetin temsilcileri Deniz Baykal ve Ali Topuz grupları ile sol kanatta yer alanlar oluşturmuştu. Ecevit çok sertti, kendi listesi seçilmezse genel başkanlıktan ayrılacağını açıkça dile getirdi. Tabii Ecevit’in listesi kazandı ama büyük bir farkla değil! Bu heyet aynı zamanda 1980 sonrasında 10 yıllık siyaset yasağı alacaktı.
Bu uzun açıklama gösteriyor ki merkez solda hava hiç de güllük gülistanlık değildi ve kavga 1983 sonrasında kaldığı yerden devam etti. CHP genel başkanlığından istifa eden Ecevit’ten gittikçe uzaklaşan eski CHP’liler, HP ile SODEP’in birleşmesini sağlama ve böylece CHP’nin siyasi mirasına sahip çıkma peşindeydiler. 1984 yılında yapılan seçimlerden 1,5 yıl sonra, 1985 sonbaharında, bu iki parti Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) çatısı altında ve Erdal İnönü liderliğinde birleşti. Bu birleşmeden sonraki birkaç hafta içinde de Ecevit’in eşi Rahşan Ecevit tarafından Demokratik Sol Parti (DSP) kuruldu. Durum çok açıktı, merkez solda iki ana damar vardı. CHP’nin mirası bölünmüştü. Ancak Ecevit yalnızdı ve böyle olmasını kendi de istiyordu. 1980 öncesi CHP’nin geldiği örgütsel konumla arasına mesafe koyuyordu.
1987 yılında siyasi yasaklar kalkınca da partisinin başına geçti. Yapılan baskın genel seçimde ise sonuçlar şu şekildeydi: SHP: % 25, DSP: % 8,5. DSP baraj altı kalmıştı ama sol % 34’e yakın oy almıştı. Bu ivme 1989’da yapılan yerel seçimlerde de devam etti, SHP % 29’a yakın oy alarak hem birinci parti oldu hem de İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Gaziantep, Kayseri büyükşehir belediyelerini kazandı (o dönemde büyükşehir sayısı 8’dir). DSP ise % 9 oy aldı. SHP, eski CHP’lilerin büyük kısmının üye olduğu, ambleminde 6 ok bulunan, DSP’ye göre daha Avrupai görünen bir partiydi. Solun çeşitli renklerini barındırdığı iddiasındaydı. DSP ise başta Güneydoğu/Kürt Meselesi olmak üzere birçok konuda daha milliyetçi bir çizgi izliyor; kendini inançlara saygılı laiklik, ulusal sol gibi kavramlarla tanımlıyordu. Ara sıra gündeme gelen SHP-DSP birleşmesini Ecevit kesin bir dille reddediyordu. Kısaca, CHP’den iki parti çıkmıştı. SHP solun merkez partisiydi. Ama bu rüzgar 90’lı yıllarda tersine dönecekti.
1989-1991 dönemi, yani yerel seçimlerle genel seçimler arasında Türk siyaseti için çok şey değişti. 1991 Genel Seçimleri’nin kaybedeni SHP oldu. Üçüncü parti olan SHP, prestij yitiren ANAP’ın dahi arkasında kaldı. Bu sonucun en önemli nedeni olarak SHP’li belediyelerin performansı ile SHP’nin Kürt siyasi hareketi ile sürdürdüğü yakın temas ve seçim iş birliği gösterilir. Demirel, Doğru Yol Partisi’ni (DYP) 12 Eylül’den tam 11 yıl sonra birinci parti yapmayı başarmıştı. En makul koalisyon gibi duran DYP-SHP hükümeti kısa sürede kuruldu. Demirel, bazılarına göre 12 Eylül’ün nedenleri arasında gösterilen CHP ve Ecevit ile uzlaşıp hükümet kuramamasından ders almış; bu koalisyonu farklı bir konjonktürde farklı aktörlerle kurmuştu. Aslına bakılırsa, SHP’de birçok eski CHP’li vardı. Bu koalisyon pek çok badire atlatarak 1995 yılına kadar devam edecekti, tabii aktörleri değişerek ve 1995 Seçimleri’ne gidilirken koalisyon DYP-Yeni CHP koalisyonuna dönüşecekti.
