Türk siyasî hayatında Üçüncü Yol’un tarihini Mareşal’in Millet Partisi’ne (MP) kadar geri götürmek mümkün. 20 Temmuz 1948 tarihinde resmen kurulan MP, hem muhalefetteki Demokrat Parti’ye (DP) hem de iktidardaki Cumhuriyet Halk Partisi’ne (CHP) karşı bir cepheyi temsil ediyordu. Partinin ilk genel başkanı Hikmet Bayur da MP’nin kuruluş nedenlerini sıralarken iktidardaki CHP ile ana muhalefet DP arasında bir ayniyet ilişkisi kuruyor ve her iki partiye yönelik eleştirilerini bu zeminden yapıyordu. Buna göre, halk CHP idaresinden bıkmıştı fakat DP de muhalefet vazifesini layıkıyla yerine getiremiyordu. İktidar ve ana muhalefeti aynı kifayetsizlik kefesine koyan bu anlayış, daha sonra kendisini yeni bir alternatif olarak tarif eden bütün siyasî partilerin ortak diskuru haline geldi. 1960’ların sonuna doğru siyaset sahnesine çıkan (Cumhuriyetçi) Güven Partisi’nden tutun da 1970’li yılların Milliyetçi Hareket Partisi’ne, Millî Selamet Partisi’ne, Demokratik Partisi’ne ve 1990’lı yılların Refah Partisi’ne kadar ana akımın dışında kalan tüm partilerde bu söylemi gözlemlemek mümkün. Esasen siyaseti ehven-i şerden kurtarmak için gösterilen Üçüncü Yol çabalarının literal anlamda kıymetli olduğu peşinen söylenebilir. Zira zamanla iki yakası asla kavuşmayan tatsız bir dilemmaya dönüşen ve kitleleri dehşetli bir arafa doğru sürükleyen siyaset ancak yeni teşebbüslerle rekabetçi bir hüviyet kazanabilir.
İşte İYİ Parti Genel İdare Kurulu’nun -eğer tatbik edilebilirse- yerel seçimlere müstakil olarak girme kararı da memleket meselelerine çözüm getiremeyen otoriter bir iktidar bloku ile geniş kitlelere umut veremeyen ana muhalefet partisinin tahakkümü altında sıkışan siyaset ve seçmenler için yeni ve farklı bir patika açma potansiyelini taşımaktadır. Yakın geçmişteki politik karnesine bakıldığında Üçüncü Yol’un inşa ruhsatı anlamına gelen bu kararını İYİ Parti’nin uygulamaya koyup koyamayacağı ise hala kesin değildir. Bu yüzden yazımda İYİ Parti’nin yerel seçimlerde CHP’yle ittifak yapıp yapmayacağına ilişkin varsayımlarda bulunmak yerine Üçüncü Yol’un zorluğuna değinip bu girişimden nasıl sonuç alınabileceğini tartışacağım.
Üçüncü Yol iddiası, siyasî yelpazenin sağ ve sol kutuplarını işgal eden iki politik güç odağının da reddedilmesi anlamına gelir. Diğer bir ifadeyle, ana akımların dışında kalmaktır. Bu da aslında hegemonik aktörler kadar güçlü olunmadığının zımnî bir teyididir. İşte, ilk zorluk burada başlar. Zira güçlü olan bütün kusurlarına rağmen daha fazla toplumsal teveccüh görebilir. Nitekim 1973 seçimlerinde iki ana partinin, AP ve CHP’nin toplam oyları o ana kadar tarihin gördüğü en düşük seviyeye, yüzde 63,1’e kadar düşmüş fakat bir sonraki seçimde yeniden yüzde 80’lere dayanmıştır. Demokratik Parti ve Millî Selamet’in istikrarlı bir seçmen tabanı oluşturmadaki başarısızlıkları ve koalisyon hükümetlerinin etkin olmayışı gibi faktörlerden ötürü seçmen oyların bölünmesine rıza göstermemiştir. Tam 50 yıl sonra, bugün merkez sağ ve merkez solun toplam oyları 1973’ten bile daha aşağı düşerek dip yapmıştır. Üçüncü Yol arayışı için siyasal iklim müsaittir ancak seçmenin güçlü olana meyyal doğası asla gözden kaçırmamalıdır. Eğer seçmenin açtığı kredi iyi değerlendirilemezse Üçüncü Yol’un birdenbire siyasal haricilikle neticelenmesi işten bile değildir. Dolayısıyla Üçüncü Yol adına ilk zorluğun adını koyabiliriz: seçmen doğası.
