Geçtiğimiz genel seçimin öncesindeki aylardan beri Türkiye’nin Rusyalaşmanın eşiğinde olduğunu yazıyorum ve bu konuda uyarılarımı dile getiriyorum.
Rusyalaşmadan kastım Türkiye’nin bir daha seçimle iktidar değişimi ihtimalinin olmadığı tam otoriter bir rejime geçmesi.[*]
Geçtiğimiz genel seçim bunun durdurulabilmesi için çok büyük bir fırsattı. Başta doğru cumhurbaşkanı adayı belirlemek olmak üzere muhalefet doğru adımları atsa ekonomik zorlukların ciddi ölçüde arttığı bir ortamda seçimi kazanabilirdi. Ancak Kılıçdaroğlu ve çevresindekilerin kendi dar çıkarlarını öncelemeleri yüzünden bu fırsat heba oldu.
Geçtiğimiz genel seçimin kaybedilmesinden sonra Türkiye’de seçimle iktidar değişimi ümitleri önemli ölçüde azaldı. İYİ ve DEM Partilerin CHP ile güçlerini birleştirmeye artık istekli olmamaları zaten tam da bu durumun bir sonucu.
İstanbul ve Ankara’nın önemi
Geçtiğimiz seçime “son seçim” denirken bir yönüyle doğru söyleniyordu.
Elbette yasal olarak seçimler devam ediyor. Ancak muhalefetin gerçekten bir değişim olacağına dair ümitleri neredeyse tükenmiş durumda.
Bununla beraber, bu doğrultuda çok fazla yol alınmış ve eşiğine gelinmiş olmakla birlikte Türkiye halen tam olarak Rusyalaşmış değil. Ve aslında önümüzdeki yerel seçimde İstanbul ve Ankara’nın akıbeti bu konuda oldukça belirleyici olacak.
İstanbul ve Ankara muhalefette kalırsa Erdoğan rejimi belli konularda kendini dizginlemek zorunda kalacak. Ayrıca muhalefette tekrardan “kazanabiliriz” duygusu oluşacak. Ümitler tazelenecek.
Ancak Ankara ve İstanbul iktidara geçerse rejim otoriter ve İslami yönde toplumsal mühendislikçi politikalarında vites arttıracak. Muhalefetin bir yenilgi daha alması ise ümitleri tamamen bitirecek ve Türkiye belki de artık o eşiği aşarak tamamen Rusyalaşmış olacak.
Yani bu seçim “sonucu fark etmez” bir seçim değil. Mevcut rejimin yörüngesine karar verecek çok önemli bir seçim.
İmamoğlu
Ancak mesele sadece şehir olarak İstanbul ve Ankara’nın kazanılıp kaybedilmesinden ibaret değil. Bu seçim aynı zamanda muhalefetin Erdoğan’la boy ölçüşebilecek gerçek bir lidere sahip olup olmayacağını da belirleyecek.
Eğer İstanbul’da İmamoğlu; İYİ ve DEM Partilerin ayrı aday çıkarmış olmalarına rağmen seçimi kazanabilirse kaçınılmaz olarak muhalefetin doğal lideri haline gelecek.
Çünkü İmamoğlu’nun İstanbul’da seçimi bu şartlarda kazanması demek hem Erdoğan’ı üç kez üst üste yenmesi hem de İYİ ve DEM Partiler destek olmasa bile Cumhur İttifakı seçmeninden aldığı oylarla seçimi kazanabildiğini ispatlaması demek.
Bu ikinci söylediğim bilhassa önemli. Geçtiğimiz cumhurbaşkanlığı seçimini Kılıçdaroğlu’nun kaybetmesinin en önemli nedeni Cumhur İttifakı tabanından oy geçişi sağlayamamasıydı.
Türkiye’de herhangi bir muhalefet liderinin üç büyük muhalefet partisi kendisini desteklediğinde yüzde 48 alması çok zor değil. Ancak yüzde 51 alabilmek için Cumhur İttifakı tabanından oy geçişi yapabiliyor olmanız gerekir ki bu zor.
Siyasi profili ve halkla iletişim kurma becerisiyle İmamoğlu bunu yapabileceği potansiyelini bize veriyor. Ancak İstanbul seçimini kazanırsa bunu tamamen ispatlamış olacak.
Erdoğan’ın 20 yıldan fazladır iktidarda kalabilmesinin sırrı popülist siyaseti çok iyi icra edebiliyor olmasında yatıyor.
Şimdi ilk defa muhalefetin elinde popülist siyaseti Erdoğan kalibresinde icra edebilen bir siyasi lider var. Bu lider önü kesilmeyip geçtiğimiz genel seçimde cumhurbaşkanı adayı yapılmış olsaydı şu anda muhalefet çok büyük ihtimalle iktidardaydı.
Ancak İmamoğlu cumhurbaşkanı olursa kendi göreli konumları önemsizleşecek muhalefet aktörleri Erdoğan’ın da yardımı ile İmamoğlu’nun önünü kesmeyi ve aday olmasını engellemeyi başardılar.
Ne var ki eğer İmamoğlu İstanbul’u bu şartlarda kazanabilirse tabanda doğal lider gibi görülmeye başlanacağı için artık bir daha önünün kesilmesi pek mümkün değil. Ayrıca bu defa önünü CHP içinden kesebilecek birileri de yok. O kapı son kongredeki değişimle beraber kapandı.
Popülist siyaset mecburiyeti
Evet, popülist siyaseti gene popülist siyasetle yenmeye çalışmak ideal bir çözüm değil.
Ancak Türkiye şartlarında başka bir yol gözükmüyor. Türkiye’de popülist siyasetçileri engelleyebilecek bir kurumsal gelişmişlik ve kültürel demokratik olgunluk yok. Olsaydı zaten ülkeyi 20 senedir Erdoğan yönetiyor olmazdı.
O yüzden “çivi çiviyi söker” demekten başka şansımız yok. Popülist Erdoğan gene başka tarzda popülist İmamoğlu’yla dengelenebilir.
Bu dengelenme bir seçim zaferine dönüşebilirse o zaman devletin kurumsallığını ve demokratik sistemi restore edebileceğimiz bir kapı açılabilir.
Ancak bir seçim zaferi olmadan bu kapının açılması mümkün değil. Seçim zaferi için ise yol belli.
[*] Rusya’da nasıl bir siyasal sistem olduğunu üç hafta önceki yazımda ele almıştım: https://www.fikirtepemedya.com/siyaset/rusyanin-otoriter-siyasal-sistemi-ve-turkiye/
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.