Koalisyon ortaklarının ikisinin de yeni anayasa vaadi vardı. Yeni bir anayasa yapma işine girişmediler ama 1995 yılında köklü bir değişikliğe imza attılar. Bu tartışmalar olurken 12 Eylül öncesi siyasal partilerin eski amblemlerini kullanarak yeniden kurulması meselesi bir demokrasi ödevine dönüştü. Yargı kararı olmadan kapatılan siyasal partilerin uğradığı haksızlıkların giderilmesi ve haklarının iadesi hızlıca gündeme geldi. Keza bu konu DYP-SHP Hükümet Programı’nda yer almıştı. Bir ara Adalet Bakanlığında -SHP’nin elindeydi- hazırlanan kanun tasarısı çalışması kamuoyuna sızdı. Buna göre eski partilerin açılması, Hazine’ye devrolunan mallarının, kapatılan partinin delegelerinin mevcut partilerden birine devredebileceği, bu partilerin de isterlerse eski partinin isim, amblemlerini kullanabileceği yönündeydi. Bu gelişme CHP kamuoyunda şok etkisi yarattı. Çünkü aslında yapılmak istenen, bu partilerin mirasını mevcut partilere devretmekti. Kimse durduk yere kendi eliyle kendine rakip yaratmak istemiyordu. Ama bir yandan da demokratikleşme ile kapatılan siyasal partilerin yeniden açılması meselesi hayli ilişkili bir mevzu haline gelmişti.
“Bir CHP kamuoyu var mıydı?” sorusu sorulabilir. Evet, vardı. Çünkü 1992 başlarından itibaren bu konu giderek ısınmıştı. Mart 1992’de 60 eski parlamenter bir basın toplantısı yaparak CHP’nin yeniden açılması için çağrı yaptı. İlginçtir, bu hareketin içinde yer alan CHP’lilerin büyük kısmı SHP içinde siyaset yapıyordu. Peki, bu işi kim yapacaktı? Tabii ki CHP’nin son kurultayında seçilen GYK üyeleri. Vefat eden dört üye dışında GYK tam kadro olarak 21 Mart 1992’de toplandı. Aslında bu işe son genel başkanın öncülük etmesi gerekiyordu ancak Ecevit’i istifa ettiği için genel başkan saymıyorlardı. Genel başkandan sonra ikinci adam olan CHP’nin son genel sekreteri Mustafa Üstündağ vefat etmişti. CHP’yi yeniden kurma işi bir komite olarak çalışacak çoğu SHP’de siyaset yapan ama pek de aktif pozisyonlarda olmayan GYK üyelerine kaldı. İsimlerini hatırlamakta fayda var: Erol Tuncer, Altan Öymen, Metin Somuncu, Hayrettin Uysal, Orhan Akbulut, İsmet Atalay, Nail Atlı, Çetin Bozkurt, Mehmet Dedeoğlu, Celal Doğan, Hüseyin Doğan, Mehmet Gümüşçü, Avni Gürsoy, İlyas Kılıç, Nebil Oktay, Hayri Öner, Erdoğan Bakkalbaşı, Orhan Vural, Metin Tüzün, Coşkun Karagözoğlu, Güler Gürpınar ve Hasan Belovacıklı.
Buradaki iki üç ismin dışındakilerin 1980 sonrası siyasette bir ağırlığı hiç olmadı ama CHP’yi yeniden kurmak gibi bir görevi üstlendiler. Bunun yanında bir de gölge bir grup vardı. SHP içinde aktif olan ama SHP/Erdal İnönü’den memnun olmayanlar. Bu grubun liderliğini ise eski CHP’de Ecevit’in de çok mustarip olduğu Deniz Baykal yapıyordu. 1991 Genel Seçimleri’nden kötü sonuç alınca faturayı İnönü’ye kesmiş, bu sonucu alan bir genel başkanın değiştirilmesi gerektiğini vurgulamış ve hatta koalisyon görüşmelerinden önce kurultaya gidilerek yeni seçilecek genel başkanla koalisyon görüşmelerinin yapılmasını önermişti. Baykal, şöyle diyordu: “Ortaya çıkan manzara SHP açısından utanç vericidir. Biz gelirsek bu işleri düzeltiriz”. Hemen ekleyelim; bu Baykal’ın İnönü’ye karşı ilk bayrak açışı değildi, Baykal daha önce iki kez daha kurultayda İnönü’ye karşı aday olmuş ama kaybetmişti. Bu kez İnönü’yü fena kıstırdığını düşünüyordu. Ama İnönü önce DYP ile hükümet kurdu, sonra kurultaya gitti. Sonuç; İnönü 516 oy aldı ve yeniden genel başkan seçildi. Baykal ise sadece 30 oyla kaybetmişti. Ama yine kaybetmişti.
