Ülkelerin gelişmişlik düzeyi sadece kişi başına GSYH (KBGSYH) ile ölçülmez. Örneğin KBGSYH’sı çok yüksek olan Katar, BAE, Kuveyt gibi ülkeler (ben bunlara yapay devlet diyorum, aslında bunlar devlet değil aile) zengin ancak gelişmiş ülkeler değil. Buna karşın İsveç, Portekiz, İspanya’nın KBGSYH düzeyi daha düşük olmasına rağmen gelişmiş ülkeler gurubunda yer almakta. Gelişmiş ülke ile kastedilen cari denge, bütçe dengesi, enflasyon ve işsizlik oranı, gelir dağılımı, bölgeler arası yatırım dağılımı gibi ekonomik verilerin dışında sosyal verileri de içerir. Kadın hakları, hukukun üstünlüğü, eğitim düzeyi, kütüphane sayısı, yılda basılan kitap, gazete sayısı bu göstergelerden bazılarıdır.
Türkiye geçtiğimiz 20 yıl içerisinde KBGSYH’sını 10 bin doların üstüne çıkardı sonra tekrar bunun altına indi. Siyasi iktidar bu artışı da kullanarak Türkiye’yi adeta İsviçre gibi göstermeye çalıştı; halk da bu masalı dinledi, dinlemekle kalmadı, gerçek olduğunu sandı. Bu masaldan hareketle borçlandı; konut aldı, otomobil aldı, her yıl telefon değiştirdi. Masalın bir başka boyutu daha vardı, topluma gemisini yürüten kaptandır anlayışı yerleştirildi. Öyle ki seçimler sırasında bir seçmen şöyle diyordu “çalıyorlar ama yapıyorlar”.
Siyasal erk halkı din ve ilkel milliyetçilik duyguları ile kontrol altına aldıktan sonra sıra temaşaya gelmişti. Bunun için tüm otoriter rejimlerin kullandığı klasik bir yola başvurdular. “Büyük güçtür, güç ise biat ve korkudur.” Tıpkı SSCB’de, Çin’de, kimi Arap devletçiklerinde olduğu gibi gökdelenler, köprüler devreye girdi. Hatırlıyorum, Nürnberg Mahkemesi (1961) filminde yargılama için Almanya’ya gelen ABD’li yargıç evdeki Alman hizmetçiye “siz nasıl inandınız Hitler’e” diye sorduğunda hizmetçi masum bir yüz ifadesi ile “O kadar da kötü değillerdi, otoyollar, köprüler yapmışlardı.” yanıtını vermişti.
Bu yanıt sanırım hepimize tanıdık gelmiştir. Bu anlayış iki şekilde sürdürülebilirdi: kurumsal yapıyı yıkmak ve zaten tekleyen eğitim sistemini çökertmek. Bu da kolayca yapıldı, entelektüel kesimle dalga geçildi, vesayet rejimi denerek 2010 ve 2017 Anayasa değişikliği ile hukuk sistemi çökertilince aslında sorunda ortadan kalkmıştı. Çünkü artık yasa yoktu, değer yargıları yoktu, gelenekler yıkılmıştı. Üstelik elde çok güzel bir silah vardı; din ve ilkel milliyetçilik.
Bu tür yönetim biçimleri hata yapar, yaptıklarında da ağır sonuçları olur. Nitekim Türkiye’de siyasal erk hatayı ekonomide yaptı. Maliyeti çok ağır oldu. Bu maliyet ülkenin üstüne kaldı ise de ülkedeki her yurttaşa kalmadı. Maliyetin ağır olmasına neden olan inşaat sektörü, bürokrasi, siyasetçiler işin içinden büyük ölçüde sıyrıldılar. Birkaç bakan ve TCMB başkanı değişimi ile siyasetçiler ve bürokrasi halkın gözünde kaba anlatımla sıyrıldılar.
Yükün ne kadar ağır olduğunu anlatmak için birkaç rakam verelim. Türkiye Cumhuriyeti 2002 yılında 79. yılını doldurmuştu. 79 yılda ülkenin varlığını düşünün. Epeyce varlığı vardı ki AKP bunların bir kısmını satarak 20 yılda 70 milyar dolar özelleştirme geliri elde etti. Geçen 79 yılda iktidara gelenler toplam 256 milyar TL kamu borcu yaparak bu varlıkları ülkeye kazandırmıştı.
