Türkiye’de gerçek bir cehalet rüzgarı var. Solda da sağda da bu cehalet bir fırtına gibi toplumsal barışı tehdit ediyor. İnsanların birbirine tahammülü gittikçe azalıyor. Bununla birlikte adaleti sağlaması gereken merciler bu işi yeterince iyi yapamadığı için devlete olan güven de hızla azalıyor.
Yılın ilk gününün ilk saatlerinde yaşanan bir olay, cehalet rüzgarını yine şiddetlendirdi.
1 Ocak sabahı iktidara yakın sivil toplum kuruluşlarının öncülüğünde gerçekleştirilen “Şehitlerimize Rahmet, Filistin’e Destek, İsrail’e Lanet” mitingi dönüşündeki bir vatandaşın bir başka vatandaş tarafından yumruklanması fırtınanın fitilini ateşledi.
Olay şöyle gerçekleşiyor: Mitingden dönen, boynunda Filistin atkısı ve elinde yeşil zemin üzerine “kelime-i tevhid” yazılı flama taşıyan bir vatandaş, üniversite öğrencisi olan bir başka vatandaş tarafından yumruklanıyor. Polis müdahale ediyor. Müdahale sırasında saldırgan genç tokatlanıyor.
Yumruğu atan üniversite öğrencisi Ege Akersoy ifadesinde pişman olduğunu, mealen, gündemdeki gayrimilî hadiselerin etkisinde kaldığını ve “yeşil zeminde Arapça yazılı” bir bayrak görünce dayanamadığını vurguluyor.
Ceza alsa bile hükmün erteleneceği bir olayda tutuklama yapmak ne demektir? Bu durum adaletin sarsıldığı noktalardan biridir.
Ayrıca üniversite öğrencisi bir gence ters kelepçe yapan Emniyet’in, polisin yanında gözetim altındaki bir şüphelinin tokatlanmasına ne tepki verdiğini de merak ediyorum?
İlgili olaydan sonra medyada ve sosyal medyada “kelime-i tevhid” yazılı flama ile “hilafet bayrağı”nı karıştıran kalabalık bir kitle ortaya çıktı.
Buradan anayasa ihlali, ihanet gibi suçlar icat edildi.
“Hilafet” denilen makam 3 Mart 1924’te TBMM tarafından kaldırılmıştır. En bilinen tarihî anlatıya göre Yavuz Sultan Selim’in 1517’de hilafeti kendi uhdesine almasından (tartışmalı bir konudur) 1924’e kadar “Hilafet Bayrağı” denilen şey Osmanlı’nın bayrak, sembol, sancaklarından ibaretti. Hilafetin son bayrağı bugün bizim kullandığımız Türk bayrağıydı. Son Halife Abdülmecid Efendi kendisine özel bir Hilafet bayrağı hazırlatmıştı. Onda da ay-yıldız vardı.
Peki “kelime-i tevhid” bayrağı nedir?
Adı üzerindedir. Üzerinde “Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed O’nun kuludur” yazan bayraktır. Yeşil zemin üzerine beyaz, siyah zemin üzerine beyaz ya da beyaz zemin üzerine siyah kullanımları vardır.
Bugün Suudi Arabistan bayrağında, Taliban idaresindeki Afganistan İslam Emirliği bayrağında yer alır. Ayrıca günümüzde Türkiye’de de aktif olan “Hizbuttahrir” örgütü de bu bayrağı kullanır. Aslında pek çok İslamcı grup ya da İslami hassasiyeti olan gruplarca da kullanılmaktadır.
Bunların yanı sıra 1. TBMM’nin açılışında duvara asılan sancakta, Çanakkale savaşlarında kullanılan bazı sancaklarda kelime-i tevhid vardır.
