9:50 am Siyaset • Bir Yorum

İttihatçılık

Bu aralar genç milliyetçi kesim arasında İttihatçılığa ilgide önemli bir artış var. “Zulme karşı mukavemet” gibi sloganları veya Enver, Talat ve Cemal Beylerin portrelerini sosyal medya mecralarında sık sık görmek mümkün.

O yüzden İttihatçılık nedir, ne değildir; biraz yakından bakalım.

İttihat ve Terakki Cemiyeti

İlk ismiyle İttihad-ı Osmani Cemiyeti, 1889 yılında İstanbul’daki Askerî Tıbbiye öğrencileri tarafından kuruldu.

O dönemin otokratik Abdülhamid rejiminde siyasal örgütlenme yasal olmadığı için bilhassa genç ve eğitimli kesimin öncülük ettiği bu örgütlenmeler “gizli cemiyetler” şeklinde teşekkül ediyordu.

İttihad-ı Osmani Cemiyeti, isminden de anlaşılacağı üzere, Osmanlı’nın birliğini savunuyordu. Yani “milliyetçi” ama “Osmanlı milliyetçisi” idi. Hedef, imparatorluğun birliğini sağlayarak onu ayakta tutabilmekti.

Bir süre sonra cemiyetin başına önemli bir entelektüel olan Ahmet Rıza Bey geçti ve adı da “Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti” oldu. Sıkı bir pozitivist olan Ahmet Rıza Bey için “terakki”, yani toplumun modern doğrultuda ilerlemesi, çok önemliydi.

Zamanla merkezi Paris’e kaymakla beraber cemiyet imparatorluktaki genç asker ve bürokratlar arasındaki faaliyet ve örgütlenmelerine devam etti.

Cemiyetin ideolojisi toplumsal ilerlemecilik, Osmanlıcılık ve liberalizmin bir karışımıydı. Ancak 1902’deki kongrede liberal yönü daha ağır basan ve adem-i merkeziyetçiliği savunan Prens Sabahaddin liderliğinde bir grup cemiyetten ayrıştı.

Cemiyetin temel siyasi hedefi, Sultan Abdülhamid’in otokratik mutlak monarşi rejimine son vermek, 1878’de askıya alınan “Midhat Paşa Anayasası”nı tekrar ilan ettirmek ve kapatılan Meclis-i Mebusan’ı açtırmaktı. Yıkılmakta olduğunu gördükleri imparatorluğun ancak bu reformlar yapılırsa kurtarılabileceğine inanıyorlardı.

Cemiyet asıl kırılmasını 1906-1907’de yaşadı. Bilhassa Balkanlar’daki orta kademe asker ve bürokratların kurmuş olduğu “Osmanlı Hürriyet” ve “Vatan ve Hürriyet” cemiyetleri ile birleşti ve son ismi olan “Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti” adını aldı.

1908 sonrası Osmanlı-Türkiye tarihine damgasını vuracak Enver, Talat ve Mustafa Kemal Beyler bu birleşmeyle “İttihatçı” oldular. Ayrıca birleşme ile cemiyetin merkezi Paris’ten tekrar imparatorluk içindeki Selanik’e kaydı.

Birleşen cemiyetlerin isimlerine dikkat edilirse hepsi benzer dünya görüşüne sahiptir. İttihat/Osmanlı/Vatan kelimeleri imparatorluğun birliğine ve toprak bütünlüğüne, Hürriyet ve Terakki ise onun otokratik Abdülhamid rejiminden özgürleşerek modernleşmesine/ilerlemesine vurgu yapmaktadır.

Makedonya’daki bir askerî isyan ve onun bastırılamaması sonucu gerçekleşen 1908 Jön Türk Devrimi ile İttihatçılar temel hedeflerine ulaştılar. Anayasayı ilan ettirip meclisi açtırdılar. Ne var ki temel hedefleri olan imparatorluğu kurtarmayı gene de başaramadılar.

1908-1913 arasındaki bir güç mücadelesinden sonra yaptıkları darbeyle iktidarı tamamen ele geçiren İttihatçılar, Osmanlıcılığı tamamen terk edip radikal bir Türk-İslam milliyetçiliğine yöneldiler.

Otoriter bir rejim kurarak modernleşmeci birçok reform da yaptılar ama sonuçta önce Balkan Savaşları, sonra Birinci Dünya Savaşı’nda alınan yenilgiler sonrası imparatorluğun dağılmasını önleyemediler.

Anakronik bir ideoloji

Özet niteliğindeki bu tarihsel arka plandan anlaşılacağı üzere, İttihatçılık temelde bir “imparatorluğu modernleştirerek kurtarma” ideolojisidir. Modernleşme ve ilerleme/terakki burada araçsaldır. Birincil amaç güvenlikçi ve jeopolitik bir hedef olan “imparatorluğu kurtarma”dır.

