10:20 am Siyaset

Mürver Asayı Kırmak

Mürver Asayı Kırmak

Hepimizin aşina olduğu, özellikle 90’lı yıllarda çocukluğunu yaşamış olanların ilgiyle okuduğu ve sonrasında sinemaya da uyarlanan Harry Potter serisinde büyücüler âlemindeki iktidar mücadelesine yer verilmiş, güçlerini karanlık emelleri için kullanan büyücülerle iyi büyücüler arasındaki kıyasıya rekabet okuyuculara/seyircilere aktarılmıştır.

Bu mücadelenin geçmişinde karanlık güçlerin lideri Lord Voldemort (Kim Olduğunu Bilirsin Sen), kendisine itaat etmeyen ve karşı çıkan Harry Potter’ın ebeveynleri James ve Lily Potter’ı öldürmüş, bebek Harry’i öldüreceği esnada ise yaptığı kara büyü ters teperek kendi hayatına mal olmuştu.

Bedenen yok olan Lord Voldemort; yeniden dirilmek ve eski itibarını geri kazanmak için karanlık güçlerden oluşan eski ekibini (namıdiğer ölüm yiyenler) toplamış, bu sayede baş düşmanı ve aynı zamanda serinin başkarakteri olan Harry Potter’ı öldürmeye çalışmıştır.

Peki, serinin henüz başında yaptığı ölüm büyüsü geri tepen Voldemort oracıkta yok olmasına rağmen neden ruhu yok olmamıştır?

En güçlü büyücü olma gayesiyle yola çıkan Voldemort, ruhunu 7 parçaya bölerek (Hortkuluklar yaratarak) uğrayabileceği saldırılara karşı kendisini garanti altına almaya çalışmış sonrasında da her büyücünün sahip olmak istediği en güçlü asa olan Mürver Asa’yı bulmayı amaç edinmiştir.

Filmin sonunda 7 Hortkuluk ve Voldemort yok edilmiş, ardından Mürver Asa kırılarak bir daha kimsenin böyle büyük bir güce sahip olmaması gerektiği dile getirilmiştir.

En çok okunan roman ve en çok izlenen fantastik filmlerden olan Harry Potter serisinin bu yazıya konu olmasının sebebi ise Türkiye’deki mevcut yönetim sisteminin Harry Potter evreniyle olan benzerliğidir.

Türkiye’nin yönetim sistemi ve çözülmesi gereken problemleri ele alacağım bu yazıda Mürver Asa (yani en kudretli asa) “Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi”ne, 7 Hortkuluk ise Türkiye’de derhal çözülmesi gereken sorunlara işaret etmektedir.

16 Nisan 2017’de yapılan anayasa değişikliği referandumu ile Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir siyasi lider Mürver Asa’ya sahip olma imkanını bulmuş ve Türkiye, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçmiş, sistem değişikliğini takip eden 24 Haziran 2018 seçimlerinde de Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı seçilerek mürver asanın bizzat kendisi olmuştur!

Takip eden beş buçuk yıl içerisinde ise vadedilenin aksine, partili cumhurbaşkanlığı sistemi memleketimize huzur, refah, istikrar ve mutluluk getirmemiştir.

Yeni siyasal sistemle birlikte Türkiye’nin şahlanacağı, ekonomik darboğazdan kurtulacağı ve siyasi istikrara kavuşacağı taahhüt edilmesine rağmen geldiğimiz noktada Türkiye her anlamda geriye gitmiştir.

Değişimlerin sancılı olduğu ve ancak yapısal reformlarla sistemi zamanla tadil edebileceğimizi düşünenlerse sukutuhayale uğramış, mevcut sistemi savunamaz duruma gelmişlerdir.

Cumhurbaşkanı kararnameleri ile hızlı karar alma imkanının hasıl olacağı ve bunun da etkin yönetimi getireceği tezi ise partili cumhurbaşkanlığı sistemi sonrasında Türkiye’nin ekonomik, siyasi ve sosyal anlamda gerilemesi ile çökmüştür.

Yazının temel argümanı, bu sistemin kökten düzeltilmesinden önce yok edilmesi gereken 7 çok önemli Hortkuluk (sorun) bulunduğudur.

Peki, bu Hortkuluklar nelerdir?

1) Toplumsal Kutuplaşma:

Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri toplumsal kutuplaşmanın artmasıdır.

Siyasetçilerin toplumsal kutuplaşmayı yükselten ayrıştırıcı söylemleri, artan ekonomik krizle birlikte politizasyonun da artmasına meydan vermekte, bu da birlikte yaşama iradesinin ortadan kalkmasına sebep olmaktadır.