Baykal’ın 1980 öncesine dayanan hesap hataları 1980 sonrasında da devam ediyordu. 1974 Kıbrıs Harekatı sonrası Ecevit’in MSP ile koalisyonu bozarak erken seçimle tek başına iktidara gelme planının da telkincisinin Baykal olduğu söylenegelir. Sonrası ise malum. Bu gelişmeden sonra Ecevit ile yıldızı pek barışmayan Baykal, eski CHP içinde hep bir müzmin muhalefet odağı olacaktır. Hizipçi yakıştırmasının kaynağı budur. Bu siyaset yapma biçimi 1980 sonrasında da değişmeyecekti.
Yukarıda saydığım üyelerden oluşan GYK, altı aylık titiz bir çalışma sonunda CHP’yi kuruluş kurultayına hazırladı. İşin en başında yapmaları gereken istedikleri gibi bir kanun çıkartmaktı. Süleyman Demirel, Erdal İnönü, Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit ve TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk ile kurdukları temasla bunu başardılar. Komisyon aşamasında Bülent Ecevit, ANAP ve DYP’lilerin de desteğini alarak son genel başkan ve partilerin üst yönetimlerinin, kapatılan partilerin yeniden açılması görevinde etkili olması gerektiğini savundu. Ecevit’in bu hamlesi görüşmeleri bir süre tıkasa da uygun bir formül bulunarak Ecevit’in istediği usule de imkan tanıyan ama kararı delegelerin vereceği bir çözümde uzlaşıldı.
Ecevit ise 12 yıl öncesinin delegelerinin böyle bir pozisyonda olmasını siyasetin gereklerine aykırı buluyordu. Zaten amaç, Ecevit’i bu işe pek de dahil etmemekti. 19 Haziran 1992 tarihinde kabul edilen 3821 Sayılı Kanunla 2533 Sayılı Kanun yürürlükten kalktı; kapatılan partiler son büyük kongre veya kurultay delegelerinden hayatta olanların kararıyla yeniden açılabilecekti. Yeniden açılan partiler Hazine’ye devrolunan mallarını alabilecek, açılma kararı almayan partiler de bu mallarını istedikleri parti veya partilere devredebileceklerdi. Peki, ne oldu?
– 9 Eylül 1992’de toplanan CHP Kurultayı, partinin yeniden açılmasına karar verdi.
– 11 Ekim 1992’de toplanan Millet Partisi Kurultayı, partinin yeniden açılmasına karar verdi.
– 19-20 Aralık 1992’de toplanan AP Büyük Kongresi, AP’nin feshine ve mal varlığının DYP’ye aktarılmasına karar verdi.
– 27 Aralık 1992’de toplanan MHP Kurultayı, MHP’nin feshine ve isim ve ambleminin Milliyetçi Çalışma Partisi tarafından kullanılabileceğine karar verdi.
Aslında n’oldu? Bir tek Yeni CHP kuruldu; CHP’nin mirasına sahip çıkan iki partili merkez sola bir üçüncüsü eklendi. Peki, bu süreç nasıl işledi?
