–dört bölümlük dizinin ilk yazısı–
Türkiye’de kurumsal ve toplumsal muhalefet, özellikle de ilki, entelektüel ve politik bir uyuşukluğa kapılmış durumda. Bununla baş etme konusunda da isteksizlikle beraber bu yönde bir istek beyanına ya da girişimine tanık olduğumuzda ise kapasitesinin buna el vermediğini görüyoruz.
Altılı Masa, böylesi bir kapasite iddiasıyla oluşturulmuş, aktörlerini, eylemlerini ve eylemsizliklerini bu iddiayla meşrulaştırmış fakat siyasal bir alternatif olduğunu deklare ederken önü alınamayan körlüklerin, siyasal bir hareketin ivmesini yavaşça katleden, aynı zamanda büyük zamanlama hatalarına yol açan zehirli iyimserliklerin pençesinde sönüp giden bir girişime dönüşmekten kendini alıkoyamamıştır.
Trajik bir şekilde politik uyuşukluk ve bundan sıyrılma hususundaki kapasitesizlik, söylemsel argümanların gürültüsü altında kurumsal muhalefetin kalıtsal niteliği olmaya doğru ilerliyor.
Son günlerde gerek CHP gerekse İYİ Parti’nin “ittifak” mecburiyetinden sıyrılamayan yaklaşımları giderek kalıtsallaşan kapasitesizliğin güncel örnekleri olarak okunabilir. Nitekim seçim ittifakı, bunun ne şekilde gerçekleşeceği gibi konular giderek kurumsal muhalefetin kapıldığı politik uyuşukluğun anahtar kelimeleri haline geliyor.
14-28 Mayıs seçim süreçleri ve sonrasındaki gelişmeler, kurumsal muhalefetin anaokuluna bırakılmış küçük çocuklar gibi olup bitenden habersiz hatta onları pek umursamayan, yarı hüzünlü, yarı şımarık bir ruh halini ifşa etti.
Bu ruh hali ile yüzleşmeyi ve iktidar alternatifi bir potansiyeli mümkün kılacak siyasal-psikolojik bir reformasyonun gerekliliği günbegün artarken kurumsal muhalefetin aktörleri Altılı Masa’nın siyasal psikolojisinden kopamadıklarını açıklamalarıyla, bu açıklamalardaki ince tutarsızlıklarla ve eylemsizlikleriyle her defasında ispatlıyor.
Başka bir ifadeyle, kurumsal muhalefetin aktörleri bütünüyle Altılı Masa’nın hafızası içinde hareket ediyor. Fakat bu hafıza seçim yenilgisinden ikinci tur öncesinden bugüne uzanan bir tutarsızlığının da aslî nedeni.
Örneğin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun HÜDA-PAR ve HDP/YSP bağlamında yaptığı açıklamalar, Zafer Partisi ile imzalanan “şahsi” protokoller CHP’nin Altılı Masa sürecinde İYİ Parti’yle kurduğu asimetrik ilişkiden ve bu ittifaka bakışından ayrı düşünülemez.
Bugünden geriye baktığımızda iyi yönetilememiş gibi algılanan süreçlerin aslında Millet İttifakı’na dönüşen Altılı Masa’nın yapısı, mantığı, aktörlerinin masaya bakışındaki uzlaşmaz farklılıklar yüzünden kaçınılmaz bir şekilde “zaten iyi yönetilmesi mümkün olmayan süreçler” olduğunu görüyoruz.
Tam da bu tutarsızlık gereği Altılı Masa’nın teatral-politik bir işleyişe sahip olduğunu söylememiz mümkün.
Peki, teatral-politik işleyiş ne demek?
Platon, binlerce yıl önce dramanın ayartıcı niteliği konusunda bizleri uyarmıştı. Buradan bakınca politikanın teatral niteliğinin belirli bir bağlam içerisinde insanları hatta politikacıların kendisini bile etkisi altına alma olasılığından söz edebiliriz.
