Deva ve Gelecek Partileri ilk kurulduklarında kendilerinden yüksek bir beklenti vardı.
İlk kez doğrudan AKP içinden gelen ve bir dönem Erdoğan ile yakın çalışmış üst düzey isimler kendi partilerini kuruyorlardı. Ekonomik zorlukların, özellikle de hayat pahalılığının her geçen gün daha da arttığı bir ortamda, AKP’li seçmenin en azından bir bölümünün kendilerine yönelmesi büyük bir olasılık olarak görülüyordu.
Gerçekten de bu düşünce ilk etapta siyaseten mantıksız ve yanlış değildi. AKP içinden kopan partilerin ekonomik kriz koşullarında başarılı olması bence de mümkündü.
Ancak böyle olmadı. Bu partiler ilk başta kendilerinden beklenenin çok gerisinde bir performans gösterdiler ve şu anda da sadece CHP’nin kendilerine bahşettiği vekilliklerle siyasi hayatlarını sürdürebiliyorlar.
Bu hafta bu başarısızlığın sebeplerine eğilmek istiyorum.
Baştan Sorunlu Doğum
Bu partilerin daha ilk etapta sorunlu bir şekilde doğduklarını söylemek yanlış olmayacaktır.
Bir kere, bu partilerin liderleri AKP içerisinde oldukları dönemde yapılan yanlışları neredeyse hiçbir zaman kamuoyu önünde yüksek sesle dillendiremediler. Erdoğan’la bir şekilde ters düştükleri kamuoyunda biliniyordu ama bu ihtilaflı süreçleri hep içeriden sürdürdüler. Çeşitli sebeplerle AKP’de aktif görev almayı bıraktıktan sonra da yıllarca ağızlarını açmadan köşelerinde beklediler. Türkiye’de bir rejim değişikliğinin olduğu 2017 Referandumu’nda dahi sustular. Ne zaman ki ekonomik zorluklar 2019 Yerel Seçimi’nde AKP’nin tökezlemesine yol açtı, bir anda kendi partilerini kurmaya giriştiler.
Bu durum daha baştan Babacan ve Davutoğlu’nun pozisyonları açısından bir cesaretsizlik göstergesiydi. Seçmen “siz bugüne kadar tam olarak hangi konuda rahatsızdınız, neyi eleştirdiniz ki şimdi ayrı parti kuruyorsunuz” diye sormakta haklıydı. Babacan ve Davutoğlu bu sorulara hiçbir zaman tatmin edici cevaplar veremedi. Dolayısıyla bu partiler daha baştan tutarlılıkları ve liderlerinin cesareti sorgulanarak ortaya çıktılar.
Bu mesele ileriki dönemlerde sağlanabilecek başarılarla unutturulabilirdi. Ancak partilerin kuruluş aşamasında başka sorunlar da vardı.
Erdoğan’ın 2015 sonrası politikalarından rahatsız olan iki isim olarak Davutoğlu ve Babacan’ın iki ayrı parti kurmaları da bu partilerin etki alanlarını zayıflatıcı bir faktör oldu.
Babacan’da da Davutoğlu’nda da Türkiye’deki siyasal kültüre hitap eden karizmatik lider özelliklerinin olduğunu söyleyemeyiz. Bu isimler hitabetleri, duruşları ya da tavırları ile kitleleri etkileme yeteneğine sahip değiller. Erdoğan’la çalıştıkları dönemde onun yanlış buldukları politikalarına kamuoyu önünde itiraz edememeleri zaten bu durumun göstergelerinden birisiydi.
Hal böyle olunca bu iki ismin muhafazakar seçmen gözünde bir ağırlık merkezi oluşturabilmesinin tek yolu güçlerini birleştirmekten geçiyordu. Ancak bu olmadı. Bu noktada Davutoğlu’nun çabalarına rağmen özellikle Babacan’ın inatçı davrandığı anlaşılıyor. Babacan kendi başına başarılı olacağına dair baştan beri iddialı bir tutum takındı ama bu iddiasının altını hiçbir zaman dolduramadı. Halbuki baştan güçlerini birleştirmiş iki önemli AKP’li ismin aynı parti çatısı altında olmaları hem gidişattan hoşnutsuz AKP kadroları hem de ekonomik sebeplerle AKP’den soğumuş seçmen için daha güçlü bir çekim merkezi olabilirdi.
CHP’nin Dümen Suyunda Siyaset
Deva ve Gelecek Partilerinin başarısız olmalarında başka bir büyük etken, kurulmalarından pek de uzun bir zaman geçmeden derhal CHP’nin dümen suyunda siyaset yapmaya başlamaları oldu.
Gelecek Partisi 2019’un Aralık’ında, Deva ise 2020’nin Mart’ında kuruldu. 2021 gibi ise CHP genel merkezi, Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığını muhalefete kabul ettirebilmek için Altılı Masa projesini yavaştan pişirmeye başladı. Bu projede, elbette gizli olarak, Millet İttifakı’nın ikinci büyük partisi olan İYİ Parti’ye bu adaylığı kabul ettirebilmek için Deva ve Gelecek partilerinin piyon olarak kullanılması öngörülüyordu.