Osmanlıların bu bayrağı bir Hilafet sembolü olarak kullandığına dair bir bilgi yoktur. Abbasilerin siyasi bir hareketin simgesi olarak düz siyah sancak kullandığı genel bir bilgidir. İslam Devleti simgesi olarak düşünülürse Peygamber efendimiz Hz. Muhammed zamanında da böyle bir kullanım olduğu bilgisi mevcut değildir. Hatta rivayette Tebük Seferi öncesi Cebrail (a.s.) tarafından Hz. Muhammed’e üzerinde “hilal” olan ya da olmayan, üzerinde ayetler ya da “kelime-i tevhid” yazısı olan bir sancak verildiği yer almaktadır. Sancak-ı Şerif denilen ve kutsal emanetler arasında yer alan sancağın bu olduğu rivayet edilir. Sancak-ı Şerif Osmanlılarda Peygamber efendimize ait olduğu için büyük hürmet görür ve seferlere götürülürdü.
Kısacası günümüzde kullanılan daha da basiti 1 Ocak sabahı birkaç grubun kullandığı “kelime-i tevhid” yazılı bayrak hilafet bayrağı değildir.
Bu bayrağı kullanarak “hilafet çağrısı yapmak” ayrı ve bu bayraktan bağımsız bir fiildir.
Köklü Değişim, Hizbuttahrir ve Hilafet Çağrısı
Yaşanan yumruklaşma olayıyla eş zamanlı Hilafet’i savunan Hizbuttahrir örgütünün Türkiye’deki yayın organı “Köklü Değişim” tarafından organize edilen yürüyüşte “Filistin Hilafetle Kurtulur” yazılı afişler ve kelime-i tevhid bayrağı taşındı. Burada kullanılan bayrak Hizbuttahrir’in kullandığı ile aynıdır.
Hizbuttahrir bağlantılı “Köklü Değişim” dergisi 169 sayı yayımlanmıştır. Halen de aktiftir.
Grup pek çok salon toplantısı yapmış ve Hilafet çağrısı yapmıştır.
İnternet siteleri olan “kokludegisim.net” incelenirse yeterince bilgiye erişilebilir. Sitede Filistin sorunuyla alakalı fikir ve çözüm önerileri sunulmuş, bunlardan biri “Raşidî Hilafet” olmuştur.
Miting görüntüleri incelendiğinde Hilafet çağrısı yapan grubun bu grup olduğu görülmektedir. Galata köprüsü üzerinde ise çoğunlukla Filistin bayrakları görülmektedir.
Ben kendimi bildim bileli Hilafet çağrısı yapan bu gruba ne gibi hukuki müdahaleler olmuştur, bu da merak konusu.
Hüda-Par’ın Yargıtay denetiminden geçip onaylanan programında “eyalet, federasyon ve özerklik” ifadelerinin yer alması da bu hilafet çağrıları da adaletin kevgire döndüğünün göstergesidir. Fikir özgürlüğü sınırlarını aşmaktadır.
İslami Kavramların Terör ve Siyasal Hareketlerde Kullanılması
Yüksek lisans tezimi “Selefilik” akımı, bunun siyasal yansımaları ve terör üzerine yazmıştım. Tezde yazdıklarımın çok ilerisinde bir çalışma yapma şansım da olmuştu. Bu sebeple birkaç örnekle derdimi anlatmaya çalışacağım.
“İslami Terör”, “Cihatçılar”, Peygamber mührü, kelime-i tevhid bayrağı vs.
Yüce Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de emrettiği; malla, canla ve pek çok araçla dinî bir mücadele vermek anlamına gelen “cihat” kelimesi maalesef terör örgütlerinin bu kutsal ve mübarek kavramı alet olarak kullanması sebebiyle olumsuz bir anlam taşımaya başlamıştır. Özellikle konu hakkında bilgi sahibi olmayanlar, art niyetli olmasa da dikkatsiz kesimler ya da art niyetli İslam karşıtı gruplar “Cihatçılar” gibi bir kavramı türetmiş, özellikle Ortadoğu coğrafyasındaki silahlı terör gruplarına genel olarak bu adı vermişlerdir. Bu son derece yanlıştır. Cebine dolarları doldurarak hiçbir İslami ve insani hedef gütmeden yürütülen terör eylemleri ya da silahlı mücadeleler asla cihat olamaz. Sivilleri, çocukları katleden; masumları inançları sebebiyle katleden gruplar asla cihatçı olamaz. Birileri teröristlere “cihatçı” diyor ya da teröristler kendilerinin “cihat” yaptığını söylüyor diye Allah’ın emri olan kutsal bir mücadele terörle eş anlamlı hale mi gelecektir?