Özellikle siyasi partiler politik kazanım sağlayabilmek için toplumsal fay hatlarını tetiklemektedir. Meydana gelen her toplumsal olay esnasında biz ve onlar şeklinde düalist/dikotomik bir diskur benimseyen Erdoğan, bu ayrışmanın en belirgin örneklerini ortaya koymuştur.

Toplumun bu kadar fazla politize olması aynı zamanda ulus kimliğinin tahribatını da beraberinde getirmektedir.

Atatürk’ün millet tanımında da görüldüğü üzere: “Maziden kalan müşterek zafer ve yeis mirası; istikbalde gerçekleştirilecek aynı program; beraber sevinmiş olmak, beraber aynı ümitleri beslemiş olmak…”

Yani kederde, tasada, sevinçte, kıvançta bir olmak, millet olabilmektir.

Toplumsal kutuplaşmanın bu kadar derinleşmesi ve millet olmanın bireyler nazarında anlamını yitirmesi bir milletin geleceği açısından en büyük tehdittir. Yine Atatürk düşmanla mücadelede üç kuvvetin tayin edici olduğunu söylemektedir. Milletin kendisi, meclis ve silahlı kuvvetler.
Nutuk’ta ifade edildiği üzere, “Asıl olan iç cephedir. Bu cephe bütün memleketin, bütün milletin meydana getirdiği cephedir. Dış cephe, doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, mağlup olabilir fakat bu durum, hiçbir zaman bir memleketi, bir milleti yok edemez. Önemli olan, memleketi temelinden yıkan, milleti tutsak ettiren, iç cephenin çökmesidir…”

2) Kaçak Göç ve Sığınmacı Sorunu:

Türkiye’nin karşı karşıya olduğu en büyük problemlerden bir tanesi de kaçak göç ve sığınmacı sorunudur. Sorunu bu kadar büyük yapan en büyük etmen ise peşi sıra farklı meseleleri tetiklemesidir.

Türkiye’den mülk edinen ve vatandaşlık alan yabancıların sayısının fazlalığı ise sorunun boyutunu büyütmektedir.

Kaçak göçle birlikte Afganistan ve Pakistan üzerinden gelen uyuşturucu sorunu, sığınmacı ve kaçakların gettolaşarak şehrin belirli bölümlerini ele geçirmesi, gettolaştıkları yerlerde asayiş problemlerine sebep olmaları, nüfuslarının hızla artmasıyla gelecek konusunda endişeye sebebiyet vermeleri, kadınların ve çocukların sosyal hayatını kısıtlayacak ölçüdeki davranışları en önemli problemlerdendir.

3) Tarikat ve Cemaatlerin Etkinliği:

Türkiye’de 15 Temmuz 2016 askerî kalkışmasından sorumlu olan FETÖ, yıllar içerisinde devletin kritik kurumlarında örgütlenmiş, örgütün devlete sızma stratejisi ise askeriye-mülkiye-adliye üzerinden gerçekleşmiştir.

15 Temmuz sonrası bilhassa itirafçılardan alınan ifadeler ve yargılamalarla FETÖ’nün devlet içerisindeki kadrolarının bir kısmı deşifre edilmiş, bir kısmı ise sessizliğe gömülmüşlerdir.

Yaşanan trajik olaydan ders çıkarması gereken iktidar ise gereken dersi almamış ve FETÖ’nün yerine farklı tarikat ve cemaatleri ikame etmiştir.

Bu tarikat ve cemaatlerin özellikle yargı ve güvenlik bürokrasisinde kadrolaşmaları ise Türkiye’nin fasit dairenin içerisine girdiğini göstermektedir.

Hatırlatmakta fayda var. FETÖ’nün etkin olduğu yıllarda FETÖ’nün ordu imamı bir astsubay hiyerarşiyi umursamadan FETÖ’cü bir generale emir verebiliyordu.

Devlet terbiyesinden yoksun olan ve kendi cemaatinin iç hiyerarşisini önceleyen bu kişilerin yeri geldiğinde de Hürriyet ve İtilafçılar gibi Edirne’yi Enver alacağına Bulgar alsın dediklerini biliyoruz.

Çakarlı arabalara binen ve devlet erkanı gibi karşılanan cemaat liderlerinin devlet içerisindeki etkinliğini sürdürmesine izin vermek, geçmişte yaşanan krizlerin yeniden zuhur etmesinden başkaca bir sonuç doğurmayacaktır.

O yüzden yok edilmesi en öncelikli Hortkuluklar’dan birisi de tarikat ve cemaatlerin etkinliğidir. Örgütlenerek ve ticaret yaparak güçlenen her cemaat elde ettiği nüfuzu mutlaka devlet düzeyine taşımak isteyecektir.

