1:43 pm Siyaset, Spor

Kadın Millî Voleybol Takımımızın Başarısı ve Yeniden Alevlenen Kültür Savaşı

3 Eylül Pazar gecesi kadın millî voleybol takımımız Sırbistan’ı mağlup ederek Avrupa Şampiyonu oldu ve hepimize büyük bir gurur yaşattı.

Ancak kadın voleybol takımımızın önceki müsabakalar ve maçlarında ortaya çıkan bir toplumsal durum bu son müsabakada daha da vurgulu bir şekilde kendisini gösterdi. Türkiye’nin 200 yıldır süregelen sekülerler/Batıcılar ile dindarlar/muhafazakarlar arasındaki kültür savaşı yeniden tetiklendi.

Millî başarının öncelikle kadınlardan gelmesi ve kadınların Avrupa’daki muadilleri gibi modern giyimli olmaları, seküler/Batıcı kesimin millî voleybol takımını ekstra sahiplenmesini beraberinde getirdi. Dindar/muhafazakar kesim ise önceki dönemlerde bu duruma pek ilgi göstermese de zamanla voleybol takımının başarıları üzerinden seküler/Batıcı ve Atatürkçü değerlerin sosyal medyada ön plana çıkarılmasından ve millî başarı ile bu değerlerin özdeşleştirilmesinden rahatsız oldu.

Hatırlanırsa benzer bir durum geçen mayıs ayında Merve Dizdar’ın Cannes Film Festivali’nde en iyi kadın oyuncu ödülünü alması ve ödül konuşmasında kadınların toplumsal baskı görmelerinden ve ikincilleştirilmelerinden bahsettiğinde yaşanmıştı. Seküler/Batıcı kesim ödülden gururlanmış ve konuşmayı sonuna kadar desteklemiş, dindar/muhafazakar kesim ise Dizdar’ı ülkesini Batılılara şikayet etmekle suçlamış ve eleştirmişti.

Ancak son voleybol şampiyonluğu sürecinde mevcut kültür savaşında başka bir cephe daha açıldı. Bazı voleybolcuların eşcinsel olması ve bunu özellikle saklama gereği duymaması, kadınlık ve kadın giyimine ek olarak bir de LGBT’ler üzerinden bir tartışmayı alevlendirdi ve toplum kültürel fay hatları üzerinden tekrar bölündü.

Peki, neden böyle oluyor? Neden her millî başarıda Türkiye toplumu o başarıyı kenetlenerek sahiplenmek yerine tam ortadan ikiye bölünüyor?

Bunun temel nedenini modernleşme tarihimizde aramamız gerekiyor.

200 yıllık bir kültür savaşı

“Kültür savaşı” sosyal bilimler lügatine ilk olarak Almanya üzerinden giren bir kavram. Alman prensliklerini birleştirip bir ulus-devlet kuran Bismarck’ın 1870’lerde eğitim alanında ve dini kurum atamalarında Katolik Kilisesi ile yaşadığı çatışmayı tanımlamak için kullanılıyor.

1870’ler Almanya’sından türemekle beraber elbette orayla sınırlı olarak kullanılmak zorunda değil. Tarihte veya günümüzde kültürel değerleri birbiriyle çelişen farklı toplumsal grupların çatışmasını tanımlamak için kullanılabilecek genel bir kavram.

Kültür çatışması denince Türkiye özel bir ilgiyi hak ediyor. Çünkü 200 yıllık modernleşme serüvenimizde, özellikle de modernleşmenin devletle sınırlı kalmayıp toplumsal kesimlere de yayıldığı son 100 yılda, Osmanlı/Türk toplumu bitmeyen ve sürekli, tekrar tekrar alevlenen bir kültür savaşı içerisinde olageldi.

Osmanlı’nın Batı’yla arasındaki gelişmişlik farkını kapatmak isteyen Osmanlı yöneticileri, devleti modernleştirirken ortaya seküler/Batılı değerleri benimsemiş bir bürokrasi sınıfı çıktı. Bu sınıfın kültürel değerleri geniş halk kesimlerinin geleneksel değerlerinden farklı ve hatta onunla çatışma içindeydi.

Türkiye kurulduktan sonra Türk devlet eliti bu seküler/Batılı değerlerin mutlaka topluma da benimsetilmesi gerektiğini düşünüp bu yönde kapsamlı bir reform hareketi başlatınca toplumsal düzeyde seküler/Batılı değerleri benimseyenlerle benimsemeyenler, ya da dinsel/muhafazakar bir yorumunu benimseyenler, arasında bir yarık oluştu.

Örneğin kadının toplumsal konumu ve nasıl giyinmesi gerektiği konusunda bu iki kesim birbirinden tamamen ayrılıyordu. Bu ayrışma sebebiyle devlet kurumlarında ve üniversitelerde kadınların başörtüsü takıp takmaması onyıllarca Türkiye’nin gündemini meşgul eden bir mesele olabildi.

AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılına kadar, hatta sonrasında da, seküler/Batıcı kesim tepe ordu ve yargı bürokrasisi üzerindeki hakimiyeti sayesinde kendi değerlerini hem devlette hem de kamusal alanda daha görünür kılabildi. Örneğin kadınların başörtüsü takarak devlet memuru ve üniversite öğrencisi olmaları çok uzun süreler yasaktı.