Ya da IŞİD Peygamber efendimizin mührünü sembol yaptı diye, Hizbuttahrir “kelime-i tevhid” bayrağıyla Hilafet çağrısı yaptı diye bu semboller gerçek anlamını yitirecek midir?
Bu durum aslında İslam dünyasının asırlardır içinde bulunduğu buhranın ve düşünce kıtlığının da bir sonucudur. Maalesef toplumsal baskı ve çeşitli organizasyonlar İslam’da akılcı ve barışçı düşünceyi bastırmaktadır. Dün Abbasi halifesi tarafından zindana atılan Ebu Hanife’nin yaşadıkları bugün de yaşanmaktadır.
Kısacası kavramlar, semboller birbirine girmiş ve gerçek anlamlarından uzaklaşmıştır.
Devletin Dini Nedir?
Ceditçi Türk aydınlarından Musa Carullah Bigiyef’in çerçeveletip duvarlara asılması gereken bir sözü vardır. Bir kısmı Hz. Ali’ye de atfedilir: “Devletin dini adalet, küfrü zulümdür.”
Yine benzer derinlikte bir ifade de Selçuklu vezirlerinden Nizamü’l-Mülk tarafından kullanılmıştır: “Küfr ile belki amma zulüm ile paydar kalmaz memleket.”
Türkiye’de ciddi bir adalet krizi vardır. Bence adalet açısından bir fetret devri yaşanmaktadır.
Aynı zamanda da cehalet, kutuplaşma ve kara propaganda saldırıları bir fırtına halindedir.
Ülkedeki ana muhalefet partisinin grup başkanvekili bile çıkıp “Hilafet bayrağı” üzerinden yorumlar yapmaktadır.
Bir kısım medya da Köklü Değişim grubunun Hilafet çağrıları ile yumruk hadisesini birlikte pompalamaktadır.
Habur rezaletini, Oslo görüşmelerini, Öcalan’ın mektuplarını, “sayın” çıkışlarını, T. C. tabelalarının sökülmesini, Türk milliyetçilerinin cezaevlerine atılmasını, İslamcılığı Arapçılıkla birlikte yaşayan güruhun sesinin yüksekliğini yaşayan bir nesil ise öfke dolmaktadır.
Ege Akersoy’un öfke patlaması da bunun sonucudur.
Ege, Şeyh Said güzellemeleri yapılan gündemden, Bebek Katili’ne övgüler yağdırılan Meclis’ten rahatsız bir neslin parçasıdır.
Ege, sığınmacı kampına dönmüş bir ülkenin geleceğinden kaygılanan bir neslin üyesidir.
Ege, sığınmacıların ülkeye verdiği zararı eksik, yanlış ya da doğru ve haklı pek çok kaynağa dayanarak anlatmaya çalışan ve aylardır cezaevinde bulunan Türk milliyetçisi gazetecilerin halinden kaygılı gençlerden biridir.
Anlaşılan hiç yapmadığı bir şeyi yaptı. Yaparken de hepimizin zaman zaman içinden geçen “Biraz da Türk olun be” haykırışını tekrarladı.
Attığı yumruk çok yanlıştı. Karşısında olduğu insanlara meşruiyet sağladı. Pişman olduğunu da ifade etti.
Umarım en kısa zamanda tahliye olur. Olmazsa adalet kavramı bir yara daha alacaktır.
