Son dönemlerde giderek popülerleşen ve hakkında kitaplar, dergiler ve çeşitli yazılar kaleme alınan İttihat ve Terakki; mefkûre arayışı içerisindeki yeni nesilde makes bulmaktadır. Bilhassa sosyal medyada giderek artan “İttihatçılık“, Nevşin Mengü gibi gazetecilerin de dikkatini çekmiş ve toplumda “Yükselen İttihatçılık” olduğu dile getirilmiştir. Fakat bu iddialar desteklenirken İttihat ve Terakki’nin ırkçı ve şovenist olduğundan bahsedilerek bir çuval inciri de mahvetmekten kendilerini alıkoyamamışlardır. Peki, nedir bu İttihatçılık?
Köklerini Yeni Osmanlılar ve Jön Türklerden alan İttihatçılık, yapısı itibarıyla haleflerinden farklı bir harekettir. Fikrî yapısı, yani anayasal monarşiyi savunması itibarıyla Yeni Osmanlılar ve Jön Türkler ile paralellikleri bulunan İttihat ve Terakki, aksiyonerlik ve gösterdiği reflekslerle bu ikisinden ayrışmaktadır.
Namık Kemal, Ziya Paşa ve Ali Suavi gibi gazetecilik etrafında kümelenen Yeni Osmanlılar, Babıali bürokrasine karşı muhalif bir hareket olarak ortaya çıkmış, Âli ve Fuat Paşaların lehinde faaliyet göstermişlerdir. Bu faaliyetlerin finansmanı ise saray küskünü olan Mustafa Fazıl Paşa’dır.
Ahmet Rıza ve Prens Sabahattin etrafında şekillenen ve taraftarlarının önemli bir kısmı Tıbbiye ve Mülkiye çıkışlı olan bir diğer ana akım ise Jön Türk neslidir. (Bunlara İkinci Jön Türk Nesli de denebilir.) Muhalefetlerini, tıpkı öncülleri Yeni Osmanlılar gibi hariçten yapmak zorunda kalan bu hizip, Sultan İkinci Abdülhamid’in keyfî idaresine karşı bir araya gelen ve türdeş olmayan şahıslardan oluşmaktadır. Padişaha karşı yürütülen muhalefetin ana enstrümanı ise propaganda ve neşriyattır.
Muhalefetlerini yazar-çizerlik üzerinden yürüten bu iki nesilden farklı olarak kurulan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti, köklerini Makedonya komitacılığından alan, örgütlenmesini ise askerî tabana yayan bir oluşum olarak 1906 yılının Eylül ayında ortaya çıkmıştır. Cemiyetin askerî kanada ağırlık vermesi, onun meşrutiyete giden yolda demir yumruk olmasını sağlamıştır. Örneğin; 1889 yılında kurulan İttihad-ı Osmani Cemiyeti (İkinci Jön Türk nesli), meşrutiyetin ilanı için on dokuz yıl beklemiştir. 1906 yılında Talat Bey tarafından kurulan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ise kuruluşundan iki yıl sonra meşrutiyeti kendi eliyle ilan etmeyi başarabilmiştir.
Kısacası İttihat ve Terakki’nin aslı olan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti, meşrutiyeti beklememiş, ona koşmuştur. Bunu yaparken de askerî kadrolar vasıtasıyla devlete kanalize olarak padişahın etrafını sarmayı başarabilmiş ve onu iyi tetkik ederek bir oldubitti ile meşrutiyeti ilan etmiştir.
1908-1913 yılları arasında çeşitli kabineler içerisinde kendine yer edinebilen İttihatçılar, bu dönemde iktidarın sahibi olmak yerine denetleyici bir görev üstlenerek meşrutiyetin bekçiliğini yapmayı tercih etmişlerdir. Bu tercihteki başlıca âmil ise şüphesiz ki onların siyasi arenadaki tecrübesizlikleridir. Bu tecrübesizliğin kaynağı ise kendilerinden ziyade, onları yıllar boyu siyasetten tecrit etmeye çalışan müstebit idaredir. Nihayetinde Sultan İkinci Abdülhamid tarafından apolitik hale getirilmek istenen bu nesil, tepeden tırnağa politize olmuştur.
1913-1918 arasındaki yıllarda ise İttihat ve Terakki devletin kaderine hükmeden ve parti-devlet bütünleşmesini sonuna kadar zorlayan bir oluşum olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu süreçte orduda düzenlemeler yapılmış, Edirne geri alınmış, Cihan Harbi’ne girilmiş, bilhassa Anadolu’nın batısında iskân politikası yürütülmüş, birçok cephede savaşılmış, siyasi arenada ise kimi seküler hamlelerde bulunulmuş ve çok ses getiren kimi sürgün hareketleri gerçekleştirilmiştir. Suların durulmadığı bu dönem sonunda Osmanlı Devleti Cihan Harbi’nden yenik olarak ayrılmış ve imparatorluğun mukadderatını elinde tutan İttihat ve Terakki Fırkası, kendisini 1 Kasım 1918 tarihinde feshetmiştir. İşte tam olarak da karşımıza bu noktada şu soru çıkmaktadır: İttihatçılık ölmüş müdür?
