Altılı Masa, ilk tur olarak adlandırdığı toplantılarında “resmî” olarak adaylık tartışmalarından kaçınıp teknik hazırlıklarla meşgul olurken muhalif kamuoyu bu tartışmanın kriterlerini belirliyordu.
Eylül 2022 ile birlikte bu tartışma hız kazandı.
Tartışmanın iki kutbunu ifade eden anahtar kelimeler ise şunlardı: Popülerlik mi? Kapsayıcı aday mı?
Adı konmakta kimi zaman tereddüt edilse de bu tartışmaların uçlarını Masa’nın iki partisi temsil ediyordu: CHP ve İYİ Parti.
İYİ Parti ısrarla, 21 yıllık Erdoğan iktidarını sonlandıracağı iddiasıyla, anket sonuçlarının işaret ettiği aday profiline, “kazanacak adaya” dikkat çekerken CHP, ittifak girişiminin en büyük partisi olmanın konforunda, demokratik tasarrufları ve Ankara-İstanbul belediyelerinin kazanılmasındaki payı ile mükafatını bekliyordu.
Keza Kılıçdaroğlu “doğal adaydı”.
“Doğal Aday Kılıçdaroğlu” Kurgusu
Açıkçası bu “doğallığın” inşası bugünden bakıldığında trajik görünse de Ağustos 2022 sonrasında oluşturulan fantastik kurguda son derece “mantıklı” addediliyordu.
Trajedi, “zaten kazanacak olmanın” mutlak inancının baskısı altında görünmez kılınmak isteniyordu.[1] Öyle ki kimi muhalif yorumcular, stratejik hatalar yapmayı alışkanlık haline getiren “Altılı Masa’nın, kendisine rağmen seçimi kazanacağını” seçim tarihi yaklaşırken bile iddia edebilmekteydi.
Diğer yandan CHP’nin danışmanları kazanacak olanın aday değil, bizzat Altılı Masa’nın kendisi olduğuna vurgu yapan açıklamalarda bulunuyordu. Adayın kimliğini önemsizleştiren bu yaklaşım elbette “popülarite” kriterini ikinci plana atmakla ilgiliydi.
Bu kurgunun inşası için öne sürülen diğer argümanların bazılarına göz atalım:
“Siyaset bilimi literatüründe ‘kazanacak aday’ diye bir olgu yoktur. Aday ismine anket sonuçları ve popülariteye göre karar vermek güvenilirlik problemi nedeniyle bilimsel olmayacaktır”.
“Ortak aklı temsil edecek bir lider gerekiyor. Muhalefet popülariteyi mi tercih edecek yoksa seçim döneminde Erdoğan’la mücadele edebilecek , herkesi kapsayan bir dil kullanabilecek bir adayı mı?”
Bilimsellik, kapsayıcılık gibi temalar “doğal adayı” işaret eden meşrulaştırıcı, normatif bir düzeneğin dayanaklarını oluşturuyordu.
Popülarite ile kapsayıcılık arasında kurulan bu karşıtlık bilimsel güvenilirlik, “Erdoğan’la mücadele edebilecek bir figür” gibi temalarla popülariteyi, dolayısıyla seçmenin beklentisini ikinci plana atacak şekilde ele alınıyordu.
Kurgudaki hata, belirliyici olanın “kapsayıcılık, ortak akıl” olduğunun iddia edilmesi değil seçmen eğilimlerinin yani verilecek oyun rengini belli eden popülaritenin “ortak akıl” mefhumundan dışlanmasıdır.
Bu dışlamanın anlamı şu: Altılı Masa’nın yapısal kırılganlığı adaylık tartışmalarının mantığına da sirayet etmekteydi. Nitekim tartışmanın kutuplarına dönüşen popülerlik ve kapsayıcılık olguları birbirinden ayrı, ilişkisiz olgular değildir.
Kapsayıcılığın işleyebilmesi için popülaritenin o bulaşıcı heyecanı elzemdir.
Fakat trajik bir şekilde, kendi tabanında bile heyecan yaratmaktan ziyade mecburiyet hissi uyandıran bir politik figür “doğal aday” olarak kurgulanıyordu.
Yapısal kırılganlık ise Altılı Masa içinde partiler arasındaki ilişkilerin yapılandırılması problemiyle ilgiliydi. Görünürde seçmendeki karşılıklarından ziyade niteliksel olarak eşit oya sahip partiler arasındaki istişare mekanizması olan Masa, pratikte en büyük partinin talebine boyun eğip eğmemekle sınanıyordu.
Başka bir ifadeyle Akşener’in “ortak akıl platformu” olarak gördüğü Altılı Masa, CHP açısından kendi karar ve eğilimlerinin onaylamaktan fazlasına sahip olmayan bir prosedürden ibaret kılınmak isteniyordu.
Eylül 2022: Altılı Masa Fiilen Parçalanırken
Bu argümanların devamında, Eylül 2022’nin ortalarında “Erdoğan’a rakip Kılıçdaroğlu, iş sadece ilanına kaldı” şeklinde başlıklara tanık oluyoruz.
Fakat böylesi yorumlara yol açan husus, sadece Kılıçdaroğlu’nu doğal aday olarak kurgulayan söylemler değil aynı zamanda Akşener’in tutumuydu. Bu dönemde “adı geçen hiçbir adaya ön yargılarının olmadığını” belirten Akşener Altılı Masa’ya, faillik atfetmeyi sürdürüyor, onun belirleyici olduğu kanaatiyle hareket ediyordu.
