Anti-Erdoğanizm’i iliklerine kadar hisseden en azılı muhalifin dahi kuşkusuz inkar edemeyeceği tarihî bir gerçek duruyor önümüzde.
Recep Tayyip Erdoğan, demokrasi tarihimizin en etkili siyaset fenomenleri arasında şimdiden yerini aldı.
Halkta bulduğu karşılık, kitlesini konsolide edebilme, partisini birlikte tutabilme, seçmenini öyle veya böyle kendine bağlayabilme hususlarında Erdoğan’ın eline su dökebilecek ikinci bir isim olduğunu düşünmüyorum.
Erdoğan’ın kendi havuzunda oluşturduğu mutlak dominasyonun bedelleri de oldu kuşkusuz. En büyük bedel ise kendi kitlesini sağlam tutabilmenin karşılığı olarak muhalif kitlelerde yoğun bir nefreti de kendi üstüne çekti. Zira alternatifsizliğin yolu muhalefetin şeytanlaştırılmasından geçiyordu.
Bunun sonucu olarak kendi kutbunda bir güç ve güven merkezi olurken ülkenin kalan kısmında antipati objesine dönüştü.
*
Çok uzun bir yoldan geldi Erdoğan.
1970’lerin kör dövüşünde yetiştiği siyaset arenasında basamakları teker teker çıkmayı başardı.
2003 Ara Seçimleri sonrası parlamentoya girip akabinde başbakanlığı Abdullah Gül’den devraldığında kullandığı şu ifadeler ise kendi hikayesinde önemli bir yer tutuyor.
“Ben siyaseti uzun bir maraton olarak görüyorum. Bugün de bu uzun maratonun çok anlamlı bir noktasındayız.”
Nitekim Erdoğan’ın siyasi yaşamı 2003’te oturduğu başbakanlık koltuğu ile sınırlı kalmadı.
Engelleri teker teker aşarak önce cumhurbaşkanı, ardından olağanüstü yetkilerle donatılmış bir cumhurbaşkanına dönüştü.
En zor sınavı olarak görülen 2023 Seçimleri’nde de gücünü korumayı başardı.
Recep Tayyip Erdoğan, artık 70 yaşına merdiven dayadı.
Siyaset için hala “genç sayılabilecek” bir yaşta olmasına rağmen yolun sonuna doğru yaklaştığını da görmek mümkün. Post-Erdoğan dönemi için akademisyenler, siyaset bilimcileri şimdiden kalem oynatmaya başladı.
Recep Tayyip Erdoğan, uzun yolculuğunda -İslamcı kodlarından ve geçmişinden kaynaklı- en sert muhalefeti Türkiye Cumhuriyeti’nin laik bürokrasisi ve Atatürk devrimlerine bağlı halk kitlelerinden gördü.
Bilhassa AK Parti’nin kuruluş yıllarından 2010 Referandumu’na kadar askerinden yargısına, üniversitelerinden derneklerine kadar müesses nizamın tüm silahşorları ile mücadele etti. Sürekli pompalanan Şeriat Korkusu, AK Parti’nin karşısında konuşlanan halk kitlelerini rejim ve Cumhuriyet muhafızlığında sabitledi.
Neticede kazanan Erdoğan ve iktidarı olsa da hiçbir zaman bu kesimin öfkesini ve tepkisini dizginlemeyi başaramadı.
Türkiye’nin yarısına yakın bir bölümünde görülen ve ülkenin en dinamik siyasi tutumlarından olan “Anti-Erdoğanizm’in” en merkezî temsilcileri de genellikle kendilerini Atatürkçü olarak tanımlayan halk kitleleri.
Halbuki Erdoğan, en güçlü olduğu dönemlerde dahi Atatürk’e karşı açıktan bir savaş açmadı.
Üstüne üstlük 2016 kırılması sonrası partisini konuşlandırdığı çizgi de günden güne “ulusalcılaştı”.
Bugün muhalefeti “Atatürk’ün yolundan sapmakla” eleştiren de bizzat kendisi.
Bu tutumun gerekçeleri de var elbette.