CHP’yi yeniden açma girişimini sözcülüğünü ve koordinasyonunu Erol Tuncer’in yaptığı GYK üyeleri; SHP’lilerden ve CHP kamuoyundan aldıkları desteklerle yürüttüler. 12 Eylül’den önceki il başkanlarına ulaştılar fakat asıl mesele, arşivi olmayan CHP’nin 1979 Kurultay delegelerini belirlemek ve sonra onlara ulaşabilmekti. Liste, eski CHP Milletvekili Erol Çevikçe’de tesadüfen bulundu. Esas iş buydu zira kurultay bu kişilerle toplanacaktı. Son kurultaya 1546 delege katılmıştı, 192’sinin vefat ettiğini, 8’inin istifa ettiğini tespit ettiler. Ulaşılması gereken 1346 delegeden, 1337’sine ulaştılar. Bunlardan sadece % 10’u herhangi bir siyasal partiye kayıtlı değildi. Bir bakıma aktif siyasete devam ediyorlardı. Çıkarılan kanun gereği, bu kişiler altı ay için iki partiye de üye olabileceklerdi.
Peki, hangi partiye kayıtlıydılar? Hiç sürpriz değildi: SHP. Yaklaşık % 80’i SHP’ye kayıtlıydı. Geri kalanların yarısı DSP’ye, diğerleri de ANAP’a ve DYP’ye kayıtlıydılar. Bir bakıma SHP, bir başka partinin kuruluşunu gerçekleştirecekti. Ya da bir başka ifade ile SHP, CHP’nin aktör bazında mirasını sürdürüyordu. Haliyle artık pek genç olmayan eski CHP’nin gençlik kollarını tekrar topladılar. Eski CHP’li parlamenterleri buluşturdular. İl başkanlarını topladılar. 14 yerde bölge toplantıları yaptılar. Kurultaya az kala Ecevit’in genel başkanlığı ve solda birleşme gündeme geldi. Erol Tuncer, Kurultay’da mümkünse üç partinin birleşmesini, değilse de CHP-SHP’nin birleşmesini istiyordu. İnönü, birleşmenin SHP çatısı altında olmasını isterken Ecevit’in düşüncesi çok farklıydı. O, CHP’nin DSP ile bütünleşmesi gerektiğini ve ancak bazı SHP’lilerin bu birleşmeye katılabileceğini belirtiyordu. Zira DSP ve SHP iki ayrı ideolojiye sahipti ve CHP yeniden ihya edilecekse bu, kendi genel başkanlığında ve DSP’nin ideolojik çizgisinde olmalıydı.
Deniz Baykal ise solda birleşmenin değil CHP’nin açılmasının önemli olduğu tezini işliyordu: Gümbür gümbür bir kurultay yapalım, CHP’yi kuralım, gücümüzü gösterelim, seçimleri bu hızla kazanalım, diğer partiler ya da partililer bize mecbur gelip katılacak… Tıkır tıkır işleyecek bir plan!
Tabii kimse kimseyle birleşmedi. Mesele, kim genel başkan olacak tartışmasına döndü. Kurultay sath-ı mailine girilince müstakbel genel başkan adayları ortaya çıktı. Bir tarafta, GYK’nin emektarı, CHP’nin yeniden açılma sürecini başarıya ulaştıran Erol Tuncer, diğer tarafta SHP’nin SHP’de bir türlü genel başkan olamayan eski genel sekreteri Deniz Baykal. CHP kamuoyunda popüler olan İsmail Cem, Kemal Anadol, Ertuğrul Günay, Hasan Fehmi Güneş, Ali Topuz gibi isimler Baykal’a destek verdi. İl başkanlarına ve sonra da delegelere hakim olan Baykal, kurultayda kullanılan 1131 oyun 679’unu alarak ilk turda kazandı. CHP’nin yeniden açılış süreci için yoğun mesai harcayan Tuncer’in aksine Baykal’ın kulis faaliyetleri için bol bol zamanı vardı. SHP içinde yıllardır sürdürdüğü ama bir türlü genel başkanlığa ulaşamadığı mücadelesini farklı bir partide de olsa neticelendirmişti.
