2024’ün ilk yazısında Fikirtepe’yi anlatmak istedim. Hem doğup büyüdüğüm bir semt olarak hem de adını bu semtten alan bir yerde yazdığım için çocukluğumdan başlayarak günümüze kadar gelen süre içinde Fikirtepe ve Kadıköy’ü yazmak istiyorum.
Bütün çocukluğum Fikirtepe’de geçti desem yeridir. Sonraki kısmı da zaten suyun öteki tarafı olan Hasanpaşa’da geçti. Su dememe bakmayın, bildiğiniz Kurbağalıdere işte… Hikayemiz bu derenin çevresinde gelişti.
Dereye dair hatırladığım ilk anı, derenin suyunun her gün başka bir renkte akmasıydı. Ne kadar şanslıydık ki dibimizdeki derede suyun nasıl her gün renk değiştirdiğini görebiliyorduk. Meğer dere kenarındaki boya fabrikası, bütün atıklarını dereye salarmış. 100-150 metre uzunluğundaki sokağın (O zaman 2. Bülbül Sokağı idi, adı. Şimdi İlhan Sokak. Ama tabii, bizim oturduğumuz kısım yok, artık.) öteki ucunda otursak da ailemiz dereye yaklaşmamızı istemezdi. Ama işte, çocukluk var, uzak duramıyorsun. Sonradan yıktılar da kurtulduk. Yerine Turgut Özal’ın doktoruna ait olduğu söylenen bir özel hastane yapmışlardı.
Aynı dönemde ilkokul sıralarındaydık. İnönü İlkokulu’nun sıralarındaki günlerim güzeldi. Ama ilginç durumlar da oluyordu. Mesela o günlerde dağıtılan ve sağlıklı olduğu için yememiz istenen fındıklar… Oysa Çernobil’deki nükleer kazanın üzerinden bir iki yıl geçmişti. Radyasyonlu çaylar ve fındıklar, her yerde konuşuluyor ve tartışılıyordu. Bakanımız ise televizyonda, canlı yayında çay içiyor, kaynatınca radyasyonun öleceğini söylüyordu. Çayda ve fındıkta radyasyonun olduğunu söyleyenlerin komünist, ateist, din düşmanı olduğunu söylüyorlardı ki çay ve fındığın İslam ile ne ilgisinin olabileceği kimsenin konusu değildi. İşte, artan, elde kalan o fındıkları bize yedirmek istemişlerdi de babamla annemin sert uyarısıyla hiç yememiştim. Radyasyonlu olduğu şüphesiyle ihraç edilemeyen fındıkları, kendi çocuklarına yedirmek istemek de ilginç bir devlet anlayışıydı.
Bu arada 90’lı yıllar geldi, büyümeye başladık, ortaokullu olduk. Okuduğum ilkokul, sekiz yıllık eğitime hazırlık kapsamında ilköğretim okulu oldu ve ortaokul kısmı açıldı. Aynı okulda devam ettim. Semtin duvarları çeşitli örgütlerin politik slogan yazılarıyla doluydu. İBDA imzalı “Yaşasın şeriat” yazısı ile TİKB imzalı “Yaşasın devrim ve sosyalizm” yazıları, birçok evin duvarında yer alırdı. Okulun elli, altmış metre yakınında ise adına “medrese” dedikleri bir yer açılmıştı ki, bugünden bakınca, giyimlerinin İsmailağa ile olan benzerliğine şaşırıyorum. Zira okulumuzla ciddi bir sorun yaşarlardı. Sürekli okulun bahçesine taşa sarılan kağıtlar atar, okulu kapatın, Atatürk büstünü kaldırın falan yazardı. Tabii o zamanlar bunu anlamazdık. “Yobazlar, Atatürk’ten nefret ettikleri için Atatürkçü eğitimden de nefret ediyor” denirdi, biz de çocuk olarak sorgulamazdık. Sonra birkaç yıl geçti, medrese denilen bu yer, kapandı, gitti. Kısa süre sonra da 28 Şubat süreci başladı zaten.
O günlerde Kadıköy’ün politik ve sosyal yapısı da oldukça renkliydi. 1984 belediye seçimlerini ANAP, 1989 ve 1994 belediye seçimlerini SHP kazanmış olsa da ilçede ANAP’ın ağırlığı fazlaydı. Zaten 1991 Genel Seçimleri’nde ANAP, % 30 oyla ilçede birinci parti çıkarken 1995 Genel Seçimleri’nde de % 26 oyla birinci parti çıkmayı sürdürmüştü. DYP gibi merkez sağın bir diğer partisi de eklendiğinde Kadıköy’de merkez sağ partilerin oyların yarısından çoğunu aldığı görülüyordu. SHP-CHP ve DSP gibi merkez sol partilerin ise oylarının toplamı, % 30 civarında oluyordu. Günümüzde CHP’nin kalesi olan ve kendisini pek solcu gören Bağdat Caddesi’nden birçok kişinin o günlerde SHP için “varoş komünist” diyerek aşağıladığını hatırlıyorum.