4) Bakan Yardımcılığının Kaldırılması:

Başkanlık sistemlerinde seçilen başkanın kendi yöneticilerini bakanlıklara ataması ve tüm sorumluluğu kendi üzerinde toplaması alışılmış bir usuldür. Fakat Türkiye’de özellikle bakan yardımcılığına atanan kişilerin gerekli bilgi ve donanıma sahip olmaması kurumların geleceklerini tehlikeye atmaktadır. Parlamenter sistemde bakanlıklarda bakandan sonra en yetkili kişi olan ve kurum içerisinden yükselerek gelinen müsteşarlık makamı, kurumsal hafızanın ve devletin geleneksel politikasının sürdürülmesi açısından olmazsa olmazdır.

Bakan yardımcılıklarının kaldırılması ve partili cumhurbaşkanlığı sistemi ile birlikte kaldırılan müsteşarlık makamının ivedilikle getirilmesi şarttır.

5) Yargı Bağımsızlığı:

Bir ülkedeki yargı bağımsızlığı sadece kendi vatandaşları için değil, yabancı yatırımcılar için de olmazsa olmazdır.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile yürütme organının, yasama ve yargı organlarının üzerindeki etkisi artmıştır. Bu kapsamda, yasama yetkisini sürdüren Türkiye Büyük Millet Meclisi adeta işlevsizleştirilmiştir.

Yine partili cumhurbaşkanlığı sistemiyle bağımsız ve tarafsız yargı yok edilmiş, yargı hiyerarşisinde en üst makam olan Anayasa Mahkemesi’nin kararı Yargıtay 3. Dairesi tarafından tanınmamıştır.

Tarikat ve cemaatlerin yargı üzerindeki etkisi de artmış, hakim ve savcıların objektif kriterlere dayalı şekilde atanmadıklarına dair endişe toplumun tüm kesimlerinde hasıl olmuştur.

6) İşsizlik ve Enflasyon:

Türkiye’de en önemli problemlerden birisi de enflasyon ve işsizliğin artmasıdır. Bu sorunlar birbirini ve diğer sorunları da tetiklediği için en acil çözülmesi gereken sorunlardandır.

TÜİK’e göre 2020’de % 14,6 olarak gerçekleşen enflasyon, 2023 yılında % 64’e yükselmiştir. Enflasyonun bu kadar yüksek olması ise en çok toplumun gelir seviyesi düşük kesimlerini etkilemektedir.

Enflasyonun yükselmesi sonucunda alım gücü azalan vatandaşlara çare olarak hükümet asgari ücreti arttırmakta, maliyetleri artan işverenler de maliyetlerini fiyatlara zam yaparak çözme yoluna gitmektedirler.

Maliyetleri karşılamayan işverenlerden bazıları da artan maliyetlere çözüm olarak işçilerini azaltmakta, işsizliğin yükselmesiyle geliri olmayanların sayısı arttığı için bu da ekonominin bir sarmal olarak bozulmasına neden olmaktadır.

Enflasyon oranı ve işsizlik oranının toplamından oluşan sefalet endeksi ise Türkiye’de böylece gittikçe artmaktadır. Ne yazık ki üretim ekonomisine geçilmediği, tasarruf yapılmadığı ve yanlış ekonomi programları sürdürüldüğü takdirde ise bu sorun devam edecektir. 

7) Beyin Göçü:

Bu bahsedeceğimiz problem çözümü en zor problemlerden biridir. Yukarıda saydığımız problemlerin çözümsüz kalması, liyakat/adalet dengesinin sağlanmaması ve geleceğe yönelik kaygı, Türk gençlerinin geleceklerini başka ülkelerde aramasına sebep olmaktadır.

Eğitimli gençlere yönelik siyasetçilerin söylemleri ve özellikle Batı ülkelerinden gelen talep ise beyin göçünü hızlandırmaktadır.

2012’de sadece 59 doktor yurt dışına giderken 2022 yılında yurt dışına giden doktor sayısı 2 bin 414, 2023’ün ilk 11 ayında ise 2 bin 785 olmuştur.

Türkiye’nin en önemli liselerinden olan Alman Lisesi mezunu 124 öğrenciden 122’si, İstanbul Erkek Lisesi’ni bitiren 166 gençten 133’ü, Avusturya Lisesi’nin 75 mezunundan 74’ü yurt dışında bir üniversiteyi tercih etmiştir.

Maalesef bu gençlerin yerini ise Suriye, Afganistan ve Afrika ülkelerinden gelenler doldurmaktadır.

Eğer bu parlak gençlere ülkemizde bir gelecek vadedemezsek Türkiye’nin geleceği de parlak olmayacaktır.

Not: Yazı, Azkaban’a gitmemek için itidalli bir dille yazılmıştır!


*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.

Visited 546 times, 1 visit(s) today

Close