Bu partiler ise bu dönemde yukarıda bahsettiğim sorunlu doğum faktörlerinin de etkisiyle bir türlü beklenen çıkışı yapamama ve büyümeme sorunu yaşıyordu.
Bu noktada CHP genel merkezinin Altılı Masa projesi bu partilerin imdadına yetişti. Bu partiler düşük oy oranlarına rağmen masaya eşit aktör olarak oturtuldu. Her konuya ortak karar veriliyor, dahası bu partilere seçim kazanılırsa bakanlık, vekillik üzerinden oy oranlarının çok üzerinde vaatler sunuluyordu. CHP’nin tüm bu vaatlerinin altındaki temel neden elbette Kılıçdaroğlu’nun adaylığını kabul ettirebilmekti. Bu durum Deva ve Gelecek Partilerinin işine geldi. Bu şekilde halkta bulamadıkları karşılığı Masa’da elde ettikleri kazanımlarla telafi etmiş oluyorlardı.
Ancak bu durum Deva ve Gelecek Partilerine kısa vadede fayda getiriyor gibi gözükse de aslında orta vadede onları bir sarmalın içine de soktu. Halkta karşılık bulamadıkları için CHP’yi daha fazla tırtıklamaya çalışarak masadaki kazanımlarını arttırmaya çalıştıkça kamuoyu önünde gittikçe daha fazla “CHP’nin uydu partileri” pozisyonuna itildiler. CHP’nin uydu partisi pozisyonunda olan partilerin ise, muhafazakar kökenli dahi olsalar, bugünkü toplumsal kutuplaşma ortamında muhafazakar seçmenden oy alabilmesi mümkün değildi. Nitekim alamadılar da.
Ne var ki o dönemde bu partiler bu durumu hiç umursamadı. Örneğin Yeniden Refah Partisi gibi bağımsız siyaset yaparak seçmen tabanlarını genişletmek yerine, CHP’nin Masa ve adaylık siyasetine angaje oldukça oldular. Zaten baştan toplumsal destek görmede sıkıntılar yaşarken CHP’nin uydu partisi konumuna gelmeleriyle toplum gözünde kendilerini iyice bitirdiler.
Bu noktada Davutoğlu’nun bu durumu değiştirme yönünde bazı girişimleri oldu. Altılı Masa içerisinde Gelecek, Deva ve Saadet Partilerinden oluşan muhafazakar seçmene yönelik “ittifak içinde ittifak” gibi bir stratejiyi bu partilere önerdi. Ancak Deva Partisi bunu da kabul etmedi. Sonuçta bu partiler seçimlere CHP listelerinden girdiler ve hiçbir toplumsal tabanları olmadığını ilan edecek şekilde CHP’nin oylarına hiçbir anlamlı katkı sunamadılar.
Gereksiz Bir Politik Liberalizm Israrı
Bu son eleştiri Gelecek Partisi’nden çok Deva Partisi için geçerli. Deva, bir ayağı liberal, bir ayağı muhafazakar dünya görüşünde bir parti. Ancak partide liberal damar görece daha güçlü. Bu belki entelektüel açıdan iyi bir şey olsa da seçmen desteği açısından sorunlu.
Çünkü Türkiye’de liberal bir seçmen tabanı yok. Bugüne kadar liberal-muhafazakar alaşımı partilerin asıl seçmen tabanları hep muhafazakardı. Dolayısıyla ekonomik liberalizm bir noktaya kadar sorun olmasa da politik liberalizmde ısrar, büyük çoğunluğun milliyetçi ve/ya muhafazakar değerleri benimsemiş olan Türk toplumunu Deva Partisi’nden soğutucu bir işlev gördü.
AKP de 2000’lerde belli dozajda politik liberalizm ilkeleri doğrultusunda hareket etmişti. Ancak unutmamak gerekir ki o dönemde bu ilkelerin getirdiği özgürlük ortamından faydalanan muhafazakarlardı. Bugün ise baskı gören muhafazakarlar değil. Dolayısıyla muhafazakar camiadan bir partinin liberal ilkeler doğrultusunda özgürlük vadetmesi muhafazakarlar için bir şey ifade etmiyor. Ayrıca 2000’lerdeki liberal-demokratik reformların muhafazakar tabanda tepki çekmemesinin ekonominin iyi gitmesi ve Erdoğan’ın liderlik karizması gibi sebepleri de vardı.
Dolayısıyla bugün için politik liberalizmde ısrar eden bir partinin Türkiye’de geniş kitlelere ulaşabilmesi mümkün değil. Hele ki liderlik, CHP güdümünde siyaset yapma gibi başka konularda da handikapları varsa.
Ben kişisel olarak Deva ve Gelecek partilerinin bu noktadan sonra başarılı olabileceklerini düşünmüyorum. Ellerinde bir şans vardı ama onu bağımsız bir siyasal hatta ilerleyerek kendi tabanlarını inşa etmek yerine masabaşı pazarlıklarda konumlarını güçlendirmeye çalışarak harcadılar. Bu şekilde zaten sınırlı olan potansiyellerini de tamamen bitirdiler.
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.