1973 yılında ilk kez CHP listesinden parlamentoya giren Baykal’ın, ilk günlerden beri genel başkanlık hevesi içinde olduğu söylenir. Bu hesapla yaklaşık 30 yıl sonra kendisini genel başkan seçecek bir parti bulmuştu. Bu kez iddialıydı, kısa sürede Yeni CHP bir çekim merkezi olacak, önce solu birleştirecek ve sonra iktidara emin adımlarla yürüyecekti. Açılışın heyecanı ile CHP, SHP ve DSP’den istifa eden milletvekillerinin partiye katılması ile TBMM’de grup kurabildi. Yeni CHP yönetimi, 1990’ların ortasından itibaren Türk siyasetinde gündemde olacak kişilerden oluşuyordu. Genel Sekreter Ertuğrul Günay; Genel Başkan Yardımcıları Ali Topuz, İsmail Cem, Hasan Fehmi Güneş, İstemihan Talay, Celal Doğan ve Hayrettin Uysal; Genel Sekreter Yardımcıları Adnan Keskin, Hasan Akyol, Hüseyin Doğan, İrfan Gürpınar, Haydar Oymak, Mehmet Sevigen.
Bu isimlerin büyük çoğunluğu bir süre sonra Baykal ile ayrı düşerek ya saf dışı kaldı ya da başka partilere geçtiler. Kurultayda tüm kesimleri kucaklayacak, vizyoner lider profili çizen Baykal, yeni CHP’yi kendi dar kadrosunun ellerine teslim etti. Yeni CHP, Baykal’ın partisi haline geldi. Solda birleşme tartışmaları ise Yeni CHP’nin varlık gösterememesi ve SHP’nin prestij kaybetmesi ile yeniden canlandı.
İlk sınav 1994 Yerel Seçimleri oldu. DYP, ANAP ve Refah Partisi’nin ilk üç sırayı aldığı seçimlerde, SHP % 13,5 oy aldı, dördüncü oldu. RP’nin İstanbul ve Ankara büyükşehir belediyelerini kazandığı seçim sol içi bir hüsrandı. CHP % 4,5 oy alabildi. DSP’nin oy oranı ise % 9’du. DSP neredeyse seçime girdiği ilk yıl olan 1987’den beri aynı oyu alıyordu. Yeni CHP merkez solun en iddialı ama en küçük partisi olmuştu.
İkinci sınav bir yıl sonraydı; genel seçimler olacaktı. O yıl, soldaki erimenin önüne yeni bir sinerji yaratarak geçmeyi planlayan SHP-Yeni CHP çevreleri, hızlı bir birleşme gerçekleştirdiler. 19 Şubat 1995 tarihinde düzenlenen Birleşme Kurultayı’nda Yeni CHP çatısı altında iki parti birleşti. Birleşmeye giden yolda genel başkanlık sorun olmuştu. İnönü’den sonra SHP Genel Başkanlığına seçilen Murat Karayalçın ile Deniz Baykal, sağlanan uzlaşma gereği genel başkanlık görevini Hikmet Çetin’e bıraktılar. Çetin Yeni CHP’nin ikinci genel başkanı oldu. Aslında bu parti SHP-Yeni CHP birleşmesi sonucu oluşan Yepyeni CHP idi. Ama Parti Meclisi Baykal’ın elindeydi. Seçime Hikmet Çetin ile gidildi sanılmasın. Emaneti kısa sürede sahibi aldı.
1991 Genel Seçimleri’nden sonra kurulan koalisyon devam ediyordu ama DYP’nin ortağı biraz değişmişti. DYP-Yeni CHP Koalisyonu vardı. Birleşme Kurultayı’ndan bir hafta sonra, partiden istifa eden Ertuğrul Günay yerine Adnan Keskin genel sekreter oldu. 1995 baharından sonbaharına Yeni CHP cenahında o kadar çok olay yaşandı ki meraklısı o günkü gazeteleri takip edebilir. 9 Eylül 1995’te Baykal, Karayalçın’ı mağlup ederek yeniden (7 ay sonra) genel başkan oldu. Ve tabii Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı. Tahminim Deniz Baykal’ın tüm siyasi yaşamı boyunca (1973-2017) elde ettiği en etkili pozisyon bu oldu. Ne kadar sürdü? Baykal, Başbakan Tansu Çiller’den İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir’in istifasını istedi. Çiller kabul etmedi. Baykal da koalisyonu bozdu. Bir süre sonra erken seçim şartıyla Baykal ile Çiller bir seçim hükümeti kurdular. Ve sonuçlar…
RP’nin birinci parti çıktığı ve 28 Şubat ile noktalanacak sürecin başlangıcıydı 30 Kasım 1995 Seçimleri. Bu seçimde merkez solun lider partisi oylarını % 50 arttırarak % 15’e yakın oy alan DSP oldu. Ama sol yine dördüncüydü. Yepyeni CHP ise % 10,7 ile “büyük” bir sinerji yakalamıştı! Türk seçmeni Baykal politikalarını kabul etmiyordu. Bu dönemde, 1992’de İsmail Cem ile yazdığı Yeni Sol adlı kitaptan ilhamla o yıllarda iktidara gelen Tony Blair’in Türkiye şubesi olmaya karar verdi. 1998 yılında yapılan kurultayda Ricky Martin’in “Un, Dos, Tres” şarkısı ile arştan yeryüzüne indiği videosu YouTube’den mutlaka izlenmeli. Semeresini bir yıl sonra alacaktı.
