Cumhuriyetimizin 100. yılını büyük bir toplumsal gerilim içinde geride bıraktık.
Cumhuriyet karşıtlarının Filistin’de yaşanan katliamların arkasına saklanarak meydanlara doluştuğu bu gerilim sürecinde kurucu felsefesi Türk milliyetçiliği ve modernleşme olan Cumhuriyet’i sahiplenenler de başta Anıtkabir’i doldurarak 100. yılı coşkuyla kutladılar.
Kutuplaşmanın toplumu kuşattığı bu sisli ortamda Türk milliyetçisi gazetecilerin sığınmacı karşıtlıkları gerekçe gösterilerek tutuklanmaları var olan gerilimin dozunu arttırırken Türk milliyetçileri ile siyasi iktidarlar arasında yaşanan çatışmayı da gözler önüne serdi.
Cumhuriyet’imizin kuruluşundan bu yana yaşanan resmî milliyetçilik (devlet milliyetçiliği) ile Türk milliyetçiliği arasında yaşanan çatışma da tutuklanan milliyetçi gazeteciler üzerinden yeniden harlandı.
Milliyetçiliği şekillendirmek isteyen ve kontrol altında bir milliyetçilik arzulayan devlet milliyetçiliği, bugün de yargıyı kullanarak siyasi iktidarın uygulamalarına, Türkiye’yi sığınmacı çöplüğüne dönüştürücü politikalarına rıza göstermeyen Türk milliyetçilerini terbiye etmek istiyor.
Bu tavır bugüne has değildir.
Devleti doğal birliğin temeline yerleştiren ve devletin belirleyici rolüne odaklanan devlet milliyetçiliğinin Türk milliyetçiliğini kontrolünde tutma eğilimi devlet dışı sosyal hareketlere sıcak bakmayan Osmanlı’dan mirastır. Dolayısıyla devlet milliyetçiliği belirli dönemlerde toplumsallaşan Türk milliyetçiliğini kendi milliyetçiliğine bir meydan okuyuş olarak görme ve bastırma eğilimi göstermiştir.
*
Milliyetçi gazetecilerin sadece sığınmacı karşıtı haberleri gerekçe gösterilerek tutuklanmaları resmî milliyetçilik (devlet milliyetçiliği) ile Türk milliyetçiliği arasındaki ilk gerilim değil. Türk milliyetçiliği ile resmî milliyetçilik arasındaki gerilimin kökleri derinlerdedir.
Bu gerilimlere değinmeden önce resmî milliyetçiliği açmakta fayda var.
Resmî milliyetçilik dayatmacı, resmî ideolojinin bir parçası olarak kendisini devlet aklı olarak sunan devlet politikalarının şekillendirdiği ve bu politikalara uyum göstermesi beklenen, devletin çıkarlarını milletin çıkarlarından önceleyen, itaatkar bir milliyetçiliktir.
Bu kısa tanımı yaptıktan sonra resmî milliyetçilik ve Türk milliyetçiliği arasında yaşanan gerilimlere dönebiliriz.
İnönü iktidarı sırasında yaşanan ve Türk milliyetçilerinin ağır işkence ve tutuklamalara maruz kaldığı 3 Mayıs Türkçülük-Turancılık Davası resmî milliyetçiliğin fay hattının kırılması, bu iki milliyetçilik anlayışının karşı karşıya geldiği ilk tarihsel kavşaktır.
Devlet milliyetçiliği ile Türk milliyetçiliği arasında yaşanan gerilimin ikinci kavşağı 12 Eylül 1980’dir.
*
Türk milliyetçileri ile devlet milliyetçileri arasında yaşanan ilk çatışma yani Türkçülere, Türk milliyetçilerine devlet terörü uygulandığı ilk kavganın tarihi 3 Mayıs 1944’tür.
Karşımızda aslında Almanların kazanmasını isteyen ama tarafsızlık politikası izleyen bir Türkiye ve Başbakanı Türkçü Saraçoğlu olan İnönü Türkiye’si var. Fakat Almanlar 2. Dünya Savaşı’nda yenilmiş, savaş boyunca Türkiye’deki Türkçü hareketleri dış politika unsuru olarak kullanan İnönü Hükümeti de hemen tutum değiştirmiş ve özellikle Moskova’ya şirin gözükmek adına Türkçülüğün tasfiyesine karar vermiştir.
Türk milliyetçiliği ve devlet milliyetçiliği arasındaki ilk çatışmanın tarihi ve siyasal özeti bu.