1908’de Ahmet Niyazi, İsmail Enver ve Eyüp Sabri Beylerin dağa çıkarak Jön Türk Devrimi’ni başlattıkları isyanı tetikleyen temel olay, Britanya kralı ile Rus çarının aralarındaki anlaşmazlıkları bir kenara koyarak görüşmeleridir. Bu durum Rusya’ya karşı Britanya korumasına ihtiyaç duyan Osmanlı’daki subaylar arasında bir paniğe yol açmış, panik de “devleti modernleştirmeliyiz” düşüncesini tetiklemiştir. İttihatçılara göre devlet sistemi modernleşirse güçlenip kurtarılabilecektir.

1908 Jön Türk Devrimi gibi 1919 Türk Devrimi’ni tetikleyen de gene güvenlikçi ve jeopolitik kaygılar olmuştur. Mustafa Kemal Paşa liderliğinde Anadolu’da belkemiğini eski İttihatçıların oluşturduğu millî hareketin temel amacı ülkenin haksız yere işgale uğrayan topraklarını kurtarmaktadır. Millî hareketin manifestosu niteliğindeki Amasya Genelgesi “vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı tehlikededir” diye başlamaktadır.

Dolayısıyla şunu söyleyebiliriz: İttihatçılık bugün için geçerliliği olan bir ideoloji değildir. Çünkü bugün Türkiye için Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması şeklinde bir yıkılma tehdidi söz konusu değildir.

20. yüzyıl başında Osmanlı İmparatorluğu’nun bir ülke ve devlet olarak ortadan kalkması ve içindeki Müslüman halkların başka ülkelerin egemenliği altında girmesi tehlikesinin bugün halen geçerli olduğunu iddia edemeyiz.

Elbette her ülkenin olduğu gibi Türkiye’nin de güvenlik kaygıları vardır. Türkiye’nin bulunduğu coğrafyanın zor bir coğrafya olduğu ve bunun güvenlikçi kaygıları arttırdığı söylenebilir. Ancak Osmanlı’nın 20. yüzyılın başında yaşadığı güvenlik sorunları ile bugünkü güvenlik sorunları mukayese edilebilecek düzeyde değildir. Bugünkü bazı siyasi liderlerin oy hesabıyla sürekli bir “beka kaygısı”ndan bahsetmeleri de bu gerçeği değiştirmez.

Zaten 20. yüzyılın başındaki küresel sistemde ülkelerin ortadan kaldırılıp başka ülkelerin egemenliği altına girmesi olağan bir şeyken bugünkü küresel sistemde böyle bir uygulama artık yoktur veya oldukça istisnaidir.

Dolayısıyla İttihatçılık aslında anakronik, yani günümüzde karşılığı olmayan bir ideolojidir.

İttihatçılık yerine Kemalizm

Aslında İttihatçılığın bugünkü karşılığı Kemalizm’dir. Çünkü Kemalizm, İttihatçılığın temel kodlarını çağdaş ulus devlet koşullarına uyarlamıştır.

1919-1924 arasındaki Türk Devrimi sonrası yeni bir ulus devlet kurulmuş ve bu ulus devlet bugüne dek belirli dönemlerde önemli güvenlik kaygıları yaşamış olmakla beraber bir daha Osmanlı’nın 20. yüzyılın başında yaşadığı türden bir “yıkılma” tehlikesi yaşamamıştır.

Ancak Türkiye’nin Osmanlı’nın 20. yüzyılın başındakine benzer güvenlik kaygılarının artık olmaması, onun başka medeniyetlerin ve milletlerin gelişmişlik seviyesine çıkabildiği anlamına da gelmemektedir.

Dolayısıyla bugün bir siyasi mücadele verilecekse bu İttihatçılarınki gibi bir “devleti ayakta tutma” değil, Kemalistlerinki gibi bir “muasır medeniyet seviyesine çıkma” mücadelesi olabilir. İttihatçılığın güvenlik sorunlarını büyük oranda çözebilmiş bir ulus devletteki karşılığı Kemalizm’in “çağdaş uygarlık” hedefidir.

Çağdaş uygarlığı yakalayabilmek için ise en başta iktisaden kalkınmış olmak gerekir. İktisaden gelişmiş ülkelerin seviyesine çıkamamış bir ülkenin çağdaş uygarlık seviyesine çıkabildiğini söyleyebilmek mümkün değildir.

İktisadi kalkınma ise sadece ekonomiyle ilgili mesele değildir, aynı zamanda siyasal ve toplumsal yönleri de vardır. Bir ülkenin kalkınabilmesi için orada kurumsal bir hukuk devleti olması şarttır. Kurumsal hukuk devletini etkin ve bağımsız bir adalet ve çağdaş bir eğitim sistemi izlemelidir.

Dolayısıyla, “imparatorluğu modernleştirerek kurtarmak” isteyen ve bu amaçla otoriter Abdülhamid rejimine karşı anayasanın ilanı ve meclisin açılmasını savunan İttihatçılığın bugünkü karşılığı, otoriter Erdoğan rejimine karşı kurumsal hukuk devletini, yargı bağımsızlığını ve çağdaş bir eğitim sistemini savunmaktır.


*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.

Visited 341 times, 1 visit(s) today

Close