Bu etkilenmenin güncel yorumu “kazandığını sunan bir sahnenin” sahnelenmesini içerir. Drama, bu noktada zaten kazanmış olmanın sahnelenişidir. Seçim sonuçlarının, öncekilerine kıyasla yarattığı büyük hayal kırıklığı ve muhalif seçmende yol açtığı siyasal apatinin nedeni de gerçeklikle tezat oluşturan da bu dramadır.
Dramanın en belirgin niteliği ise siyasal bir etki yaratmaktan, güçlü bir alternatif olmaktan ziyade kendi konumunu korumakla ilgili olmasıdır.
Bunun güncel örneği, Türk siyasetine dair muhalif analizlerde “demokrasi” uğrağı olarak kodlanan CHP’nin, yaklaşık on beş yıllık başarısız sürecine yönelik içsel değişimleri konjonktürel açıklamalar ve sonuç üretmeyen hamlelerle etkisiz hâle getirirken genel seçimler öncesi paradigmayı yerel seçimlere de uygulamış olmasıdır. Keza 14 Mayıs seçimlerini “son seçim” olarak kodlayan CHP lideri son olarak benzer şekilde yerel seçimlerin, “genel seçimlerden farklı” olduğuna vurgu yapmaktadır.
Siyasal ve sosyolojik gerçeklikten, siyasal kültürün belirleyici uğraklarından kopuşa yol açan dramanın pratikteki sonucu ise şu:
Ana muhalefet partisinin bürokratik-yapısal sıkışmışlığı onun siyaset üretme kapasitesini tümüyle Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtlığına hapsederken aynı zamanda, muhalefet blokunu da açık bir şekilde kendi siyasetsizliğinin, kendi dramasının uzantısı olmaya zorluyor.
CHP, nesnel olarak en güçlü muhalefet partisi olmakla birlikte bu konumunu, etkin bir siyaset üretme kapasitesine harcamak yerine konumunun konforuna kapılarak hareket ediyor. Kendi seçmenine bakışını ortaya koyan “bize mecburlar” yaklaşımı, aynı şekilde başta İYİ Parti olmak üzere diğer muhalif partilere yönelik yaklaşımına da sirayet ediyor.
İlk bölümünü okuyacağınız bu yazı dizisinde Altılı Masa fenomenini ele alırken muhalif siyasi aktörlerin stratejik çöküşünü, politik uyuşukluğa hapsolmuş vizyonlarını da vurgulayacağız. Türk siyasetinin geleceğe yönelik projeksiyonunu da bu bağlamda çizmeye çalışacağız. Bu projeksiyonun oluşmasında kurumsal muhalefetin sorumluluğunu hatırlatmaktan da çekinmeyeceğiz.
Benzersizlik Söylemi ve Altılı Masa: Şubat-Ağustos 2022 Dönemi
Altılı Masa, 12 Şubat 2022’de ilk toplantısının akabinde Türkiye’nin unuttuğu çoğulculuk, demokrasi gibi değerleri hatırlatan, siyasal husumetin bir yönetim pratiği haline geldiği aşamada birbirinden farklı altı siyasi parti liderinin buluşmasının bile anlamlı olduğunu söyleyen coşkuyla karşılandı.
Bu ikinci noktanın, farklı altı siyasi partinin bir araya gelişinin altı önemle çizilmelidir.
Çünkü Altılı Masa’nın karar alma potansiyelinin sorgulandığı, eylemsizliğine ve toplumda heyecan yaratmakta başarısızlığına eleştiriler getirildiği zaman bu husus, bir tür meşruiyet ilkesi olarak defalarca kamuoyuna sunuldu.
Söz konusu meşruiyet ilkesi, bir nevi “çoğulculuğun” aşırılığa kaçması karşısında muhalif kamuoyunun önde gelenleri tarafından emniyet supabı işlevi gördü.