Bu ilk çatışmanın bir de fikrî boyutu var.
O güne kadar milliyetçilik iki ana damar üzerinden varlık bulmaktadır.
İlk damar, anayasal bir kimlik ve coğrafya ağırlıklı bir milliyetçilik görüntüsü taşırken
Türk milleti merkezli, Türklük, Türk birliği vurgulu milliyetçilik ikinci damarı oluşturmaktadır.
Yani devlet kontrolündeki resmî milliyetçilik ile Türk milliyetçiliği arasında başta Türklüğü kavrayış biçimi olmak üzere derin ihtilaflar var. Resmî milliyetçiliğin coğrafya tasavvuru, tarih yazımı, kültür politikaları, Türk tarihine ve Türk dünyasına yaklaşımı gibi konulardaki bakış açısı farklılığı iki milliyetçilik arasında gerilim üretiyor.
Bu derin ihtilaflar Türk milliyetçiliğinin kendisini devlet kontrolünde milliyetçiliğin karşısında konumlandırmasına yol açıyor. Devlet milliyetçiliği ile Türk milliyetçiliği karşı karşıya geliyor.
Türk milliyetçisi gazetecilerin yaptığı haberlerin gerekçe gösterilerek tutuklanması gibi büyük Türkçü Hüseyin Nihal Atsız ve Atsız’a destek veren Türk milliyetçileri devlet milliyetçiliğine karşı Orhun dergisi üzerinden muhalefet ediyor.
Orhun dergisi tek parti dönemine yoğun eleştiri yönelten, mevcut meclisleri diktatörün tayini ile oluşturulmuş meclisler olarak nitelendiren sert muhalif çizgiye sahip bir yayın organı.
Benzerliklerin farkındasınız, değil mi?
Atsız’ın öğretmenlikten atılması, Orhun dergisinin kapatılması ile başlatılan süreçte aralarında Hüseyin Nihal Atsız, Nejdet Sançar, Zeki Velidi Togan, Orhan Şaik Gökyay, Alparslan Türkeş olmak üzere yirmi üç Türkçü, Türk milliyetçisi hakkında soruşturma başlatılır, 165 Türk milliyetçisi genç gözaltına alınır. Atsız Bey ve arkadaşları “ırkçılık ve Turancılıkla hükümeti devirmekle” suçlanır.
İnönü, 1944 nutkunda rejim karşıtı ırkçı bir çeteden bahseder. Turancılığı zararlı bir hastalık ve rejim karşıtı olarak niteler ve bu fikirlerle mücadele edeceğini ilan eder. Halkevlerinin yayın organı Ülkü Dergisi milliyetçiliğin tek adresinin CHP olduğunu, resmî milliyetçilik dışında herhangi bir milliyetçiliğin yabancı ideolojiler kaynaklı olduğunu, Irkçılık ve Turancılığın Türk ülküsü olamayacağını belirtir. Ne üzücüdür ki eski İttihatçı Hüseyin Cahit Yalçın bile Turancılığa karşı pozisyon almış, İnönü cephesinde saf tutmuş Atsız ve arkadaşlarını Türkçülük adı altında faşizm sempatizanlığı ile itham etmiştir.
Bu Türk milliyetçiliğinin resmi milliyetçilik ile ilk büyük kavgasıdır. Yaşanan zulüm boyutuna burada girmiyorum.
64 oturum süren duruşmalar 29 Mart 1945 tarihine kadar devam etmiş, sonucunda Nihal Atsız, Zeki Velidi Togan, Reha Oğuz Türkkan, Cihad Savaşer, Nurullah Barıman, Necdet Sancar, Alparslan Türkeş, Fethi Tevetoğlu, Cebbar Şenal ve Cemal Oğuz çeşitli hapis cezaları almıştır.
Bu cezalarla yetinmeyen dönemin resmî milliyetçilik temsilcileri, Atsız’ın tarih öğretmeni eşi Bedriye Atsız’ı önce açığa almış, sonra tutuklamıştır. Yine Atsız’ın kardeşi Nejdet Sancar’ın öğretmen eşi Reşide Sancar, Balıkesir’den Zonguldak’a sürülmüştür.
Fakat bu hukuk ayıbı kararlar Askerî Temyiz’de bozulmuş, sanıklar Sıkıyönetim Mahkemesi’nin verdiği beraat kararı ile adeta tarih önünde aklanmıştır.