AKP iktidarı 20 yılda bu borç stokunu 5 trilyon 823 milyar TL’ye çıkardı. Yani 20 yılda 5 trilyon 567 milyar TL borçlandı. Burada sorulacak bazı sorular var, birini soralım.
Bu para nerede?
Yanıtınızı duyar gibi oluyorum; köprüler, otoyollar, hastaneler, havaalanları diyorsunuz. Ben de hayır diyorum. Çoğu gereksiz bu yatırımların önemli bir kısmı Kamu-Özel İş Birliği (KÖİ) ile yapıldı, bedellerini halk hizmet alarak ödüyor. (Unutmayın havaalanında bir dilim baklava 700 TL, simit 280 TL.) Eğer yeteri kadar yolcu, hasta olmazsa devlet aradaki farkı ödüyor. Böylece geçmediğiniz yolun parasını ödüyorsunuz. (Böyle bir haraç düzeni Dede Korkut Hikayeleri’nde anlatılır.)
Soruyu tekrar soralım: Para nerede?
Para kamunun inşaat harcamalarında, para dış ticarete konu olmayan yatırımlara verilen kredilerde, teşviklerde ve faiz ödemelerinde.
Aşağıdaki grafiğe dikkatle baktığımızda faiz ödemelerinde ilk sıçramanın 2001 Krizi ile olduğunu, ondan sonraki yıllarda istikrarlı gittiğini, bu gidişin 2017 yılı birlikte sona erdiğini görmekteyiz. 2017 yılı birlikte Türkiye, cumhurbaşkanlığı sistemine döndü. Böylece kalan son kurumsal yapı kırıntıları da ortadan kalktı.
2017-2023 arasında ekonomi hiç dikiş tutmadı. Türkiye, dünyada en yüksek beşinci enflasyon oranına sahip, cari denge oranı negatif (Belli başlı ülkeler arsında adeta yerimiz yok çünkü cari açık/GSYH oranımız eksi 5), borç ödemekte zorlanan, döviz kurlarının sürekli arttığı bir ülke oldu. Daha da önemlisi, ekonomik kararlar haftalık müjde paketleri ile alınmakta yani kural yok, plan yok.
Seçim sonrası Hazine ve Maliye Bakanı, TCMB Başkanı değişti. Medyanın baskın güçleri ekonomiyi düzeltecek ikili olarak Sayın Bakanı ve Başkanı manşetlerinde, kanallarında en üst köşeye yerleştirdiler.
Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı verileri kullanılarak tarafımızca çizilmiştir.
Bu bakanların uluslararası finans çevreleri ile ilişkilerinin iyi olduğu için para bulacakları ilan edildi. (Benzer durumu Osmanlı Devleti de son yıllarında yaşamıştı.) Bundan daha normal bir yönetim değişikliği olamazdı. Çünkü Türkiye’nin kamu borcunun yüzde 54’ü dış borç (Temmuz 2023 verisi). Dolayısıyla alacaklı olan bankalar, yurt dışı finansman kuruluşlarının önceliği bu borcun geri ödenmesi. Borcu borç almadan ödeyemeyeceği için ülkenin borç alabilir konumda tutulması gerekir. Yani hedef, borçlanabilen ve borcunu ödeyebilen bir ekonomik yapıyı kurmaktı. Sayın Bakan ve Başkan’ın birinci görevi budur. Açıkçası gelinen noktada da bunu da başaracak gibi duruyorlar.
Bedeli yine borç yükünden kısmen sorumlu halk ödeyecek. Sermaye birikimini, daha doğrusu servetlerini ihalelerle, kentsel rantla elde edenler yine maliyetsiz olarak kurtulmuş ve aynı düzenle devam edecekler.
Çünkü onların adı Türk Oligarklar. Adaşları Rusya’da, Çin’de nasıl büyüdüler ise onlar da öyle büyüyor. Halka da masal dinlemek düşüyor.
Okuma önerisi: Haydar Kazgan, Galata Bankerleri.
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.