12 Şubat, bu bakımdan “Türkiye için tarihî bir gün”dü ve bu imkanın muhafaza edilmesi, aksayan ya da siyasal heyecanın yerini tekdüze açıklamalara bırakan yönlerinden çok daha önemliydi.
Muhalif kamuoyu, Altılı Masa’yı bu bakımdan ayrıcalıklı bir yere konumlandırmış, toplantı sonrasında yayımlanan ortak açıklamaların neredeyse her birinde yer alan “Türkiye siyasi tarihinde benzeri olmayan bir iş birliği bilinciyle”, “iş birliğimizi uyum içinde sürdürmeye kararlıyız”, “sürdürdüğümüz iş birliği” gibi prosedürelliğe bürünmüş kelime gruplarının tekrarını kendine şiar edinmişti.
Tüm bunların ötesinde Altılı Masa girişiminin bu “benzersizliğinin”, istisnai karakterinin toplumda heyecan yaratmasının yeterli olduğuna ikna olunmuştu.
Nitekim bu altı parti, masada niteliksel bir eşitlik içinde yer konumlanmıştı. Seçmendeki karşılıkları masanın resmî işleyişinde ana belirleyen olarak kodlanmamış, her liderin eşit oya sahip olduğu belirtilmişti.
Hatırlayacak olursanız, BTP’nin katılımına dair tartışmalarda bile “oy birliği” esası vurgulanmış, katılıma yönelik itirazlar bu bağlamda çerçevelenmişti.
Nitekim gerek 12 Şubat toplantısı gerekse onu takip eden toplantıların sonrasında yayımlanan ortak açıklamalarda “uzlaşı içinde hareket etme”de kararlılığa önemle değiniliyordu.
Oysa DEVA Partisi’nin ev sahipliğindeki ikinci toplantı sonrasındaki açıklamalara da sinen “istisnailik” ve “kararlılık” vurguları politik psikoloji açısından bu kavramların kırılganlığını göstermesinin yanında potansiyel krizlerin de habercisiydi.
Dolayısıyla Altılı Masa’nın Şubat-Ağustos 2022 arası süregiden toplantıları daha çok teknik konulara hapsolmuş, gitgide prosedürel bir işleyişe bürünmüş ve kendisine üst bir irade atfedilememiş bir mekanizmanın imajını çiziyordu.
“Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” ile “Temel İlke ve Hedefler” başlıklı iki metin, Altılı Masa’nın ilk altı aylık çalışmalarının somut çıktılarını ifade ederken adaylık tartışmaları, yine girişimin “istisnailiği” üzerinden öteleniyor, girişimin sürdürülebilirliği asıl odak olarak kamuoyuna sunuluyordu.
Sürecin kısa vadede adayın kim olacağına dair somut karar vermesinden ziyade bizatihi devam edişi, muhalif siyasi atmosferin söylemine dönüşmüştü.
Ağustos ayına doğru yapılan toplantılar öncesinde kulislerden “Cumhurbaşkanı adayının eşkali çıkabilir” şeklinde dedikodular yayılsa da sonuç metinleri buna dair herhangi bir şey söylemiyordu.
Görüldüğü üzere ilk altı ayın en önemli göstergesi kritik kararların alınmasının; Altılı Masa’nın istisnai oluşu, sürdürülebilir olmasının her şeyden önemli olduğu gibi yaklaşımlarla ertelenmesidir.
Buna ek olarak teknik konulara hapsolan bir işleyiş üzerinden kamuoyuna seslenmekle yetinildiğini görüyoruz.
Seçmen kitlelerinin ekseriyeti için soyut ve teknik içeriğe sahip olan bir yaklaşımla, yukarıda adını verdiğimiz iki metin üzerinden kamuoyuna seslenmek, toplumsal beklentiyi parça parça hayal kırıklığına uğratmaktaydı.
Keza siyasi rekabet, teknik söylemde karşılık bulunca kitlesel mobilizasyonu, o dönemki tartışmaların kullandığı gibi “heyecanı” sağlamanız mümkün değildir.