Bu kanaatinin referansı da Kılıçdaroğlu’nun adaylık hususunda Masa’yı işaret eden açıklamalarıydı.
Söylemsel olarak Altılı Masa hemen her liderin açıklamasında belirleyici bir mekanizma olarak işaretlense de toplantılara dahil edilemeyenler ikincil aktörlerce söze dökülüyordu.
CHP’nin “merkez sağ” partilerle ilişkileri yürüttüğü ileri sürülen ve Kılıçdaroğlu’nun en yakınındaki isimlerden biri olarak gösterilen Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kuşoğlu’nun açıklamaları, ana muhalefet partisinin Masa’ya bakışının dürüst itirafı gibiydi:
“Aday Altılı Masa’nın en büyük partisinden olmalı, bu normal. Aksi takdirde Masa dağılır”.
Kuşoğlu söylemini, son derece normal olan Kılıçdaroğlu adaylığının reddedilmesinin, onun Alevi kimliğiyle ilişkilendirileceği ve bu durumun da toplumda rahatsızlık yaratacağı şeklinde temellendiriyordu.
Devamında ise anketlerle Türkiye’nin cumhurbaşkanını belirlemenin doğru olmayacağını belirten Kuşoğlu, anketlerin sadece popülariteyi gösterdiğini, Kılıçdaroğlu’nun adaylığı söz konusu olmazsa Masa’nın dağılacağını vurguluyordu.
Bu açıklamalar, hemen her toplantı metninde tarihî bir sorumluluk üstlendiği belirtilen Masa’nın, aslında CHP’nin taleplerini onaylamak dışında bir anlamı olmadığını ortaya koyuyordu.
Sanki “birbirinden farklı altı siyasi parti” sadece aralarındaki en büyük partinin liderini desteklemek için bir araya gelmişti.
Kılıçdaroğlu’nun aynı ay içinde “benimle misiniz?” sorusu, İYİ Parti kurmaylarının “anketlerin işaret ettiği isim” olarak tanımladığı Yavaş ve İmamoğlu tarafından “yanındayım” etiketli paylaşımlarla yanıtlanıyordu.
Bu perspektiften bakıldığında anketlerin işaret ettiği isimlerin de politik hiyerarşiye saplanıp kalacağını öngörmek zor olmayacaktı.
Nitekim ileride birlikte hatırlayacağız. Aralık ayı içindeki yargı kararıyla birlikte İmamoğlu’na “Erdoğan yazgısı” biçilmeye çalışılacak, Kılıçdaroğlu’nun adaylığının sallantıda olduğu şeklindeki yorumlar gündeme gelecekti.
Oysa İYİ Parti için, Aralık ayındaki Saraçhane mitingleri beyhude bir kahraman yaratma girişiminden ibaret olacaktı. Üstelik bu durum, kendilerine yönelik daha Eylül 2022’de başlayan “oyunbozan” ithamlarının da alev almasına yol açacaktı.
İYİ Parti’nin ortak aday hususunda “anketlere” ve Altılı Masa’ya işaret eden yaklaşımı iki olguyu bilerek veya bilmeyerek gözden kaçırmaktaydı:
Birincisi, kendilerini işaret eden anket sonuçlarını üstlenecek, bu yönde bir irade gösterecek bir lider profili sanıldığı gibi ortada yoktu.
İkincisi, Altılı Masa’nın yapısal olarak CHP’nin güdümünden çıkmasının imkansız oluşuydu. Keza henüz tek başlarına seçimlere katılmayan, kendilerini sınama imkanı bulamamış iki partinin de yer aldığı ittifak girişiminde İYİ Parti dışındaki partiler, CHP ile kendileri açısından mantıklı pazarlıklar yürütebilirdi.
Kılıçdaroğlu’nun “doğal adaylığı” bu şekilde hem siyasal hem de entelektüel boyutlarıyla inşa edilirken değindiğimiz üzere aralık ayı, zaten çatlakları oluşmuş Masa’nın yerinden oynamasına da yol açacaktı.
Elbette bu da, diğer gelişmeler gibi, göz ardı edilecekti.
Aslında Altılı Masa, kendisini politik dramadan ibaret kılan bir göz ardı edişler süreciydi.
[1] Jose Ortega y Gasset, Birinci Dünya Savaşı esnasında yazdığı bir yazıda “Almanya’nın savaşı kaybedeceğini” belirtiyordu. Bunun sebebi olarak da Almanya’nın savaşı kazanacağından emin olmasını gösteriyor, keza savaşın mükafatından emin olmanın savaşın kendisine odaklanmayı, onun gerekliliklerine göre hareket etmeyi engellediğinin altını çiziyordu.
Muhalif kamuoyuna enjekte edilmeye çalışılan psikoloji de bu tespitin izlerini taşır: Altılı Masa, Erdoğan ile kurduğu karşıtlık ve toplumun, Erdoğan iktidarından “bıkkınlığı” varsayımıyla zaten kazanacak olan taraftı. Aday isminin çok da bir önemi yoktu. Bu yüzden bir “anti-tez” figüre, kapsayıcı ve ortak aklı ifade edecek, adaylığı son derece doğal bir isme ihtiyaç vardı. O da Kılıçdaroğlu’ydu.
*Yazılar yazarın sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.