Sağdaki kutbun ötekisi soldaki, soldaki kutbun ötekisi ise sağdaki iken Üçüncü Yol iddiasındaki hareket, her ikisini de öteki olarak kodlamak mecburiyetindedir. Schmittyen bir anlayışla yapılan politik olan tarifinde sağdakinin düşmanı sol kutup, soldakinin düşmanı sağdaki kutuptur. Her iki kutbun da dost-düşman ayrımı berraktır. İşte Üçüncü Yol’un temsilcisi için ikinci zorluk burada belirir: politik olan tasvirindeki muğlaklık.
Bu maddeyi biraz açmakta fayda var. AK Parti’nin ötekisi yani siyasal ve tarihsel düşmanı -rakibi değildir- bellidir: CHP. Siyasî rakibi şu an İYİ Parti’dir. Siyasî dostu ise MHP, İYİ Parti, YRP, BBP, SP, Gelecek ve Deva’dır. Buradaki dost, her daim müttefik olmayacağı gibi düşman da her zaman rakip olmaz. Üstelik AK Parti bu dost-düşman ayrımını, ontolojik bir uzlaşma saiki olarak benimsiyor. AK Parti’nin gerektiği anda kimi dost, kimi düşman göreceğinin çerçevesi belli. İYİ Parti’nin ise dost-düşman kurgusu net değil. CHP’yle olan ilişkisini ve iş birliğini antagonistik takip mesafesini koruyarak sürdürmesi, AK Parti’yi ise pragmatik düzlemde eleştirmesi gerekirken İYİ Parti şimdiye kadar bunun tam tersini yaptı. Üçüncü Yol iddiasındaki bir siyasî hareketin, hegemonik kutuplar ile arasındaki farklılık homojen değil, heterojen olmalıdır. Bu heterojen boyut sayesinde Üçüncü Yol, kutuplardan birinin seçmenleriyle irtibat kurabilir ve kendisine seçmen akışını sağlayabilir.
Üçüncü Yol’un mümeyyiz vasıflarından biri siyasal tutarlılıktır. Politik zikzak kabiliyeti son derece sınırlıdır çünkü diğer iki kutbun da çeşitli açılardan yozlaşmış oldukları Üçüncü Yol’un en temel söylemidir. Üçüncü Yol söylemi aslında ahlakî bir üstünlük iddiasıdır. Bu argümanı tahrif etmemek için Üçüncü Yol’un siyasal tavırları tenakuzdan uzak olmalıdır. İYİ Parti’nin en büyük handikaplarından birisi buradadır çünkü partinin son bir yılı seçmene izah edilmesi gereken çelişkilerle doludur.
Üçüncü Yol’un başarılı olmasının ön koşulu, yukarıda bahsedilen ahlakî üstünlük iddiasının pratiğe dökülebilmesidir. Bunun yolu da yerel seçimlerden geçer. Üçüncü Yol’un, Türk siyasî hayatındaki en başarılı örneği Refah Partisi’dir. RP’nin iktidar olmasında merkez siyasetin çöküşünün elbette yadsınamayacak bir payı var. Ancak RP, 1989 ve özellikle de 94 yerel seçimlerindeki başarısını çok iyi kullanarak belediyeler aracılığıyla yaptığı hizmetlerini müstakbel iktidarına dair bir karine olarak sunmuş ve vatandaşın güvenini kazanmıştır. RP seçmenlere; adil, dürüst, şeffaf, rüşvetin kökünü kazıyan ve insanca bir yönetimi vadetmişti. RP’li belediyeler ise tüm bu siyasal ilke ve vaatleri, soyut kavramlar manzumesi olmaktan çıkarıp somut mekanizmalara dönüştürmüştü. Bu nedenle İYİ Parti’nin önümüzdeki yerel seçimlerde kısmî bir başarı sağlaması elzemdir. İstanbul ve Ankara kaybedilse bile göz önünde olan il ve ilçelerden bazılarını alması ve buralarda vatandaşı tatmin eden bir performans sergilemesi şarttır.
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.