Malum süreç ülkeyi 1999 baharında yerel ve genel seçimlerin birlikte yapıldığı seçimlere götürdü. 1999 Seçimleri Türk siyasetindeki yelpazeyi sarstı ama tamamen değiştirmedi. DSP % 22 ile birinci parti oldu. Büyük sürpriz MHP idi, tarihinin en büyük oyunu alan MHP ikinci parti oldu. Ya CHP? CHP baraj altı kaldı! % 8,7 oy almıştı.
Merkez sol 1977’den beri ilk kez başbakan çıkarıyordu. Ama sonuç hüsran oldu. Türkiye tarihinin en büyük iktisadi krizlerinin biriyle yüz yüze geldi. 1999 Seçimleri’nde parlamentoya giren hiçbir parti 2002 yılında yapılan genel seçimde milletvekili çıkaramadı. İki parti, Ak Parti ve CHP parlamentoya girebildi.
Bu arada 1999 Seçimleri’nde baraj altı kalan CHP’de ne olmuştu? Genel başkan istifa etti. Aslında önce etmeyeceğini söyledi ama kamuoyu baskısına dayanamadı ya da taktik bir geri çekilme yaptı. Mağlubiyetin sorumluluğunu kabul etti. Altan Öymen genel başkan oldu, Tarhan Erdem ise genel sekreter. Ama bu kez emaneti geri almak 1,5 yıl kadar sürdü. 2000 yılının sonbaharında “değişmez genel başkan” Deniz Baykal yeniden Yeni CHP’nin genel başkanı seçildi. Önder Sav da genel sekreter. Bu ikili tam 10 yıl uyum içinde görev yaptılar.
2002 Seçimleri Türkiye’deki siyasi yelpazeyi yeniden tanımlamıştı. 1999 Seçimleri’nde CHP meclis dışı kalmaktan dolayı bir anlamda soldaki tek alternatif haline geldi ama alabildiği toplam oy % 19’dan biraz daha fazlaydı… Aslında CHP’nin Türk siyasal hayatındaki hakim muhalefet partisi olma süreci böyle başladı. Yani 2002 sonrası. Ak Parti 2002’de % 34 oy aldı, 2007’de % 46. CHP ise oyunu % 19,3’ten % 21’e çıkarabildi. Bu arada bir Mustafa Sarıgül tehlikesi atlatıldı ama CHP’de bir şey değişecek gibi değildi. Baykal, 2020 Mayısındaki kurultaya hazırlanırken olanlar oldu. Onca badireye, ayak oyununa, “dış ve iç güçlere” direnen genel başkan, bir medya görüntüsüne teslim oldu veya olmak zorunda kaldı. Ve nihai olarak istifa etti. Ya da bir daha seçilecek pozisyon yaratamadığından biz öyle sandık.
Sonra ne oldu?
