9:42 am Siyaset

Kürt Sorunu ve HDP Meselesi

HDP meselesi ülke için hala modern üniter ulus devlette çözümü olmayan bir açmaz olarak duruyor.

HDP, terörle arasına mesafe koymadan ve terörü tanıyarak kınamadan bu meselede yol alınması imkansız görünüyor. Bu haliyle parti dünyanın hiçbir anayasal demokratik hukuk devletinde barınamaz ama burada barınabiliyor, ben bu durumu demokratik gevşeklik olarak görüyorum.

Türkiye siyasetinin HDP için fazlaca kredi açtığını ve inisiyatif aldığını düşünüyorum, parti ise ülke için hiçbir adım atmıyor, ortalama seçmen de sanırım benzer düşünceler taşıyor ve durumu görüyor.

Seçimlere dönecek olursak şu tespitleri yapabiliriz:

Muhalefetin seçim sürecinde HDP ile zımni ittifak halinde olması dahi seçimde sağ seçmeni karşı blokta konsolide etmeye yetti hatta kemik muhalif seçmeni de ekseriyetle huzursuz etti.

Ahalinin devlete halel getirmemek üzerine kurulu siyasi bakışı ve devleti kutsal bir varlık olarak algılayışı hala oldukça diri; üstelik bekaya dair travmalarımız henüz çok taze, böyle bir atmosferde adımlarınızı daha dikkatli atmak mecburiyetindesiniz.

Hukuku şahıslardan azade biçimde işaret etmek yerine; “Demirtaş ve Kavala’yı hapisten çıkaracağım” derseniz, millet de size tepkisini sandıkta koyar. Kapalı kapılar arkasında sonu nereye varacağı belli olmayan pazarlıklar ederseniz, millet buna tepki koyar, bu doğaldır.

HDP’yi meşru bir parti olarak tanıyorsanız bir protokol imzalarsınız ve bunu ilan edersiniz; bunun olumlu-olumsuz sonuçlarına da katlanırsınız eğer gayrimeşru bir parti olarak görüyorsanız zaten görüşmez ve pazarlık etmezsiniz. Ama “onları hem meşru bir parti olarak görüyorum hem de gizli pazarlıklar ediyorum” derseniz bu, size sandıkta seçmenden güvensizlik olarak döner ve öyle de oldu.

HDP ülke geneline yayılmış ve lokal kimlikleri aşmış bir kitle partisi olmak istemiyor; bir önceki seçimde % 13 olarak ona seçmen tarafından açılan kredi de böyle olunca tekrar % 8 civarına hapsoluyor.

Partinin örgütten bağımsız özerk bir iradesi yok, millet bunu görüyor; bu durum muhafazakar ve milliyetçi sağ seçmende ve solun ulusalcı kanadında tepkiye dönüşüyor.

Bugün örgüt neredeyse yurt içinde bitme noktasına geldi ve partiye yük oluyor; eskiden örgüt partiye siyasi mücadele alanı açıyordu ve fakat artık öyle değil. Bu değişen durumu da artık taban da parti yönetimi de görmek durumundadır.

Selahattin Demirtaş sanırım bu vaziyeti ufak ufak görüyor ve partiyi ülke sathına açmak istiyor ancak gerek cezaevi durumu gerekse parti içi oligarşi ile örgütün yönetici kadrosu buna izin vermiyor.

Kürt Meselesi

Kürt sorunu Türkiye’yi teorik anlamda aşan bir sorun zira bu sorun temelde üniter ulus devlet paradigmasının yarattığı bir şey. Bu soruna yine bu paradigmanın bulabildiği en sihirli formül “civic cultural integration” yani sivil kültürel adaptasyon.

Kürt sorununda memlekette çok temel bir metot hatası da vardı yıllardır:

Milliyetçiler ve Kemalistler heterojen sivil yapıdaki uzlaşı alanlarına çatışmacı; İslamcılar, sosyalistler ve liberaller de homojen idari yapıdaki çatışma alanlarına uzlaşıyla girdiler. Bu, temel bir yanlıştı.

Uzlaşı alanına çatışmayla, çatışma alanına uzlaşıyla girilmez. Sivil, sosyal ve kültürel hayat uzlaşma ve çeşitlilik alanlarıdır ve buraya asimilasyon, inkar, baskı ve çatışmayla giremezsiniz eğer girerseniz zulmedersiniz.

Siyasi, idari ve hukuki alan ise homojen millet varsayımıyla tanımlı egemenlik kavramı sebebiyle çatışma alanıdır ve buraya da uzlaşıyla giremezsiniz, girerseniz dağılırsınız.

Türkiye siyaseti bu sorunun sivil ve kültürel alandaki çözümüne dair alabileceği en büyük inisiyatifleri Erdoğan ile aldı ve atabileceği en büyük ve en kapsamlı adımları attı. Bundan sonra en ufak bir kıpırdama toplumsal bütünlüğü ve devletin birliğini tuzla buz edebilir.

Kürt meselesi kanaatimce çözülebileceği kadar çözülmüştür ve bundan artakalanı artık üniter bir devlette siyaset eliyle çözülemez. Hiçbir üniter ulus devlette egemen unsur üzerine inşa edilen anayasal vatandaşlık tanımı, bünyesindeki kolektif etnik paydaşlara müzakere yoluyla dağıtılamaz.

Sorunun çözüm yeri dolayısıyla artık ne gayrimeşru aktörler, ne meşru siyaset aktörleri, ne de meclistir; meclis, egemenliği müzakere edemez, kolektif etnik bir gruba dair siyasi, idari ve mali özerklik kararı alamaz, bu durum halka silahlı direniş hakkı verir.

HDP’yi destekleyenlerin çoğunluğu Kürt kimlikli vatandaşlardan oluşuyor ve bunların çoğu PKK’yı ya zımnen destekliyor ya da terör örgütü olarak görmüyor. Halkınızın yaklaşık 5 milyon vatandaşı hem terörü meşru görüyor hem de aynı vatan ve devlette aynı vatandaşlık haklarıyla yaşamak istiyor.

Sorunun esas kaynağı budur, açık konuşalım. Bu teknik olarak çözümü imkansız bir soruna işaret ediyor, buna bölgedeki teröre dair halkın temayülünün değişmesinden başka kimsenin yapacağı bir şey yok.

Siz siyaset ve devlet olarak temayüldeki bu dönüşüm sürecini teşvik edebilir, bu süreci tehdit eden iç ve dış faktörleri ortadan kaldırmaya gayret edebilirsiniz. Hepsi bu kadar.

Bu meselenin çözümüne yardımcı olacak şey ancak küreselleşme, sekülerleşme ve şehirlileşmenin doğal biçimde tedricî bir süreç içinde mensubiyete dayalı tüm etnik, mezhebî ve dinî kimlikleri görece önemsizleştirmesidir ve sabırlı davranarak gidişata bakarsak öyle de olduğunu görebiliyoruz.


*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.

Visited 320 times, 1 visit(s) today

Close