İttihat ve Terakki’nin; Yeni Osmanlılar ve Jön Türkler ile benzer kökten gelen fakat farklı bir hareket olduğundan yukarıda bahsetmiştik. Burada karşımıza yeni bir düzlem daha çıkmaktadır. Her İttihat ve Terakki mensubu İttihatçı mıdır? İttihat ve Terakki içerisinden sayısız simalar geçmiştir. Cemiyetin meşrutiyeti ilan etmesinden sonra ise İttihat ve Terakki mensubu olmak vatani bir mevzu haline gelmiştir. Bu duygusal ortamda İttihat ve Terakki’nin “etiket üyeleri” diyebileceğimiz mensuplarının sayısı ciddi oranda artmıştır. Peki, İttihat ve Terakki mensubu olanlar ile İttihatçıları nasıl ayırabiliriz?
Bunun cevabı oldukça basittir. 1 Kasım 1918 sonrası İttihat ve Terakki’nin emellerine hizmet eden her sima İttihatçıdır. O halde İttihatçılık yükseliş zamanında değil, kendini düşüş zamanında göstermektedir. Divan-ı Harb’de veya toplumsal alanlarda İttihat ve Terakki’yi telin etmiş ve onu katliam yapmakla suçlamış mensupları şüphesiz ki bu tanımın dışında kalmaktadır.
Cemiyetin feshinin akabinde hem Anadolu’da hem de hariçte İttihatçı simaların kimi çalışmalar yaptığı görülmektedir. Anadolu’da gerçekleştirilen birçok antiemperyalist kongrelerde İttihatçı imzası bulunurken İstiklal Harbi’ne insan ve mühimmat kaynağı sağlayan Karakol Cemiyeti ve Geyve bölgesindeki teşkilatlanmalar doğrudan İttihatçılar tarafından organize edilmiş teşebbüslerdir. Enver, Talat ve Cemal Paşaların Berlin’de, Moskova’da, Bakü’de ve Afganistan’da İstiklal Harbi için didinmeleri, bunu yaparken de İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı paravanı altında İttihatçılık davalarını sürdürmeleri, İttihatçılık meselesinin 1 Kasım 1918 tarihinde noktalanmadığını bize göstermektedir.
Cumhuriyet devrine geldiğimizde ise karşımıza İttihatçıların büyük tasfiyesi olan 1926 tarihli İzmir Suikasti davaları çıkmaktadır. Cemiyetin “A kadrosu”ndan kalan Kara Kemal, Dr. Nâzım ve Cavit Bey gibi önde gelen simaların yok edilmesi, İttihatçılık meselesine bir nihayet getiremese de duyguların sessizce yaşanmasına sebep olmuştur. Atatürk’ün vefatı ve sonrasında tek parti döneminin nihayetiyle birlikte ise eski İttihatçıların hatıratları gün yüzüne çıkmış, Cavit Bey’in ortalarda olmayan mektupları zevcesine tevdi edilmiş, yeni neşredilmeye başlayan dergilerde İttihatçılara dair hatıralar aktarılmış, Celal Bayar İttihatçı köklerinden dem vurmuş ve İttihatçı figürleri tekrar hatırlatma çabasına giren “Hürriyet Büyüklerini Anma Cemiyeti” gibi oluşumlar ortaya çıkmıştır.
Günümüze geldiğimizde ise İttihatçılık temalı birçok çalışmalar yapıldığı görülmektedir. Bu çalışmalar kimi zaman panel, konferans, makale, dergi ve kitap olarak kendini gösterirken kimi zaman da İttihatçı simaların mezarlarına yapılan ziyaretlerle kendini göstermektedir. Bunlara ilaveten İttihatçılık; şiirde, müzikte ve hatta siyasi söylemlerde bile kendine giderek yer bulmaktadır.
Bugün hiçbir karşılık görmeden, sadece bir asır önce yaşamış İttihatçı büyükleri anmaktan zevk alan ve bunu yaparken de hiçbir karşılık beklemeyen bir kitle önümüzde duruyorken İttihatçılık duygusunun öldüğünü söylemek haksızlıktır. Feshedilen veya öldürülen İttihat ve Terakki Fırkası/Cemiyeti’dir, İttihatçılık muhtemelen büyüyerek devam edecektir.
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.
[…] İttihatçılık Ölmüş müdür? (Burak Candemir – 24.03.2024) […]