Ne var ki bu durum 2010’lu yıllardan itibaren değişecekti.

Seküler mahallenin son kaleleri

Türkiye’nin Erdoğan döneminde geçirdiği büyük dönüşüm elbette kültürde ve onun kamusal alandaki görünümlerinde de kendisini gösterdi. Son 20 yılda, özellikle de son 10 yılda, devlet üzerindeki hakimiyet Erdoğan ve AKP’nin temsil ettiği dindar/muhafazakarlara geçince seküler/Batıcı kesim kamusal alanı kendi değerleri doğrultusundan şekillendirebilme gücünü yitirdi. Seküler/Batıcı/Atatürkçü değerlerin görünürlüğü tamamen bitmese bile oldukça azaltıldı ve önemsizleştirildi.

Millî bayramların kutlanmasından tutun televizyon dizilerine, içkinin toplumsal konumundan uluslararası spor müsabakalarına, eğitim müfredatından futbol kulüplerine kadar hemen her konuda kamusal alandaki bu kültürel değişimi gözlemlemek mümkün. Onyıllardır katılageldiğimiz Eurovision Şarkı Yarışması’na 2013’ten beri katılmıyor oluşumuz bu değişimin en somut örneklerinden birisi.

İşte seküler/Batıcı kesimin kadın millî voleybol takımına ekstra ilgi göstermesi, onun başarılarıyla ekstra mutlu olmasının arkasındaki ana sosyopsikolojik faktör burada yatmakta. Yani bu muazzam dönüşüm ve gerileme sonrasında bir nevi “eski güzel günleri” anımsatan, hala düşmemiş/düşürülmemiş nadir kalelerden birisine sımsıkı tutunma hali.

Bu psikoloji elbette siyasetten bağımsız değil. Seküler/Batıcı/Atatürkçü kesimi temsil eden partilerin seçim üzerine seçim başarısızlığı ve iktidar bir türlü değişmedikçe Erdoğan’ın kültürel alanı değiştirme politikasının artan dozu da seküler kesimin son kalelere sığınma psikolojisini tetikledi ve tetiklemeye de devam ediyor.

İktidar bunu burada bırakır mı?

Toplumsal düzeyde yaşanan kültürel bir mücadelede dikkat edilirse seküler/Batıcı taraf çoğu zaman daha baskındır çünkü eğitim seviyesi ve donanımı daha yüksektir. Ama bu kesim çok temel bir şeyden mahrum: siyasal güç. Dindar/muhafazakar kesim ise tam aksine donanım eksikliğini yıllardır siyasal güce sahip olmasıyla telafi etmekte. Yani aslında siyasal iktidarını kullanarak kültürel iktidar olmaya çalışmakta.

Kadın millî voleybol takımının son başarısının ardından başlayan tartışmada da dindar/muhafazakar kesimin bu “siyasal iktidarın gücünü kullanarak kültürel iktidarı bırakmama” refleksini gözlemlemek mümkün. İktidarın rant ağından beslenen siyasetçiler ve sosyal medya ünlüleri eşcinsel oyuncuları çeşitli çarpıtmalar üzerinden hedef almakta, kadın sporcuların giyimlerini eleştirmekte. Aynı şekilde ortada ülke adına çok önemli bir başarı olmasına rağmen bu devlet yöneticilerince bilinçli olarak sahiplenilmemekte ve takdir edilmemekte. Seküler/Batılı değerleri temsil etmesi sebebiyle iktidarın bu başarıyla arasına bilinçli bir mesafe koyduğu gözlerden kaçmamakta.

Son 20 yıldaki kültür savaşının gelişimini düşünürsek iktidar kesiminden gelen bu ilk reaksiyonu kadın voleyboluna yönelik birtakım kurumsal düzenlemelerin takip edeceğini öngörebiliriz. İktidar büyük ihtimalle diğer başka alanlarda yıllardır yapageldiğini tekrar yapacak, kadın millî voleybol takımının seküler/Batılı değerlerin bayraktarlığını yapan formatını usul usul değiştirmeye çalışacaktır. Eşcinsel oyuncuların kadroda geriye itilmeleri ve daha kapalı giyimli kadınların kadroya dahil edilmeleri bu doğrultuda ilk akla gelen adımlar.

Tabii, dindar/muhafazakar kesimden kadınların da istedikleri kıyafetlerle voleybol oynayabilmeleri açıkça hakları. Ancak bu iktidarın asıl derdinin böyle bir özgürlük alanı yaratmak olduğunu iddia etmek, son 10-15 yıldaki gelişmelere bakarsak saflık olur.

Bu iktidarın son 10-15 yıldır yaptığı “özgürlük alanlarını genişletiyorum” adı altında hep kendi kültürel iktidarını inşa etmeye çalışmak oldu. “Demokratik değerleri savunuyorum” görüntüsü altında hep Makyavelist bir güç savaşı doğrultusunda hareket etti.

Bu yüzden son tahlilde ülkenin gelişimine de engel olan kayıkçı kavgası kıvamındaki bu kültür savaşının bitmesi için bu iktidarın değişmesi bir zorunluluk. Ancak şu anda bunu başarabilecek bir muhalefet varmış gibi gözükmüyor.


*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.

Visited 396 times, 1 visit(s) today

Close