Erdoğan bilerek Atatürk ile inatlaşmayı tercih etmiyor ve bu kuşkusuz son derece akılcı bir politik çizgi.
Domine ettiği % 50’lik dilimde Atatürk’ü seven önemli bir kesim var.
Yine Erdoğan’a oy veren toplumsal kesim içinde Atatürk karşıtlığını da görmek mümkün lakin bu kesimin AK Parti’nin dominant unsuru olduğunu ifade etmek haksızlık olacaktır.
Atatürk karşıtı bir noktada konuşlanmanın Erdoğan’ı yıpratacak bir çizgi olduğu açıkça görülüyor. Böyle bir durumda kendisine geniş ve büyük bir cephe açmış olur ki böyle bir savaşa ihtiyacı olmadığı gibi Türkiye’nin kurucu lideri üzerinden karşı karşıya kalacağı bir ayrışma kavgasını kaldırma imkanı da yok.
Bunun yerine “Atatürk’ün hedeflerini biz gerçekleştiriyoruz, onun hayallerini biz yaşatıyoruz, asıl muhalefet o çizgide değil” argümanı üstünden ilerliyor.
Ne bütünüyle sahipleniyor ne de açıktan karşı çıkıyor.
Aslına bakarsanız burada takdir edilmesi gereken bir farkındalık var.
“Atatürk karşıtlığı üzerinden bir Türkiye liderliği sergileyemeyeceğinin farkına varma” durumu söz konusu.
*
29 Ekim 2023, Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi yaşamının en önemli fırsatı olabilir.
Muhalefetin düştüğü boşluk ve heyecansızlık girdabı, özellikle Cumhuriyet değerlerine sıkı sıkıya bağlı toplumsal kitleleri Erdoğan’a şans verme noktasına getirebilir.
Bu da Erdoğan’a, Türkiye’nin muazzam bir bölümünde hakim olan Anti-Erdoğanizm duygusunu zayıflatma olanağı oluşturur.
Erdoğan, siyasi yaşamının sonunda, çok uzun yıllardır karşı karşıya olduğu muhalif kitlelerin saygısını kazanabilir ve ülkeyi kutuplaşma ikliminden bir nebze sıyırabilir.
Benzer bir fırsat, 15 Temmuz 2016 sürecinde de Erdoğan’ın önüne gelmiş ama bu fırsat doğru şekilde değerlendirilememişti.
Bu sürecin sonunda FETÖ’ye karşı verilen mücadelede kendisiyle birlikte savaşan milliyetçi-vatansever çizgiyle güçlü bir bağ inşa edilebilirdi.
Ne yazık ki varılan nokta, sürecin manipüle edilerek olağanüstü hal koşullarında bir referanduma gidilmesi ve başkanlık hayallerinin önü açılması oldu.
Bu süreç ayrışmayı azaltmadı, daha kuvvetli ve derin hale getirdi.
*
Erdoğan oldukça şanslı bir siyasetçi. Devasa yanlışlarına rağmen hayat önüne hep telafi fırsatları getirdi, getiriyor.
An itibarıyla iç politikada muhalefetin yetersizliğinden dolayı siyasi hayatının en konforlu dönemini yaşıyor.
29 Ekim’de 100. yılını dolduracak olan Cumhuriyet’in mevcut lideri olarak bu süreci tüm azametiyle kutlayıp birleştirici bir tutum takınabilir.
Somut öneriler ve örneklerle zenginleştirmek gerekirse Erdoğan’ın öncüsü olacağı Birinci Meclis’ten Anıtkabir’e yapılacak yürüyüş, geniş katılımlı bir “Cumhuriyet Mitingi” ve Cumhurbaşkanlığı himayesinde günlerce sürecek kutlamalar muhalif halk kitlelerindeki sahipsizlik ve ümitsizlik bulutlarını bir nebze de olsa dağıtabilir.
Kesin olan şu ki Erdoğan’ın bu yönde atacağı adımlar kendisine hiçbir ivme kaybettirmeyeceği gibi büyük bir kucaklaşmanın tohumlarını atabilir.
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.