Fikirtepe ise Kadıköy’ün bu renkli politik ortamından nasibini alan bir yerdi. Bir yerde İslamcı örgütlerin filizlendiği, bir yerde sosyalist örgütlerin ayakta kalmaya çalıştığı, semtin tam merkezinde (Murat Sineması’nın olduğu küçük meydan) Fikirtepe Ülkü Ocakları’nın arz-ı endam ettiği, SHP’li Algan Hacaloğlu’nun kahve kahve gezdiği bir ortamdı. Haliyle ilçe genelinde Refah Partisi’nin aldığı % 10-13 arasındaki oyun da en önemli kaynağı…
1995 Genel Seçimleri’nde Refah Partisi’nin ülke genelinde elde ettiği zaferle birlikte, laiklik ve şeriat tartışması da gündeme geldi. Yaşam tarzı korkusu ülkeye yayıldı. İster istemez Kadıköy’ün de yapısı değişmeye başladı. Refah Partisi’nin elde ettiği başarıyı İslami devrimin en büyük adımı olarak gören birçok kişinin radikal söylemleri ise bu değişimde etki sahibi oldu.
Bu şekilde başlayan değişim, ilk olarak kendisini 1999 seçimlerinde gösterdi. 1991’de SHP (CHP) ve DSP’nin oy oranının toplamı, % 34’tü. 1994’te % 30 olmuştu. Oysa 1999 seçimlerinde, elbette PKK terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan’ın da yakalanmasının etkisiyle de, sadece DSP’nin oyu % 40 olmuştu. CHP ile birlikte ele alındığında ise % 48’e ulaşıyordu. Hatta ÖDP gibi sosyalist bir partinin aldığı % 2’lik oran da eklendiğinde % 50’ye ulaşıyordu. Aynı şekilde ANAP ve DYP gibi merkez sağ partiler, % 48’den % 25’e geriliyordu. Sadece dört yılda ilçe genelinde % 20’lik bir artış yaşanırken bir taraf % 23’lük bir gerileme yaşıyordu.
AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 seçimleri ise artık Kadıköy için oy tercihinin kalıplaştığı seçimler oldu. CHP, oyların % 43’ünü alırken AK Parti, % 21’ini almıştı. ANAP ve DYP’nin toplamı ise % 9’a kadar gerilemişti. Yani bir devrin oylarının yarısını alan, oyların partiler arasında geçişken olduğu, partilerin takım tutar gibi tutulmadığı bir yerde, koca Bağdat Caddesi’ni “papatyalar” olarak örgütleyen ANAP anlayışı tarihe karışırken Kadıköy, yaşam tarzı endişesinin etkisiyle CHP’nin kalesi oluyordu. 2007’de artık oylar iyice kemikleşiyor, CHP oylarını % 48’e yükseltiyordu. 2023 seçimlerinde ise CHP’nin aldığı oy, % 58 civarında iken sosyalist çizgideki TİP ile birlikte % 68 gibi bir orana yükselmiş durumda.
Artık Kadıköy’ün renkli bir politik yaşamı yok. Tamamen iki kutuplu bir yapının tek kutbunun hakim olduğu, oy değişiminin yaşanmadığı bir sosyolojiye sahip. Geçmişinde SHP-CHP çizgisini aşağılayan, varoş olarak gören birçok yaşlı için CHP dışındaki her ismin adının geçmesi bile tüyler ürperten bir durum olarak algılanıyor. Her ne kadar sol kulvarın bütün oluşumları için Kadıköy bir vaha gibi görünse de aslında hepsi tek bir yapıyı besleyen konumda ve hiçbir farklılık mevcut değil.
Fikirtepe ise artık yok. Ölü bir semt. Kentsel dönüşümün bana göre en kötü uygulandığı yer oldu. Bir yanıyla kırk, elli katlı gökdelenler ile Singapur gibi görünürken bir yanıyla hala ayakta olan, yıkılmayan, üzerinde bilmem ne inşaat tabelalarının asılı olduğu evleriyle Suriye gibi bir görünüm veriyor. Adındaki fikir öleli, uzun yıllar olmuştu da tepe kısmının da ölümünü böyle gördük. Semtteki tepe, artık gökdelenlerden ibaret ve Karaköy-Bostancı (Adalar-Kabataş da olur) vapurundan Kadıköy’e doğru bakınca ilçeye hükmeden bir kaba dev görünümünden ibaret.
Çocukluğumun geçtiği kısım ise zaten yok. Hadi biz kiracıydık da arkadaşlarımın çoğunun aileleri evlerinin sahibiydi. Evleri yıkılalı yıllar oldu ve ortada hiçbir şey yok. Haliyle çocukluğum da yok. Geçenlerde anneannemin oturduğu 5. Bülbül Sokak’a gittim. Bütün sokakların adı değişir de oranın kalır mı? Orası da Mostar Sokak oldu. Anneannemlerin kiracı olduğu binaya baktım, içim bir daha acıdı. Tamamen kağıt toplayıcıların doluştuğu bir bina olmuş. Düşünsenize, üç dört katlı bir binanız var. Ama aslında yok. İşgal altında.
Aslında hepimizin hayatı, yaşadığımız çevrenin yakın tarihini oluşturuyor. Benim hayatım da Fikirtepe’nin, Kadıköy’ün yakın tarihi aslında. Dolayısıyla da 2024’teki ilk yazımda semtimin ve ilçemin yakın tarihini anımsamak, yazmak ve Fikirtepe’nin adını taşıyan bir alanda Fikirtepe’yi yazmak istedim…
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.