Büyük umut, değişim, devrim! İkinci Karaoğlan olarak kamuoyunun karşısına çıkan mutedil görünümlü Kemal Kılıçdaroğlu, muhalif seçmene umut verdi. Bu kez olacaktı galiba… Genel başkan seçildikten dört ay sonra 2010 Referandumu yapıldı. Daha yeniydi. Bu sayılmadı. Zaten eski genel sekreter Önder Sav’ın desteği ile seçilmişti. Kasım ayındaki kurultayda Sav’ı ve eski ekibi tasfiye ederek koltuğuna sağlam oturdu. Başarısız olursa çekip gideceğini sürekli vurguluyordu. Bu Baykal’dan beri gelenekti. Baykal da Erdal İnönü’ye çok söylemişti…
Yeni genel başkanla girilen ilk seçim 2011 yılında yapıldı. Ak Parti’nin oyları % 50’ye dayandı. Aslında CHP’de Kılıçdaroğlu’nun getirdiği bir ivme görülmedi değil. Oylar % 26’ya çıktı. Gelin görün ki orada kaldı. Bir sonraki genel seçimde Ak Parti ilk kez tek başına hükümet kuramayacak pozisyonda kaldı. Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasının ardından partinin başına geçen Ahmet Davutoğlu liderliğinde oylar 10 puan düşmüştü. Yoksa oylar CHP’ye mi gitmişti? Kocaman bir “hayır”, CHP oylarında çok ufak bir düşüş bile vardı (1 puanlık). Malum, hükümet kurulamadı, seçim kararı alındı. Aynı yılın Kasım ayında yapılan genel seçimlerde sürpriz bir Ak Parti başarısı ortaya çıktı, oylar yine % 50’ye dayandı. Atlamayalım, CHP de oylarını arttırmıştı: % 0,37!
Neyse ki ülkede seçim bitmezdi. 2018 Genel Seçimleri’nde oylar % 22,7’ye düştü. Önemli! Ak Parti’de 6 puanlık bir düşüş vardı.
2019 Yerel Seçimleri’nde İstanbul ve Ankara’nın, diğer muhalefet partileri ile yapılan iş birliği sonucunda AK Parti’den alınması, muhalefet ve CHP cenahında büyük bir umut yarattı. Hedef, 2023 Genel Seçimleri’ydi…
Sonuç malum.
Peki, bu yazıdan çıkan sonuç nedir?
Konuya 1980’de CHP’nin kapanması ve açılması açısından baktığınızda, pekâlâ ortada bir süre kapanmış sonra açılmış bir CHP var gibi… Ama perspektifi biraz daha genişletip 1970’leri de içine aldığınızda hatta 100 yıllık bir sürece kuşbakışı baktığınızda ortaya çıkan resim, bence, çok farklı. CHP’nin 100 yıllık süreç içinde birçok kırılma yaşadığı bir gerçek ama hiçbiri 1980 yılında kapanması gibi değil.
Kanaatim odur ki sevabı ve günahıyla CHP; 58 yıl Türk siyasal hayatında yer almış, devlet kurtarmış, rejim kurmuş, yeni ve çağdaş bir ülke yaratmaya çalışmış, Türkiye’de seküler bir toplum inşa etmiş, son demlerinde de sosyal demokrasiye meyletmiş tarihî bir organizasyon olarak ömrünü tamamladı. Atatürk’ün ona biçtiği görevi kısmen de olsa tamamladı. Zira çok partili hayata geçişle beraber CHP’nin geri dönülemez biçimde değiştiğini ve etkili bir siyasal aktör olarak 1945 sonrası ve özellikle 27 Mayıs’tan itibaren toplumun tümünü kapsama iddiasını tamamen yitirdiğini söylemek mümkün.
9 Eylül 1992’de kurulan parti ise, 1992 siyasi koşullarında oluşmuş ve ağırlıklı olarak ondan sonrasının konjonktürüne göre şekillenmiş bir parti. Başka bir parti. Yukarıda andığım gibi Yeni CHP (Y-CHP). 100 yıllık değil, 31 yıllık bir parti. Kurucusu Deniz Baykal; Hikmet Çetin ve Altan Öymen “ara dönem”lerini saymazsak ikinci genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu olan bir parti.
Son olarak, siyasi varlığı Ak Parti’ye endeksli bir parti. Ak Parti’nin aldığı oyun yarısını bazen de biraz fazlasını alabilen, oyları Ak Parti ile azalıp çoğalan bir parti… Kelimenin her anlamıyla “garip” bir parti…
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.