3 Mayıs, Türkiye’nin dış politikası etkisinde şekillenen, Türkçülere, Türk milliyetçilerine yönelik aleni devlet terörü uygulanan ilk davadır. Türk milliyetçilerinin devlet kontrolündeki milliyetçilik anlayışı ile ilk kez yüz yüze geldiği, resmî milliyetçilikle çatıştığı bir davadır. Resmî milliyetçilik ile Türk milliyetçiliği arasındaki ayrışma konularının gün yüzüne çıktığı ilk davadır.
*
Türk milliyetçiliğinin devlet milliyetçiliği terörüne maruz kaldığı bir başka tarih dilimi, 12 Eylül 1980 darbesidir.
Bu kanlı darbe ile başta Alparslan Türkeş olmak üzere Türk milliyetçiliğinin önde gelen isimleri ve binlerce mensubu tutuklanır, milliyetçi subaylar ordudan tasfiye edilir. Darbenin lideri Evren MHP’yi “devlete, milliyetçiliğe sahip çıkıyorum gerekçesiyle çeteler kurmakla” suçlar.
945 sayfalık düzmece iddianamesi ve 587 sanığı ile acı ve gözyaşı dolu MHP ve ülkücü kuruluşlar davası Türk milliyetçiliğinin devlet milliyetçiliği ile gerilim yaşadığı ve devlet terörüne maruz kaldığı ikinci çatışma zamanıdır.
Türk milliyetçiliğini darbe yolu ile sindirmek isteyen resmî milliyetçiliğin bu dönemde öne çıkan iki özelliği Atatürk etrafında şekillenen bir milliyetçilik anlayışı ve Cumhuriyet’in temel ilkeleri ile ters düşülmeden ortaya konan Türk-İslamcı sentezci yaklaşımdır.
*
Devlet milliyetçiliği ile sivil Türk milliyetçiliği arasında süregelen çatışmanın üçüncü boyutu bugün Türk demografisini sarsacak büyüklükteki sığınmacı politikası üzerinden yaşanmaktadır.
2011’de Suriye’de başlayan iç savaşın ardından uygulanan açık kapı politikası ile Türkiye’ye yönelen büyük göç dalgası ve sığınmacı sayısının 13 milyon gibi büyük bir sayıya ulaşması kamuoyunda sığınmacı karşıtlığı oluşturdu ve siyasi bir krize dönüştü.
Türk milletine 80 milyar doları aşan bir ekonomik maliyet yükleyen sığınmacı politikası, bu ekonomik yükün yanı sıra Türkiye’yi siyasi, ekonomi, kültür ve güvenlik açısından da olumsuz olarak etkiledi.
Zafer Partisi, İYİ Parti gibi Türk milliyetçisi partiler sığınmacı politikalarını eleştirerek sığınmacıları geri göndereceklerini ilan ederken Türk milliyetçiliğinin köklü temsilcisi MHP zaman zaman cılız da olsa eleştiriler ortaya koysa da açıktan bir karşıt tutum takınmadı.
Türk milliyetçisi akademisyen, aydın ve gazeteciler de sığınmacıların millî güvenlik meselesi olduğu gerekçesiyle bu tartışmaya katıldılar, yazılar yazdılar, haber yaptılar.
Başta sığınmacı meselesi olmak üzere toplumsal muhalefeti bastırmak için çıkarılan sansür yasası ile sığınmacı politikasını eleştiren milliyetçi gazetecilerin (Batuhan Çolak, Süha Çardaklı, Serkan Kafkas) “halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek” suçlaması ile tutuklanması devlet milliyetçiliği ile Türk milliyetçiliği arasında küllenen kavgayı yeniden harlandırdı.
Dişleri sökülmüş, terbiye edilmiş ve kontrol altında bir milliyetçilik arzulayan devlet milliyetçiliğinin aksine geçmişte yaşanan siyasi ve fikrî çatışmalar da göstermiştir ki sivil Türk milliyetçiliği devlet gücüyle özdeşleşen, resmî kurumlarla aynileşen ve devletin müsaade ettiği kadar milliyetçilik yapan bir düşünce değildir. Gücünü köklerinden alan ve merkezine Türk milletinin menfaatlerini koyan güçlü bir bakış açısına sahiptir.
Geçmişte devlet gücüne yaslanarak Türk milliyetçiliğini bastırma çabaları sonuç vermemiştir. Bugün de milletin iradesini esas alan ve milletin menfaatleri adına mücadele eden Türk milliyetçiliği, bu bastırma ve susturma girişimlerine teslim olmayacak, Türk milleti için mücadelesini sürdürecektir.
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.