Bu durum, tekrara düşmek pahasına belirtmek gerekiyor, yine ve yine Altılı Masa’nın benzersizliği ile meşrulaştırılıyor, sağlam adımlarla ilerlemenin kanıtı olarak soylulaştırılıyordu.
Bu soylulaştırmaya göre Altılı Masa “ilkeler üzerinden yürümekteydi” ve toplumda heyecan uyandıracak somut kararları cumhurbaşkanı adayına bırakılmıştı.
Fakat gözden kaçırılan ya da pek analizlere dahil edilmeyen husus, niteliksel eşitliğin olduğu iddia edildiği bir mekanizmaya bir türlü “üst irade” gözüyle bakılamamasıdır.
Reelpolitikteki karşılıkları farklı olan partilerin “eşitliğini” güvence altına almak, somut durumda mekanizmaya zarar veren pazarlıklara imkan tanımamak için Altılı Masa’nın kısmi bir kurumsallaşmaya ihtiyacı vardı. Bu yapılamadı.
Dahası, genel başkanlara kıyasla ikincil aktör olarak tanımlayabileceğimiz isimlerden gelen açıklamalar Altılı Masa’nın giderek azalan politik güvenilirliğini zedeliyordu.
Bu tartışmaların neticesinde ağustos ayında Saadet Partisi’nin ev sahipliğinde gerçekleşen toplantı sonrası kulislerden “Masa’ya zarar verecek söylemlerden kaçınılması” gerektiği şeklinde açıklamalar yükseliyordu.
Peki, neydi bu söylemler?
Elbette Kılıçdaroğlu adaylığının “olağanlaştırılmasına” dair söylemler baskındı.
Her ne kadar toplantı sonrasında yapılan ortak açıklamalar başta İYİ Parti’nin beklediği üzere çoğulculuk, oy birliği esası ve kararlılık vurgusu ile kendini tekrar etse de Kılıçdaroğlu’nun adaylığını utangaç bir normatiflikle sunan söylemler iyiden iyiye duyuluyordu.
Kılıçdaroğlu, ittifak girişiminin en büyük partisinin lideri değil miydi?
Ankara ve İstanbul belediyelerinin kazanılmasında en büyük pay ona ait değil miydi?
Masa’nın ikinci büyük bileşeni İYİ Parti’ye 2018’de 15 milletvekili vererek demokratik bir tasarrufta bulunmamış mıydı?
Temmuz 2022’de kimi gazeteciler tarafından “fiilî cumhurbaşkanı adayı” olarak ilan edilmemiş miydi?
Zaten adaylığı konuşulan üç isim de (Kılıçdaroğlu, İmamoğlu ve Yavaş) CHP’li değil miydi?
Bununla birlikte CHP lideri Kılıçdaroğlu, tutarlı bir şekilde “belediye başkanlarının görevlerinde kalacağının” altını çizmiyor muydu?
Kısacası ortak açıklamaları teknik içerikten ve mevcut durumun tahlilinden ibaret kılan süreç, bir bakıma Kılıçdaroğlu’nun adaylığını olağanlaştıran söylemle birlikte yürüdü.
Bu bağlamda ilk altı ayında Altılı Masa’nın, Türkiye’nin hasret kaldığı demokratik değerleri hatırlatan benzersiz bir girişim olarak soylulaştırıldığını, bu bakımdan mevcut siyasi atmosferin antitezi olarak konumlandırıldığını belirtmek gerekiyor.
Altılı Masa, bir antitez olarak benzersizliğini altı ay boyunca sürdürmenin kendi başına değerli olduğunu iddia ederek prosedürelliğe hapsolsa da “ona zarar veren söylemlerden kaçınılmalıydı”.
Ve bu “antitez” teması Kılıçdaroğlu’nun adaylığının en önemli parametresi olacaktı.
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.