Binlerce kişinin önünde hakem Halil Umut Meler’i yumruklayan eski Ankaragücü Başkanı Sayın Faruk Koca bu olaydan sonra 15 gün tutuklu kalmış ve tahliye olmuştu. Sayın Koca olaydan dolayı defalarca özür dilemişti.
Koca’nın 15 günde tahliye olduğu Türkiye’de ülke gündemindeki gayrimillî havadan vicdanen rahatsız olarak tasvip edilemeyecek bir saldırıda bulunan Ege Akersoy bakalım ne kadar yatacak?
Adaletin olmadığı yerde ne hilafetin ne şeriatın ne komünizmin ne demokrasinin bir kıymeti vardır.
Devlete bir din aranacaksa o açıkça adalettir.
Kutuplaşma Çağı
Cumhuriyet değerleriyle kavgalı, iktidarın yarattığı iklimden, gerçeklikten kopmuş tarihî dizilerden etkilenerek gerçeklerden uzaklaşan bir kesim ile İslami olan her şeyle örtülü ya da açık bir kavga yaşayan bir kesim. Bu iki kesim arasında ton ton bir tarafa yaklaşan bir kitle.
İslam tarihinden birkaç yüz yıl eksik bir Müslüman olma tarihi olan Türk milleti içinde İslami değer, kavram ve sembollerle kavgalı bir insanların hızla arttığı bir çağ.
İktidarın ve yandaşlarının politikalarını İslami söylemlerle meşrulaştırma hamlesinin toplumda yarattığı derin yaralar.
Ülke giderek kutuplaşıyor.
Bu kutuplaşmayla beraber bir cehalet rüzgarı esiyor. Birileri bu rüzgarla yelkenlerini şişiriyor ve gemisine daha çok insan almaya çalışıyor.
Neyin fikir özgürlüğü, neyin suç, neyin devletin temellerine dinamit koymak olduğunun belirsizleştiği bir çağdayız.
FETÖ’den ders almamış bir iktidarın üst üste yapmaya devam ettiği hataların ülkede en çok Türk kimliğine ve İslam’a zarar verdiği gerçeğini görmemesi ülkeyi buhrana sürüklüyor.
Ziya Gökalp’ın meşhur eserinin başlığı şuydu: “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak”
Muasırlıktan hızla uzaklaşan ülkemizde Türkleşmek ve İslamlaşmak da birbirinden ayrılarak farklı gruplarında elinde iç edilmektedir.
Türk milletinin kimliği ve tarihi bellidir.
Ne Mısır’dan ne Moskova’dan ne Brüksel’den ne de 30’lu yılların Almanya’sından ithal edilecek fikirlere ihtiyacımız vardır.
Asıl yumruğun cehalete, kutuplaşmaya ve kimlikteki ayrışmaya atıldığı gün gerçek yükseliş başlayacaktır.
Cezaevlerinde olması gerekenler ülkesinin geleceğine dair kaygıları olan gençler değil, ülkenin temeline dinamit koyanlar olmalıdır.
Son Not
Yazımı gönderirken Twitter’da Burak Bilgehan Özpek Hoca’nın bir tweetini gördüm, onu da buraya eklemek istiyorum:
“Bütün bu olan bitenin kutuplaşmayla ve gerek makro gerek mikro iktidarını kutuplaştırma üzerinden kuran gruplarla alakası olduğunu düşünüyorum. Bu ateşe odun taşımamak, aklı selimden ayrılmamak ve başkasının oyununun figüranı olmamak gerekiyor. Zekası, yeteneği, emeği olmadan sadece siyasi karşıtlık sömürüsü yaparak hayatını devam ettiren insanlara bakalım sadece. Nasıl iştahla bu meseleyi konuşup, körüklediklerini göreceğiz. Sloganları, laf çarpma yarışını, yaftalamaları ve kendi küçük mahallemizin haklılık şampiyonu olmayı bırakıp bunu düşünmemiz gerekiyor. Bu döngüden savaşarak ve olağanüstü durumlar yaratarak çıkamayız. Aksine sakin kalarak ve normalleşerek çıkabiliriz.”
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.